Skip to main content

Full text of "Kuran-ı Kerim Üzerine - Meal - Tefsir Tecvid vb Kitapları"

See other formats


KURAN’DA 

KIYAMET 

SAHNELERİ 

SEYYİD KUTUB 

PDF:özgür el erdişi 


dr fi: 

fim, ifmimi at/in. 
1'AllA tütesi 114 . ayet 



facebook/ücretsiz İslami e-kitap indir 


1.BÖLÜM 


İNSANLIK TARİHÎ BOYUNCA ÂHİRET DÜŞÜNCESİ 

Şu dünya yıldızında insan ömrü kısa, bu fani âlem 
insanın günleri sınırlıdır. Buna mukabil insanın yaş arzusu 
fıtrî ve bu dünyadaki istekleri sayısız, sons dur. Ama 
insan ölüyor. 

Ölüyor, istekleri, dilekleri içinde kalarak, muradına 
kavuşamadan Ölüyor. Emellerini geride koyup gidiyor. 
Arkasında ayrılmaktan, kaybetmekten büyük üzüntü 
duy c'uğu dostlarını, yakınlarını bırakıp gidiyor. Acaba 
bu yitirdiklerine tekrar kavuşamıyacak mı? 

Bu bir! 

İnsan dünyaya bakıyor; hayır ve şer çarpışmakta. 
Kötülük ve iyilik ya da kötü ve iyi sandığı şeyler- ka¬ 
pışmakta. Şer ard arda gelmekte, rezalet yağmur gibi 
yağmakta. Çoğu kere de şer hayra galip geliyor, 
rezilet faziletin üstüne çıkıyor. Ömrü pek mahdudolan 
fert, fiîin aksini, hayır ve şerrin sonuçlarını göremiyor. 


2 




Halbuki bu insan, çocuk iken ya da orman 
kanununa göre yaşarken bunları düşünmüyordu. O 
zaman ne zarar \ardı, ne ziyan. İş kuvvete bağlı idi. 
Hayat galibin, kak kuvvetlinin idi. 

İçi uyanmağa başlayınca hayrın karşılığım bulma¬ 
masından, şerrin cezasını görmemesinden üzüntüye 
kapıldı, bu hal onun zoruna gitti. Âdil bir ülûhiyet 
varlığıma iman, hayır ve şerre cezayı zaruri görür. Eğer 
hayır ve şerrin, karşılığı burada tam verilmiyorsa, 
elbette âhi-ret âleminde verilecektir. Bu iki! 

Sonra dünyayı imar eden, onda istediğini yapan 
bu akıl sahibi insan cinsinin hayatı, hattı hareketi, 
herhangi bir haşere, dabbe veya sürüngenin hattı 
hareketi, hayatı gibi hiçbir şeyi tamam olmıyan, her 
şeyi ebediyete intikal den kısa, mahdud bir hayat mı 
olmalıdır? Hayatının böyle basit, düşük bir hayat 
olması, insanın gücüne gider. Böyle bir hayat 
yaşamasını istemez insan. Bu da üç! 

îşte insanın içinden birbiri ardınca fışkıran bu kay¬ 
naklardan ahiret âlemi düşüncesi doğmuştur. Birinci 
kaynak insan şuuruna hayatın kıymetini gösterirken 
üçüncü kaynak, cinsinin kıymetini bilmesini, kevnî 


3 



kuvvetleri hesaba katmasını, kevriî kuvvetlerin kendisi 
lehine işlemesini, kendisini bu kısa ferdî hayatla yok 
edip bitirmemesi arzusunu doğurmuş; ikinci kaynak da 
ona içini uyarmasını, ruhunda adalet duygusunu, 
rezilet ve faziletin neticelerine sağlam bir şekilde 
inanmasını işaret etmiştir, 

işte bu kaynaklar, insanlığın ta kendisidir. Onun 
derinliklerinin en derininde, ufuklarının en yücesinde 
bulunmaktadır.. 

Eski Mısır, Uyanık insan zamirinde fışkıran kaynağın 
ilk şafağına şahid olmuş, Ölümden sonra hayır ve şer' 
den hesap verileceğine, kötülük ve iyilik karşılığında 
adaletli ceza verileceğine dair ilk inanca sahip bulun¬ 
muştur. Bugünkü mevcut bilgimize göre bu akide 
oradan bu mamur dünyanın sırtında bulunan başka 
bir yere sıçramazdan Önce iki bin yıldan fazla bir 
zaman geçmiştir! Milâttan önce 2600 yılı civarında 
(Beşinci Aile Devi rinde) _ Eğer daha önce yok ise- 
Mısır'da bir âhiret inan] cı vardı. Bu âhiret âleminde 
hayra ve şerre ceza verili yordu. O zaman bu inanç, 
yalnız kâhinlere ve din adam larına münhasır değildi. 
Millet arasında yaygındı. Bu yaygınlık gösteriyor ki, bu 


4 




inancın kökleri bu tarihteı daha önceki zamanlara 
kadar uzanır. Merhum Prof. Al chılkadir Hamza, kıymetli 
eseri «Ala Hâmişi't - Tarihi'1-Mis riyyi'l-Kadîm»de bu 
fetretten şöyle bahsediyor: 

«Bu zamanda Ozirîs'e tapuulnıağa ve bu„ milli bir 
hal almağa başladı. Oziris ibadetimin esası şu idi; Her 
insan, kral olsun, ferd olsun herkes, ölümden sonra 
dünyada yaptığı işlerinden, bizzat Oziris'in idare ettiği 
İlâhî mahkeme huzurunda hesap verecektir. Bu 
mahkemede Qziriş'e «Tot»,S Anubis, ݧ Horüs, 
iâMa'at»i£i ve kırk iki hakim yardım eder. Eğer 
mahkeme, ölünün iyiliklerinin, kötülüklerinden çok 
olduğuna hükmederse, o kimse- ebedî naînı (cennet) 
ile mükâfatlandırılır ve Oziris gibi olur. Ama mahkeme 
onun hayatında kötülük yaptığına hükmederse, onu 
vahşî hayvanlar parçahyacak, yahut ateşe atılacak 
veya başka, bir azaba çarptırılacaktır.» Orta Devlet 
zamanından kalma «Ölüler Kitabı» na dayanarak, 
özetle bu hesaptan şöyle bahsediyor: 

«Bu muhasebeyi tasvir ediyorlardı. Ölüler Kitabına 
ve tabutlara mahkeme, muhakeme ve miizan resimleri 
çiziyorlardı. Bu mahkeme tablolarında: Oziris, değneği 


5 





ve kırbacı elinde tahtına oturmuş, yanında ilahlardan 
kırk iki hakim var. Bu tablodan, o zaman Mısır'ın, kırk iki 
bölgeye bölünmüş olduğu düşüncesi hatıra geliyor. 
Sanki her hakim bu bölgelerden birini temsil 
etmektedir. Ölü mahkeme huzuruna çıkarıldığı zaman 
«Anubis» onu selâmlıyor, kalbini tutuyor ve onu alıp 
terazinin bir kefesine koyuyor. Diğer kefeye tanrıça 
«Ma'at» ya da Riştha'nın, heykeli konulmuştur. Sonra 
tanrı «Tot», sağ elinde kalem, sol elinde kâğıt terazinin 
yanma geliyor, tartının neticesini yazıyor, Öziris'e 
takdim ediyor. «Tot» un. yanında yırtıcı «îmayît» vardır. 
Bu, timsah başlı, aslan vücutlu bîr hayvandır. Hüküm 
giyen ölüyü parçalamağa hazır bek" liyor. Bazı 
resimlerde mahkemenin özel bîr yerinde günahkârların 
atılmasına mahsus ateşler vardır. Terazideki kalb, 
ölünün hayatındaki amellerini temsil eder. Çünkü 
dünyada sahibinin yaptığı hayır ve şer her şeyi o 
görmüştür.» 

Dünyadan âhirete göçü tavsif eden eski Mısır'a ait 
manzum bir hikâye metni de mevcuttur.izi Bu hikâye¬ 
de «Sinoziris« adındaki genç, babası «Satney»e âhiret 
alemindeki hesap, ceza ve azap usulünü göstermek 



için babasıyle birlikte âhirete göç eder. Bu göç, 
edefo'iyat ve dinler tarihinde âhiret âlemine yapılan ilk 
göçtür. Hayır ve şerrin, hesap ve cezanın; zenginlik, 
fakirlik ve diğer hayat görünümleriyle ilgisi 
bulunmadığını göstermek için tou hikâyeyi 
naklediyoruz: 

«Satney bir gün evinin üstünden bakar, zengin bir 
adamın cenazesini görür. Ağhyanlar, uğurlıyanlar.. Bü¬ 
yük bir tören ve gösterişle Memfis'ten Cebe doğru gidi¬ 
yor. Yine Satney, bir fakirin cenazesini de görür. Bir ha¬ 
sıra sarılmış. Ne cemaati, ne uğurhyanı, ne ağlıyam, ne 
de dövüneni yok. Satney oğluna bakar ve kendisinin 
âhirete şu fakir gibi değil o zengin gibi götürülmek 
istendiğini, onun gibi uhrevî bir hayat ve saadete 
ulaşmayı arzu ettiğini söyler. Oğlu Sinoziris ise bilâkis 
âhirette o zengin gibi değil şu fakirin hayatı gibi bir 
hayat arzuladığını söyler. Baba, çocuğun bu sözüne 
kızar. Genç, her ikisinin uhrevî hayatını göstermek için 
babasının elinden tutar, büyülü dualar okuyarak 
babasını Memfis dağında bir yere götürür. Ölülerin 
hesaba çekildiği dağa» indirir. ısiBakarlar ki her çeşit 
insanla dolu yedi geniş salon var. Bunlardan üçünü 


7 







geçer, dördüncüye girerler. Buraya kısanlar girip 
çıkmaktadır. Bunları arkalarından «sekler kemiriyor. 
Başka insanlar da var. Onlar da bağları üzerinde asılı 
yemeğe sıçrıyorlar, erişemiyorlar.. Sıçrıyorlar, sıçrıyorlar, 
bir türlü ulaşamıyorlar. Bir yandan da kazıcılar, bu 
adamların ayaklarının altından ha bîre kazıp bunlarla 
başlan üzerinde bulunan yemek arasındaki mesafeyi 
arttırıyorlar. 

«Daha sonra yedinci salona girerler. Orada iyilerin, 
'ruhlarını görürler. Her birinin bulunduğu bir makamıar. 
Kapıda da suçlu ruhlar var. Bunlar da ayakta niyaz 
ediyorlar.» 

«Sonra kapının altına sırtı üzerine yatırılmış bir 
adam görürler. Kapının ekseni de bu adamın gözüne 
çakılı. Kapı açılıp kapandıkça onun gözü üzerinde 
dönüyor. Kapı da devamlı açılıp kapanıyor ve adam 
ızdırap tan bağırıp duruyor. 

«Daha sonra yedinci salona girerler. Orada hesap 
tanrıları oturmuşlar. Münâdiler (çağmalar) da birbiri 
ardınca ölüleri hesaba çağırmaktadırlar. Büyük tanrı 
Oziris, altın tahtında oturmuş, başında İM lalaklı bir taç, 
taun Anobis sağında, Tot solunda. Hesap meclisinin 




teşekkül ettiği diğer taunlar da sağında solunda 
durmaktalar. Mizan da kurulmuş, günahları ve 
sevaplan tartıyor. Kötülüğü iyiliğinden ağır gelen kimse 
vahşî tmayît'in önüne atılıyor, İmayît onu parçalıyor. 
İyiliği, kötülüğünden ağır gelen kimse, tanrılara katılıyor 
ve ruhu göğe çıkıyor. İyiliği kötülüğüne denk geleni ise 
vahşî hayvan parçalamıyor ama taunlara da 
katılmıyor. Hizmete tayin ediliyor. 

«Genç baktı, Oziris'in yakınında gayet güzel 
giyimli, kadri yüce bir adam gördü. Babasına döndü; 
«Özuüs'in yanında oturan şu adamı görüyor musun? 
işte o hasıra sanlı gördüğüm, cenazesini uğurlıyanların 
bulunmadığı fakirdir. Buraya getirildi, kötülükleri, iyilikleri 
tartıldı, İkincisi ağır geldi. Tann «Tot» onun defterine 
«Dünyada tam bir saadete kavuşmadı» diye yazmıştı. 
Ozaris o cenazesi tören ve debdebe ile kaldırılan 
zenginin sahip bulunduğu her şeyin buna verilmesini 
ve bunun tanrılar ara-, sına yükseltilmesini emretti. O 
zengine gelince onun da kötülükleri ve iyilikleri tartıldı, 
birincisi, İkincisinden ağır geldi. Bu yüzden cezaya 
çarptırıldı. îşte görüyorsun kapı sağ gözü üzerinde 
dönüyor ve elemden bağınp duruyor.» 


9 






Bu kıssa, eski Misır'lılarm âhiret düşüncesini ve o 
âlemi nasıl anladıklarını göstermesi yanında, mal ve 
mevkiin, âhirette bir fayda sağlamıyacağım, herkesin 
kendi ameline göre ceza veya mükâfat göreceğini 
ifade etmesi bakımından da önemlidir. 

Mısırlıların uhrevî hesap hakkındaki düşüncelerini 
tamamlamak için, Ölüler kitabından bir başka metin 
verelim. Bu da cezanın terettübedeeeği hayır ve 
gerrin manasını tasvir etmektedir. Bunu Mory özetlemiş, 
merhum Abdulkadir Hamza da terceme etmiştir. 
Burada ölülerden biri tanrı Oziris'e yalvararak kendini 
savunmaktadır: 

«Ben şerre bulaşmadım. Tecavüz etmedim, hırsızlık 
etmedim, haksız yere kimseyi öldürmedim, kurbanlara 
dokunmadım, yalan söylemedim, kimseyi 
ağlatmadım, kirlenmedim, kutsal hayvanlan 
kesmedim, ekili araziyi telef etmedim, namuslu 
kimselere iftira etmedim. Gazabın beni haktan 
çıkarmasına fırsat vermedim, zina etmedim, hakkı 
işitmekten yüz çevirmedim, kirala ve babama kötü 
zanda bulunmadım, suyu kirletmedim, hiçbir efendiyi 
kuluna kötülük etmesi için yüklenip taşımadım, yalan 


ıo 




yere yemin etmedim, tartıya hile karıştırmadım, emzikli 
çocuk-larm süt emmelerine engel olmadım, tanrıların 
kuşlarım avlamadım, ihtiyaç olmadıkça suya 
gitmedim, Rey (sulama) kanalım kapatıp başkalarını 
sudan mahrum etmedim, yanması gereken ateşi 
söndürmedim, tannlan küçümsemek hatırımdan bile 
geçmedi... Ben ma'sumom, ma' somum.» 

Eski Mısırlıların naîm ve zap düşüncelerinden yuka¬ 
rıda bahsetmiştik. Burada şunu ilâve edelim ki, onların 
naîm ve azap hakkındaki düşünceleri; zikrettiklerimden 
ibaret değildi. 

Ehram yazıtları diyor ki: 

«Sevap, güç yolculuklardan sonra tanrılarla, ya da 
tanrı «Ra» ile beraber onun gemisinde oturmak için 
göğe çıkmaktır. Gökte oturma sevabma erenlere 
«Azizlen» ya da «Mutlular» denir. Bunlar göğün doğu 
ya da deniz yönünde kalan doğu tarafında 
otururlardı. Çünkü Mısır'h-lara göre bu iki tarafta sabit 
yıldızlar vardı. Bunlara ebedi yıldızlar adını vermişlerdi. 
Göğe çıkanların oturduğu ebedî raim (cennet), bu 
yıldızlarda idi» 


ıı 



«Ehram yazıtları, naimi tasvir etmekte bu kadarlık- 
la yetinmenüşlerj izahata girişmişlerdir. Bu metinlere 
göre azizler, gökteki adalarda bulunurlar. Orada 
«Yemek Tarlası» adı verilen bir tarla vardır. Bu tarlada 
azizler 

çok nefis çeşitli taze, bitmez tükenmez yemekler 
yerler. Orada Yaro Tarlası I2idenea bir başka tarla ve 
«Hayat Ağacı» denen bir ağaç vardır ki tanrılar bu 
tarlada' otururlar ve bu ağaçtan yerler. 

«Semavî naîm, sadece bundan ibaret değildir. 
Banım yanında gök (Not) ve güneşi koruyan ejder; 
göğe çıkana, oraya kavuşunca memelerini verip 
emzirirler. Göğe çıkım cnla'rm memesini emince 
çocuk olur. 

«O kimse tanrılarla beraber ekmek yer, şarap İçer. 
Gün geçtikçe sıhhati düzelir. Günden güne güzelleşir, 
bu-gün dünden güzeldir, yarın da bugünden güzel. 

«Bunlar, Ehram yazıtlarının naîm (cennet) hakkın- 
daki söylediklerinin özetidir. Ölüler kitabı ise, sevap 
hususunda şöyle diyor: Ölü bir salonda «Oziris» in 
önünde oturur. Yaro Tarlasına çıkar, ekmek ve yufka 
ekmekler yer. Kendisinin, öyle bir buğday ve arpa 


12 



tarlası olur İd, içindeki ekinin boyn yedi arsma, vanr. 
Horis adındaki hizmetcHer onun için bu ekini biçerler İd 
yesin. Tine bu adam «Süflî İleme girip çıkabilir, «Yaro 
Tarlası» nda, ya da «Yemek Tarlası» nda oturabilir. Her 
ikisinde de şerefli olarak eker, biçer, kendisinin kadınları 
olur, onlardan faydalanır, dünyada yaptığı her şeyi 
yapar. 

«Azaba gelince: daha önce günahkârın, timsah 
başlı aslan vücuttu vahşî bir hayvan tarafından 
yendiğini, bir ateşin içine atıldığını söylemiştik. Başka bir 
azap sekli de var ki orada günahkâr, kabrinde açlık ve 
susuzluğun kucağında, güneşi görmekten mahrum 
olarak kalır. Bazı zamanlar Oziris'in mahkemesinde 
onunla beraber oturan 

kırk iki hakimin yamada kılıçlar bulunur. O kılıçlarla 
hakimler güahkârları vururlar. 

«Daha önce işaret ettiğimiz Satney ve oğlunun 
hikâyesi gösterir kî bu azabın başka şekilleri de vardır. 
Bunlar arasın dil: Açılıp kapanan bir kapının ekseninin 
ölünün gözüne oturtulması ve kapı açılıp kapandıkça 
gözüne batan eksenin verdiği ızdıraptan Ölünün 
kıvranması, bağırıp feryadeteıesi; azabedilen 


13 



kimselerin başları üzerine yukarıdan yemek asmak, bu 
adamlar yemeğe ulaşmak için sıçradıkça yemeğin 
uzaklaşması şekliı de bulunmaktadır.» tısı 

Başka hiçbir millette âhiret düşüncesi henüz 
doğmadan tam bin yıl önce Mısır'da uhrevî hesaba 
inanç yerleşmişti. Herkesten önce Mısırlılar âhirete 
inanmış ve bu inancın ancak üzerinden bin yıl 
geçtikten sonra bu inanç diğer milletler arasında 
yayılmıştır, tut Babilliler, Keldâ-nîler, Mısırcılardan bin 
sene sonra âhirete inanmışlardır. Fakat onların 
inancında ölülerin âhiret hayatına hükmeden mutlak 
Adalet yoktu. Hayır ve şerrin cezası da âhi-ıette 
değiîdi. Ölüler «Aralo» denen, yerin altında ya da 
dünyanın doğu köşesinde bulunan karanlık bir yere 
geçiyorlardı. Burada onların mahkemesini tanrıça Alat 
görüyordu. 

Bu konuda Mesbiro şöyle diyor: 

«Ölünün hayatta yaptığı hayır ve şerrin, onun 
amellerini takdirde pek önemi yoktu. Amellerin 
takdirinde önemli olan, insanın dünyada kurbanlar, 
hediyeler ve mabedlere bağışlar takdim etmek 


14 



suretiyle tanrılara ve özellikle tanrıça Alatfa ilgi 
göstermiş olma» idi. 

«Aradan bin sene daha geçti, nihayet âhiret 
düşüncesinin İran'da Zerdüşt dininde ve Homeros'un 
dayandığı Yunan efsanelerinde, Hid'in adı geçen 
Odesa efsanesinde meydana çıktı.» 

Zerdüşt dininde, ruhun bu dünyadan sonraki 
hayatı göyle düşünülmektedir: 

«İnsan ölünce ruhu üç gün, üç gece cismin 
yanında asih kalır. Cisim nimet içinde ise o da 
nimetlenir. azap içinde ise o da azap görür. Dördüncü 
günün şafak vakti ruha bir rüzgâr eser, ölü hayırlı ise 
güzel kokulu bir rüzgâr, şerli ise kötü kokulu bir rüzgâr. 
Onu alır, bir yere götürür. Ruh orada ya güzel kızlarla 
veya korkunç caztlarla karşılaşır. Asimda ne birinciler 
hakiki kızdır, ne de İkinciler hakiki cazı. Bunlar ölünün t 
amellerinin aldığı şekildir. Bu, ölünün iç yüzüdür. 
Kendisini hesap geçidine ve son hükme sevk eden içi. 
Bu hesap geçidinin kapısında üç hakim bulunur. 
Bunlardan biri Mithra'dır. Burada bir mizan kurulur. 
Terazinin kefelerinden birine ölünün iyilikleri, diğerine 
kötülükleri konur. Kefelerden birinin kalkışına veya 


15 







inişine göre ölü hüküm giyer. Verilecek hüküm, onun 
hayatının istikametini tayin eder. 

«Sevap ve azap teker teker her iyiliğe veya 
kötülüğe değil de kül olarak bütün iyilik ve kötülüklere 
göre tayin edileceği düşünülmektedir. İyilikler ağır 
gelirse bütün günahlar affedilir. Bunlardan herhangi bir 
günah kendi basma ne kadar büyük olsa da ona 
bakılmaz. Keza pişmanlık ve tevbeye de itibar yoktur. 
Hesapta bağışlanmanın mümkün olmadığı 
düşünülmektedir. Zira o hesap rahmet üzerine değil, 
adalet üzerine kurulmuştur. 

«Tartı bittikten ve hüküm sadır olduktan sonra he¬ 
saba çekilmiş kimseye, Cehîm üzerinde maman, 
hayırlılara genişliyen, şerlilere de incelen, kıldan intie 
kılıçtan keskin olan köprü ya da Sırat'ta geçmesi 
emredilir. 

«Sonuncular Cehîme düşerler. Karanlık, o kadar ki 
elle tutulacak kadar kesif bir karanlık. Bunlar Cehîme 
düşünce birbiri üzerine yığılırlar. Atın boynundaki saçlar 
gibi. Böyle olmakla beraber her biri, bu kadar kala¬ 
balık içinde yine de pek katı, bunaltıcı bir yalnızlık için¬ 
dedir. 


16 







«Hayırlılara gelince onlar da nura giderler. Orada 
Gnlan Ahoramazda ü 2 i karşılar. Bunlar iyi amel, iyi söz 
ve güzel fikir ortasından geçerek buraya gelirler. Bura¬ 
da Mazda'nin huzurunda ebedî mutluluk içinde 
yaşarlar 

«Bütün bunlar, terazileri ağır eya hafif gelenler 
içindir. İyilikleri ve kötülükleri birbirine denk olanlar ise 
gökle yer arasında çok geniş bir mekâna konulurlar. 
Orada sıcak ve soğuğun elemini çekerler. Bütün hava 
değişimlerini hissederler. Daima ümîd ve korku içinde, 
kaldıkça daha da kararacak olan bu kötü 
yaşantılarının değişmesi hakkında son hükmü beklerler. 
Buranın en meşhur sakini «Krizaşba» dır. Bu adam, 
korkunç bir canavarı öldürmüştür. Bu iyilik ona yeter. 
Sonra da kutsal ateşi kirletmiştir. Bu kötülük de ona 
yeter. (Yani iyiliklerin de kötülüklerin de en büyüğünü 
yapmıştır.) Kötülüğü iyiliğine denk gelmiş, bu 
yüzden.naîm ile Cehîm arasıda kalmıştır.» uai 

Her halde okuyucu, Zerdüşt dini ile eski Mısır dini¬ 
nin, hayır ve şerre terettiibeden hesap, cennet, 
cehennem, hesap ve ceza tarza hakkındaki 
düşünceleri arasındaki yakın benzerliği görmekte 


17 







gecikmiyecektir. İkisi arasında o derece benzerlik var ki 
izaha ihtiyaç göstermiyor. 

Gelelim Yunan mitolojisine. Orada da âhiretten 
bahsedilmektedir. Bu akide orada Milâttan önce 
dokuzuncu asır civarında yaşamış olduğu 
söylenen'«Odesa Homeros» da kendini gösterir. Süflî 
âlemden olan Hidz'in, Homeros' tan önce olması, 
Homeros'un efsanede Hidz'den faydalanmış 
bulunması kuvvetle muhtemeldir. Mitolojiye göre Hidz, 
yerin altındadır. Burası karanlık bir yerdir. İnsanlar ölür- 
ölmez ruhları buraya iner. Bunun başında tanrı Ploto 
bulunmaktadır. Tanrıçaların hiçbiri buna katılmamıştır. 
O da kendisinin karanlığım bölüşsün diye bahar 
tanrıçası Bersfonya'yı çalmıştır. 

Bazı diriler, özel bir takım yollarla buraya inebilirler. 
Nitekim Odesa kahramanı Olis de inmiştir. 

'Homeros'un ifadesinden, bu ruhların Hidz'de birer 
gölge halinde bulunduklarını, vücutlarım dünyada 
bıraktıkları, vücuda bir daha dönemiyecekleri için 
mücer-red eşbah haline geldiklerini anlıyabiliriz. Çünkü 
Olis, çok sevdiği'annesini burada tutmak istemiş fakat 
buna muvaffak olamamıştır. Keza bu ruhların-, 


18 



dünyadaki hatıralarım, sevgi ve tepkilerini muhafaza 
ettiklerini de anlıyoruz. Zira kahraman Açaks, 
ölümünden sonra îhil'in zırhlarım kullandığı için Olis'i 
azarlamıştır. Açaks, bu zırhlara sahib olmadığından 
dolayı Travda savaşında öldürülmüştü. îşte Açaks, süflî 
âlemde Olis'le karşılaşınca onun bütün razıhk 
istemesine rağmen Olis'e selâm vermemiştir. Olis, îhil'in 
dünyada sağ olan oğlu Newptel-mus'u övünce îhil 
sevinmiştir. 

Homeros'un Olis dilinden anlattığına göre Olis, 
Hidz'de tanrı Minos'u görmüş. Şöyle: Minos, elinde 
kamçı, tahtına oturmuş. Ölüler da'valarını ona 
anlatıyorlar. Pek çok ölü kalabalığı, büyük kapıcılar 
önünde toplanmış davalarını arzetmek için sıra 
bekliyorlar. 

Olis'in gördüğü çeşitli azaplardan biri de şu: Olis 
görmüş ki zorba Titos, yüzü koyun uzanmış, dokuz dö¬ 
nümlük yeri kaplamış. îki yamnda korkunç birer ejder. 
Titos'un büyük, kanlı ciğerini ve kalın barsaklannı kopa¬ 
rıp yemektedirler. Tanrılar tanrısının sevgilisi Latona'yı 
kendine cezbetmeğe çalıştığı için bu azaba 


19 



çarptırılmıştır Titos. Dünyada işlediği bir suçtan dolayı 
değil. 

Yine Olis orada görmüş ki Tantalos, kaynar bir su 
içine atılmış. Çenesine kadar su içinde. Kaynar su 
dalgaları yüzüne çarpıyor. Bu su içinde susuzluktan 
bağrı yanıyor ama dilini ıslatacak bir damla su dahi 
bulamıyor. Başının üzerinde de meyve ağaçları. 
Salkımları aşağı sarkmış fakat eli yetişmiyor onlara. Bir 
meyva koparmak istedikçe bir rüzgâr esiyor, dalları 
alıp o tarafa götürüyor. 

vcSifos» u da görmüş ki önünde büyük bir taş 
yuvarlıyor. Taşı dağın tepesine çıkaracak. Fakat tam 
tepeye yaklaştığı sırada taş yuvarlanıp ta cehennemin 
dibine düşüyor. Bu dehşetli yorgunluk içinde Sifos'un 
vücudundan terler boşanıyor. 

Sırf tanrılar tanrısının karısı Hîra'nın keyfi için cebbar 
Herakl de amcası oğlu Yorizos'a itaat ve hizmet et¬ 
meğe mahkûm edilmiştir. (Herakl, tanrılar tanrısının, in¬ 
sanlarla birleşmesinden doğan oğludur). İşte buna 
kızan Hıra onu şöyle bir azaba mahkûm etmiş: «Herakl, 
Hidz tanrısı Ploto'nun köpeği Sirbirosla boğuşmaktadır. 


20 




Sirbiros'ım üç başı vardır. Bu, bir işkence âletidir. Tırnak¬ 
larını suçluların ruhlarına batırır.» üü 

Merhum Abdulkadir, Satney ve oğlu kıssasiyle 
Ode-sa'daki Olis hikâyesi arasında büyük bir benzerlik 
görmektedir. 'Şimdi onun düşüncelerini iktibas edelim, 
ondan sonra da kendi görüşümüzü ekliyelim: 

1) «Homeros efsanesinde Olis, cehenneme iner,' 
Mısır efsanesinde de Satney ile oğlu cehenneme 
inerler. 

2 ) Homeros efsanesinde Minos, elinde altım bir 
kamçı tutmaktadır. Mısır efsanesinde de Oziris elinde 
bir kamçı tutar. 

3 ) Homeros efsanesinde ölüler davalarını Minos'a 
arz ederler. Mısır efsanesinde de münâdîler 
(çağırıcılar), davalarını Ozirisi anlatsınlar diye ölüleri 
çağırmaktadırlar, 

4 ) Homeros efsanesinde ölüler, geniş kapılan olan 
«Hadis» evlerinde durmaktadırlar. Mısır efsanesinde de 
ölüler yedi büyük salonda beklerler.» 

Biz bunlara şunu da ilâve edelim: Mısır 
efsanesinde suçlu, vahşi îmayît'in önüne atılmaktadır. 
Homeros efsanesinde de ejderler, ya da üç başlı 


21 



korkunç köpek suçlunun ciğerini parçalamaktadır. 
Mısır efsanesinde cehennemde yemek, suçlunun 
başının üstünde asılı bulunacak, buçlu bundan almak 
istedikçe yemek ondan uzaklaşacaktır. Yunan 
efsanesindeki cehennemde de suçlunun başı üstünde 
meyva ağaçları var. O uzandıkça meyvalar ondan 
uzaklaşıyor. 

Ancak Abduîkadir, iki cehennem arasında esaslı 
bir fark görmektedir. O da şu: «Homeros diyor ki: Ölüler 
arasında Minos hükmeder. Ve Ölüler davalarını 
Minos'a arzede»ler. Mori ye göre - ki Mori bu 
düşüncesinde isabetlidir., davalar, ölümden sonra 
ölüler arasında çıkan anlaşmazlıklardır. Nasıl diriler 
arasında anlaşmazlık oluyorsa ölüler arasında da 
anlaşmazlık oluyor demektir. Bu, Ölülerin dünyada 
yaptıklarından hesaba çekilmeleri, demek değildir.» 

Sonra şöyle diyor: 

«O halde Homeros'un cehennemi, insanların 
hayatta iken yaptıklarından hesaba çekildikleri bir yer 
değildir; öldükten sonra kendi aralarında çıkan 
anlaşmazlıklardan hesap verme yeridir. Bu takdirde 
Homeros cehennemi, Mısır düşüncesindeki 


22 



cehennemin taşıdığı bütün ahlâkî değeri kaybetmiştir. 
O zaman diyebiliriz ki Homeros, Mısır düşüncesindeki 
Satney ve oğlu ve Ozirisin mahkemesi efsanesini alıp 
kısaltmış, bazı sekilerini almış ama özünü yitirmiştir.» 

işte bu serdettiğinıiz mütalâalar, Homer 
cehenneminde sırf tanrılar tanrısının şehveti ya da 
karısı Hîra'nın keyfi veya diğer tanrıların zevki için suçsuz 
kimselerin de azaba çarptınlmasmdakî sebebi izah 
eden kuvvetli görüşlerdir. Bunlar, Yunan efsanelerinde 
şehvetlerin ve kaprislerin hakim olduğunu, ne dünya 
hayatında, ne de Öteki hayatta içsel durumun ve 
adaletin kıymeti olmadığı gösteren bir ortamla 
çevrelidir. 

Böylece Mısır akidesi, kendinden iki bin sene sonra 
gelmiş bu putperest inançların çok üstünde yüce 
ufuklarda parlayan tek akide olarak kalmaktadır.üsı 
Homeros devrinden sonra âhiret düşüncesinin 
İranlIlarda ve Roma'Ulardaki gelişimini incelemezden 
önce bu düşüncenin eski Hind dinlerindeki -yerinden 
bahsedelim: 

Halen bir kısım Hidlüerin, Seylan halkının, Japonla¬ 
rın çoğunluğunun ve birçok Çinlilerin dini olan 


23 




Hinduizmde ye. Budismde hesap ve ceza olan bir 
âhiret düşüncesi yoktur. Onun yerine «Nirvana» vardır. 
Nirvana, en büyük ruhta fani olmak demektir. Ancak 
bu iki dinde Nir-vana'ya ulaşma yollan değişiktir. 
Hinduizm'in Veda, Brahmana, Upanişad ve Vedanta 
adlı kitapları vardır. Soruncusu en yenisidir. 

«Hindulara göre Veda, Brahmana ve Upanişad 
vahiy kitaplarıdır. Bunlar birbirine zıd çeşitli fikirler ihtiva 
eder. Orada bir taraftan tanrıların ve tanrıçaların, 
çoğaldığını görürken diğer taraftan tevhîd, hülûl ve 
vahdet-i vücud fikrini görmekteyiz. Bu, muayyen bir 
akideye da etten ziyade, muhtelif inançlara 
müsamaha eden sosyal bir düzendir. Veda'da tanrılar 
çoktur. Her birinin ihtisası, ve bir işi vardır. Bunların işleri 
birbirine karışmıştır. Çünkü muhtelif kabilelerin 
tanrılarıdırlar. Bu tanrılar sonunda bir bîrlis» 
yükselmişlerdir. (Bunların hey'eti mecmuası bir birlik 
teşkil eder) ki bütün yaratıklar bu birlikten fışkırmıştır ve 
tekrar ona dönecektir. Bu bire yükselme fikri, özellikle 
Upanişad'da göze çarpar ve bu yükseliş Vedanta'ya 
vasd olur. Vedanta'nın kelime manası, Veda'nın 
hatimesi «Vedanta'mn temeli şudur: Allah ve insan 


24 



nefsi bir tek şeydir. Ama insana iki ayrı şeymiş gibi gelir. 
Zira insan idraki bunların birliğini görecek seviyeden 
aşağıdadır, însan, kendindeki zat (benlik) hududunu 
kırmadıkça bu sapıklığında devam edecektir, üü 

Benlik hududunu kırmayı bazıları cesedden kurtul¬ 
mak . şeklinde tefsir ediyorlar. Hindularm, ruhu cesedin 
tahakkümünden kurtarmak ve kutsal Zat'la birleşip Nir- 
vana derecesine ulaşmak için cesede azabedip onu 
ağır tecrübelere koştukları meşhurdur. îşte bu hareket, 
bu inançtan ileri gelmektedir. 

İnsan ruhu, tam nıanasiyle temizlenip cesedin 
tesirinden kurtularak Kutsal Zat'la birleşmedikçe 
Nirvana derecesine ulaşamaz. 

işte tenasüh, bu gayeyi gerçekleştirmek içindir. Te- 
nasühe-göre insan öldüğü zaman.ruhu bir hayvan 
veya insan vücuduna geçer. Ve 6 vücutta çeşitli 
azaplara duçar olur. Böyle azap çeke çeke temizlenir 
ve nihayet Nirva-na'ya ulaşır, tenasühten kurtulur. 

Budizm'e gelince: Bu din daha yenidir. Milâddan 
önce 500 yılı civarında doğmuştur. Tenasühe inanmaz,' 
ruhu temizlemek için cesede azabetmeği gerekli 
görmez. İnsan ruhundan korkunç şeylerin sıkıntısını 


25 



kaldırır ve onu Allah'ın rahmetiyle doyurur. Ferde, ruh 
ne derece saflaşır, tenlikten ve bedenî lezzetlerden ne 
derece kurtulursa o derece NirVana'ya ulaşacağını, 
bütün gücüyle büyük ruha yöneleceğini tebşir eder. 

Budda ölürken talebesi «Enanda» ya söylediği söz¬ 
lerden bu fikri anlıyoruz: 

«Cesedine işaret ederek dedi ki: Bu çeşitli 
maddelerden meydana gelmiş karışım vücud, elbette 
unsurlarına çözülüp dağılacaktır. Seni hiçbirşey, ruhî 
mücadelene devam etmekten alıkoymasın. Yakında 
ısrarcı şehvetin kötülüğünden, ferdî benliğin 
kötülüğünden, mizah ve cehaletin kötülüğünden 
kurtulacaksın Enanda!» 

Yine bazı tabiilerine şöyle demiştir: 

«Ey rahipler, işte size ızdıraplardan acılardan yük¬ 
sek olan, ızdıraplardan kurtaran hakikat: Doğum 
azaptır, ihtiyarlık azaptır, hastalık azaptır, ölüm azaptır, 
sevdiğimizden ayrılmak azaplar, arza ettiğimiz şeyi 
yitirmek rKaptır. Sözün kısası dünya hayatı azaptır. 

«Ey rahipler işte size ızdıraplann sebebine dair ha¬ 
kikat: Tekrar doğumun aslı olan ihtirasta şehvet ve lez- 


26 




zet vardır. Üç türlü ihtiras vardır: Lezzet ihtirası, hayat 
ihtirası, toprak ihtirası. 

«Ey rahipler, iste size ızdıraplann durmasına dair 
yüce hakikat: İhtirasın durmasiyle izdi raplar durur. Ar¬ 
zular, alâkalar gitmedikçe elemler durmaz. İhtirası at¬ 
mak, ruhn ondan boşaltıp kartalmak, nefsin 
şehvetlerini yenmekle ızdırap durur. 

«Ey rahipler, elemlere bir sımr koymanın yolunu 
gösteren hakikat şudur: Bu yolun sekiz dalı vardır: 
Doğru iman, doğru konuşma, doğru gidiş, doğru 
kazanç, doğru çalışma, doğru düşünce ve doğru 
teemmül.» üzi 

Görülüyor ki Hinduizm ve Budizm'de, eski Mısır di¬ 
ninde, Zerdüşt dininde ve Yunan mitolojisinde oiduğu 
gibi bir âhiret âlemi fikri yoktur. Hinduizmde günahları 
temizlemek için tenasüh, izdıraplar, azap, şehvetlere 
karşı koyma, arzuları terk etme vardır. Budizmde de 
Büyük Ruhta, Nirvana'da. fani olmak, Allah'ın zatiyle 
birleşmek için benlikten sıyrılıp çıkmak vardır. 

Şimdi tekrar Yunan mitolojisine dönelim; Milâddan 
önce besinci asırda Şair «Pindar», ikinci Olim'pia 
kasidesinde şöyle diyor: «Dünyadaki büyükler, 


27 




cehennemde bir hakim bulacaklardır. Bunlardan 
haram işler işleyenleri tanrıça Ananld muhakeme 
edecektir.» Fakat Vindar, bu muhasebenin ne şekilde 
cereyan edeceğini açıklamıyor, 

Ancak bu düşünce, bu hesabın adaletli 
olacağına dair Mi-j sjr inancına doğru atılmış önemli bir 
adımdır. 

Aradan yıllar geçiyor. Eflâtun (Doğumu M.Ö. 42 
419) gelip şöyle diyor: 

«Ölüler kendilerini muhakeme edecek olan hakim 
Redamant (Minos'un kardeşi) m önüne gelirler, »na 
yaklaşırlar. Redament her ruhu sorguya çeker fakat 
kimin ruhu olduğunu bilmez. Ruhu fesad ve habaset ile 
dolu hakikatten uzak yaşamış görürse zindana 
gönderir, orada Kak ettiği azabı çeksin diye.» 

Sonra diyorki: 

«Redamant hüküm giyenleri, temizlenmeğe 
kabiliyetli olup olmadıklarına göre damgalayıp 
nişanladıktan sonra cehenneme gönderir. Temizlik ve 
hakikat içinde yaşadığını gördüğü ruhu da taltif eder, 
mutluluk adala gönderir.» iısi 


28 



Böylece Eflâtun; Homeros'un kaybettiğini telafi et 
ineğe çalışıyor ve kendinden iki bin beşyüz yıl Önce 
zunu eden Mısır inancının kenarına yaklaşıyor. 

Aradan beşyüz sene daha geçiyor. Büyük Roma 
şairi «Wrçil» geliyor. Milâttan önce (70-19) yıllan. On ik 
fasıldan müteşekkil înyada destanını yazıyor. Bunlard 
altı fasıl Odeşa tarzında, altısı da Homeros'un Uyada's: 
tarzındadır. 

Altı fasıldan birinde mitoloji kahramanı îny'as, 
baba sı Anşiz'i görmek ve ondan kendisinin ve, 
çocuklarının is tikbali hakkında bilgi almak için süflî 
âleme gider. Bura ya bir kâhine ile beraber iner. Bu 
kâhine onu, ölüler diyâ rina götürür. Burada gölgeler 
ve ruhlar görür. Stek nehrini geçerler. Bu nehir, 
cehennemde yılanlar ve kor kunç hayvanlarla dolu 
olan bir nehirdir. Bu nehirden geçmeyi, ölülerin 
ruhlarım sevk eden pek üzüntülü notî «Şaron» idare 
eder. Sonra kâhine yoluna devam eder, Inyas da 
onun ardına düşer. Tamamen üzüntü ve umutsuzluk 
dolu bir âleme gelirler. Ölü hayalleri bu âleme gelip 
gitmektedir. Burada Inyas, Travda kahramanlarından 
birçoğunu görür... Sonunda da babasiyle karşılaşır. 


29 




Babası ona'soyu için yazılmış olan şeref ve iftiharı 
bildirir, üsıvverçil'in cehennemi de biraz önce işaret 
ettiğimiz Mısır cehenneminden mülhem olan Homeros 
cehenneminin aynıdır. Yalnız bazı eksiklikler ve 
değişiklikler vardır. 'Şimdi Yunan mitolojisini bırakıp îsrail 
Oğullarına geçmek ve biraz da oniarın âhiret 
düşüncesinden bahsetmek istiyoruz, Bugün elimizde 
bulunan, Yahudilerin birinci kitabı !20iAhd-i Kadimde 
âhiret âleminden hiç bahsedilemez. Bütün siyaktan 
(sözün temasından) anladığımıza göre şerre ceza, 
dünyadadır. Fertler de cemiyetler de kötülüklerinin 
cezasını bu dünyada göreceklerdir, îsrail Oğullarının 
tanrısı, kendilerinden herhangibir fert veya neslin 
yaptığı kötülüğü daima bilir. 

Fakat bu inanç hayattaki realiteye mukavemet 
edecek nitelikte değildir. Hayatta bazan şer cezasız 
kalıyor, iyilikle karşılanıyor; hayır da aksine kötülük 
görüyor. Neticede bu sâfiyane itikad ile hayat gerçeği 
arasındaki uyuşmazlık yüzünden bu inanç, îsrail 
Oğullarının ruhunda bir sarsıntı meydana getiriyor. 
Ahd-i Kadim'deki Eyyub Sifri'nde bu husus açıkça 
kendim göstermektedir. 


30 





Şimdi Prof. Alî Edhem'in. bu şifre dayanarak yazdı¬ 
ğı Nazrât fî'l -Hayat wa'l-Muetama' adlı kitabından bir 
fasıl takdim edeceğim. Profesörün sözlerini kısaltmak] 
veya bunlara bir şey ilâve etmek lüzumunu «Eyyub 
Sifrinin on üçüncü ıshahında Eyyub, ashabirna verdiği 
cevapta Yüce Zartan bahsederken şöyle diyor: «O 
beni öldürse de yine onu arza eder kalacağım. Ancak 
onun önünde yollarımın doğruluğunu savunacağım» 
Bu! sözde tam imanla biraz inkâr birleşmekte; mutlak 
güven, şek ve şüphe gölgesine karışmaktadır. Ahdi 
Kadim'in enedebî sifirlerindenr olan ve cür'etli 
görüşlerle dolu bu sifirde Allah'ın verdiği dertlere, 
ızdıraplara sabreden Eyyub, bir zaman derdini 
gizlemeğe, duyguların E yutmağa çalışır, sonra kendini 
müdafaa İ£İn deliller sürerek kurtulmağa çalışır. Bu 
sifirde çok nüfuzlu .görüşler, cür'etîi sözler vardır. 
Burada insanın durumu şöyle izah edilir: «Kadından 
doğmuş, az ömürlü, çok kötülük; yapan.» Allah'tan da 
şöyle bahsedilir: «Araştırilamıya cak kadar büyük işler 
yapan sayılamıyacak kada: I; harikalar yaratan» 
İnsanın adalet arzusundan, haya; olaylarındaki hikmeti 
aramasından, varlığın haki katini öğrenme 


31 




çabasından bahseder. Bu sifir, insand çarpışan iki 
kuvveti tasvir eder. İnsanda, beşerî fiillerinde milletlerin 
hayatlarında tecellî eden İlâhî adaletin varlı ğindan 
duyduğu şüphe ile, kendini bu şüphenin gayyasın oa 
boğulmaktan kurtaracak kuvvetli iman çarpışmasın en 
ince ve en doğnrtasvir eden bir sifirdir bu. 

«lîu sifr, îsrail Oğullarının dinî düşüncesine şüphe 
girmeğe başladığını gösteren önemli bir merhale teşki 
edep. İsrail dinine göre dürüst, iyi adam dünya 
hayatuıd bu istikametinin, güzel ahlâkının mükâfatını 
göreceli iyilikten kaçıp günahlara dalan da işine 
uygun cezayı çe kecektir. Yani iyilik de, kötülük de 
dünyada karşılı bulacaktır. Fakat hayatın, yaşanan 
olayların, bu sâf itikadı doğrulamadiğı, şerlinin cezasını 
çekmediği hayırlının mükâfat görmediği, aksine İmzan 
yaptığı iyilik ve dürüstlüğün insanı daha kötü duruma 
düşürdüğü görülmüştür. Artık bu mesele insan akimi 
uğraştırmağa ve zihinleri bulandırmağa başlamıştır. 
Acaba İlâhî adaletten şüphe edilebilir mi? Yahut 
zulüm görünen bu hayat olaylarında acaba insanın 
göremediği, düşünemediği çok ince bir adalet mi 
var? Böylece adalet düşüncesinin ufukları genişleyip 


32 




kısır görüş ve kısa akıldan gelen itirazlara da 
müsamaha baş göstermiştir, İşin daha korkunç tarafı, 
âhiret hayatı düşüncesi üzerine düşen bu gölgenin, 
ondan sonra bir daha kalkmamasıdır.» 

Şüphesiz İsrail Oğullarında Ahdi Kadim'in yazılışın¬ 
dan sonra uzun süren tarihleri boyunca âhiret 
düşüncesi gelişmiştir. Matta İncilinin Yirmi ikinci 
ishahmda şu ifadeyi görüyoruz: 

«Kıyamet yoktur diyen Saddukîler, o gün İsa'ya ge¬ 
lerek sorup dediler...» Bundan anlıyoruz ki Hz. Isa zama- 
rinda Yahudilerden bir fırka kıyametin olmadığını iddia 
ediyordu. Yine İsrail Oğullarından Ferîsîler ise kıyamete 
inanıyorlardı. Bunu da peygamberlerden bahseden 
Yirmi üçüncü ıshahtan öğreniyoruz. Orada 
peygamber Paul şöyle diyor: «Ben Ferisi oğlu Ferîsîyim. 
Ölülerin kıyametini (kalkacağını) ümidettiğim için 
muhakeme olunuyor... Çünkü Saddukiler kıyamet ve 
melek ile ruh yoktur derler. Fakat Ferîsîler ikisini de ikrar 
ederler.» 

Yahudiler, Bizans valisini Paul'e karşı kışkırtıp «O 
miifsiddir, uslu olan Yahudiler arasında fitne 
uyandırmağa çalışıyor.» diyerek Paul'ü yakalamasını 


33 



istiyorlar. Paul de kendini savunmak için valiye bu 
sözleri söylüyor. Yirmi dördüncü ıshahta da Paul şöyle 
diyor: 

«Ben Namusta ve Peygamberlerde yazılmış 
bulunan ler şeye inanmış olarak rabbime ibadet 
ederim. Onların beklediği şeyin olacağına inanıyorum: 
Yakmda iyi ve üahkâr ölülerin kıyameti olacaktır» 
Demek ki İsrail Oğul lamdan bir cemaat araşma âhiret 
inancı girmiştir. 

Fakat bu itikadın onlara ne zaman girdiğini tayi 
edemiyoruz. Bu hususta ilk işareti Milâttan önce on 
üçün cü asırda yaşamış bulunan Eş/iya'nm Sifrinde 
buluyoruz! Fakat bu ibare ile mutlaka kıyamet 
gününün kasdedildi ğine dair kesin delil yoktur. Bu 
işaret, onun kehanet tarzındaki şu sözüdür: 

«îşte o rab arzı boşaltıyor. Arzın yüzünü alt üst yor 
ve orada oturanları dağıtıyor» Ve şöyle devanı ediyor 
«Ve vaki olacak İd dehşet velvelesinden kaçan çukur 
düşecek, ve çukurun içinden çıkan tuzağa tutulacak. 
Çün kü yüksekteki pencereler açıldı ve dünyanın 
temelle titriyor. Dünya ezildikçe ezildi, dünya varıldıkça 
yanldıj dünya sarsıldıkça sarsıldı. Dünya sarhoş bir 


34 






adam gibi sendeliyecek, ve bir salıncak gibi 
sallanacak ve günahıl kendi üzerine ağır basacak ve 
düşecek ve bir daha kalka-mıyacak.» 

«O gün rab, yüksekte olanların ordusunu yüksekte 
ve yerin kırallarını yer üzerinde yokhyacak. Ve esirler 
çukura nasıl toplanırlarsa onlar da bir araya 
toplanacaklar ve zindana kapatılacaklar ve çok 
günlerden sonra yoklanacaklar ve Ay kızaracak ve 
Güneş utanacak; çünkü orduların rabbi, Sioıı dağında 
ve Yeruşelim'de kırallık edecek; onun ihtiyarlan 
karşısında izzet» 12 u 

Fakat bu gün, dünya günlerinden biri de olabilir. 
Hattâ böyle olması da kuvvetlidir. Çünkü yirmi beşinci 
ıshahta şöyle deniyor: 

« Ogün denilir: îşte beklediğimiz ilahımız budur. Ve 
bizi kurtaracaktır, iste beklediğimiz rab budur. Onun 
kurtarışiyle mesrur olacağız, sevinç ve neş'e 
duyacağız. Çünkü rabbın eli bu dağda rahat edecek 
ve .gübreliğin suyunda saman çöpü nasıl çiğnenirse 
Moab da olduğu yerde öyle çiğnehecek. "Ve yüzen 
bir adam yüzmek için ellerini uzattığı gibi onun 
ortasında ellerini uzatacaktır. Fakat rab, onun 


35 



gururunu ellerinin hüneriyle beraber alçalta-caktır. Ve 
senin duvarlarının yüksek hisarını yıkıyor, al-çaltıyor ve 
toprağa kadar da indiriyor.» 

Yirmi altıncı ıshahta: 

«O gün Yahuda yurdunda şu İlâhi terennüm edilir: 
Kuvvetli şehrimiz var. Duvarları, burçları, kurtarışı 
koruyor. Kapıları açın ki emaneti koruyan saüh millet 
içeri girsin...» 

Demek ki bugün, İsrail'in, düşmanı Moab'a galib 
geldiği gündür. Bu Eş'iya (Işaya)'mn Ahdi Kadimde 
buluran diğer kehanetler gibi haber verdiği mahallî bir 
gün olacaktır. 

Milâddan önce ikinci asırda yaşamış olan Danyal 
Sifrinin on ikinci ishahmda da kıyamet gününe benzer 
tir güne işaret edilmektedir. Bu işaret, Eş'iya (îşâya) nm 
işaretinden daha çok kıyameti gösterirse de bunun da 
dünya günlerinden bir gün ve İsrail milletinin istikbaline 
dair verilen haberlerden bir haber olması ihtimali var¬ 
dır. Danyal, rabbın kendisine vahyini hikâye ederek di¬ 
yor ki: 

«Ve senin kavminin oğullan için durmakta olan 
büyük reis Mikâel, o vakit kalkacak ve millet olalıdan 


36 



beri o zamana kadar vaki olmamış bir sıkıntı vakti 
olacak; o vakit senin kavmin, kitapta bulunan herkes 
kurtulacak ve yerin toprağında uyuyanlardan birçoğu, 
bunlar ebedî bayata ve şunlar utanca ve ebedî 
nefrete uyanacaklar. 

Ve anlayışlı olanlar, gök kubbesinin parıltısı gibi, 
birçoğunu salâha döndürenler de yıldızlar gibi 
ebediyen parlayalar.» 

Fakat bu, İran'da üç .kralın ve bunlardan daha 
zengin ve kuvvetli olan dördüncü kiralın kalkıp Yunan 
memleketine hücum edeceklerinden bahsede uzun 
bir konuşmadan sonra söylenir ve nihayet o gün 
gelecektir denir. Bu da gösterir ki bu ifade, açıkça 
kıyameti gösteren bir nass değildir. İstikbâle dair 
söylenen bu gibi haberlerde ölümden sonra 
peygamberlerin kalkıp dirilmesine dair ifadeler, çoğu 
kere İsrail milletinin nihayet yükseleceğine işaret sayılır, 
âhiret âlemine intikali göstermez. 

İncilde ve Resullerin İşlerinde bulunan işaretler, ne¬ 
tice itibariyle Yahudilerde kıyamet günü itikadının bu¬ 
lunduğunu isbata kâfidir. Ancak öyle görünüyor ki bu 
itikad Yahudilerde geç meydana çıkmıştır. Böyle 


37 





olmakla beraber Yahudiler bu noktada Mısır 
akidesinden müteessir olmamışlardır. 

Gelelim Hristiyanlığa: Orada «Rabbm Melekûtu», 
Ebedî Hayatı», azap için «Cehennem», «Nâr» ve «Zul¬ 
met» vardır. Yine Hristiyanlıkta «Din günü» tabiri de ge¬ 
çer. O gün insan oğlu (Hz. İsa), Allah'ın melekleriyle bir¬ 
likte gelecektir. Ama bunun zamanını kestiremiyoruz 
Kıyamet günü müdür, yoksa incil'de mevcudolduğu 
gibi Hz. İsa'nın defninden üç gün sonra dirilip kalktığı 
gün mü? 

Matta İncilin 16 incin ishahında şöyle deniyor: «Zira 
insan oğlu, babasının izzetinde onun melekleriyle 
beraber gelecek ve o zaman herkes kendi ameline 
göre ceza görecektir. Gerçeği söylüyorum ki: Bu 
kalkışta bîr kavim vardır İd onlar, insan oğlunun 
(Mesih'in), rabbinin melekûtü içinde geldiğini 
görmedikçe ölümü tadnıazlar.» 1221 

Bu İçilin 19 uncu ıshahmda şöyle deniyor: 

«İsa tilı. izlerine dedi: Size gerçeği söylüyorum ki: lîir 
zenginin, göklerin melekûtuna girmesi güçtür. Ve yine 
size diyorum ki: Devenin iğne deliğinden geçmesi, bir 


38 



zenginin Allah'ın melekûtuna girmesinden daha 
kolaydır.» 

Yine aynı ıfînahta: «İnsan oğlu, her şeyin 
yenilenmesinde, izzetinin tahtına oturacağı zaman siz 
ki benim ardimca gelenlersiniz, siz de İsrail'in on iki 
sibtına (kabilesine) hükmederek on iki taht üzerinde 
oturacaksınız ve benim ismim uğruna evler, ya 
kardeşler, ya kız kardeşler, ya baba, ya ana, ya 
çocuklar ve yahut karılar bırakan her adam yüz katını 
alacak ve ebedî hayta kavuşacaktır.» J23i 

Aynı İncilin 12 inci ıshahmda şöyle deniyor: «Size 
diyorum: İnsanlar söyledikleri her boş söz için hüküm 
gününde hesap vereceklerdir.» 

16 mcı ıshahmda: «Ben yine sana diyorum ki: sen 
l'etrus'sun. Ve ben kilisemi bu kayanın üzerine kuraca¬ 
ğım ve ölüler diyarının kapılan (cehennem kapıları^ 
onu yenmiyecektir. Göklerin melekûtu anahtarlarını 
sana vereceğim.» 

18 inci ıshahmda: «Şayet elin ve ayağın sürçmene 
ebeb oluyor, seni düşünüyorsa onu kes at. Zira senin 


39 




için topal veya çolak olarak hayata girmek, iki 
ele, ya da iki ayağa sahih olarak ebedî nara 
atılmaktan daha iyidir.» 

Markos İncilinin dokuzuncu ıshahmda bu ifacfe": 
şu ilâvesi de var: «Orada onların kortları ölmez, ai 
sönmez.» 

Matta İncilinin 8 inci ıshahmda şöyle deniyor: «1 
iıısu size diyorum ki doğadan ve batıdan birçokları 
gelecekler ve göklerin melekûtunda İbrahim, tshak ve 
Ya'kub oturacaklar ve melekûtun oğulları haricî 
zulmete (dış karanlığa) atılacaklar; orada ağlayış ve 
diş gıcırtısı olacak.» JM 

Bu İncilin 11 inci ıshahmda şöyle deniyor: «Sen ey 
Kefernahum, sen göğe kadar mı yükseltileceksin? 
ölüler diyarına kadar ineceksin. Çünkü sende yapılmış 
olan kudretli işler Sodom'da yapılmış olsaydı o, bugüne 
kadar dururdu. Fakat ben size derim ki: Din günü 
senden ziyade Sodom diyarına kolaylık olacaktır.» 

26 mcı ishah: «Size diyorum İd: Ben şimdiden itiba¬ 
ren asmanın bu mahsulünden (şarabından) 
içmiyeceğim, ta babamın melekûtunda sizinle 
beraber taze olarak içeceğim güne kadar.» 


40 



îşte încillerde naîme, göklerin melekûtuna, azaba, 
cehennem ateşine veya haricî zulmete dair sadece 
bu kısa işaretlere rastlıyoruz. Yalnız bir defa Matta 
İncilinin yirmifeeşinci ıshahmda azıcık bir tafsilât 
görmekteyiz: 

«İnsan oğlu, bütün melekler kendisiyle beraber 
olarak izzetiyle gelince, o zaman izzetinin tahtı 
üzerinde oturacaktır: Bütün melekler onun önünde 
toplanacak çoban boyunları keçilerden ayırdığı gibi 
onları birbirinden ayıracaktır. Koyunları sağına ve 
keçileri soluna koyacaktır. O zaman kıral sağındakilere 
diyecektir: Gelin ey sîzler babanım mübarekleri, ta 
âlemin yaratılışından beri sizin için hazırlanmış 
melekûta sahibolun. Zira ben aç idim, siz beni 
doyurdunuz; susamıştım, bana su verdiniz; garip 
kalmıştım, beni barındırdınız; çıplaktım, beni giydirdiniz; 
hasta idim, beni ziyaret ettiniz; zindanda idim, benim 
ya-ıtıma geldiniz: O zaman iyiler ona şöyle cevap 
verirler: Ya Rab, ne zaman biz seni aç gördük de 
doyurduk; yahut ne zaman seni susuz gördük de sana 
su verdik? Ne zaman seni garip gördük de barındırdık? 
Yahut ne zaman seni çıplak gördük de giydirdik? Ne 


41 



zaman seni hasta, yahut zindanda bulup yanına 
geldik? Kral cevaben der M: Doğrusu size derim: Siz şu 
küçük kardeşlerimden birine yapmakla bana yapmış 
oldunuz. 

«Sonra solundakilere der ki: Ey mePunlar katımdan 
cıkm, tblis ve onun melekleri için- hazırlanmış olan 
ateşe gidin.- Zira ben acıktım, siz bana yedirmediniz;, 
susadım, bana su vermediniz; garip İsaldım, beni 
barmdirmaduıiz; Çıplaktım, beni giydirmediniz; hasta 
ve zindanda oldum, beni ziyaret etmediniz.» O zaman 
onlar da derler İd: Ya Rab, biz seni ne zaman aç, ya 
da susuz, ya da garip, ya da çıplak, ya da hasta, ya 
da zindanda gördük de sana hizmet etmedik? Onlara 
cevaben der ki: Şu küçüklerden birine bunları 
yapmamakla bana yapmamış oldunuz. Ve bunlar 
ebedî azaba iyiler de ebedî hayata giderler.» 

işte kıyamet gününe, hesaba nimet ve azaba 
dair, elimizdeki mevcut indilerde bulunan tek tafsilat 
bundan ibarettir. Bugüne kadar. Hıristiyanlıktaki âhiret 
inancı bu kadarlıktır. Risalelerde ve şerhlerde başka 
hiçbir tafsilât yoktur. 


42 



Arap Yarımadasında bazı Yahudilerin ve 
Hristiyanların bulunmasına rağmen âhiret âlemi inancı 
Yarımadada yayılmamış, dolayısiyle Hz. Muhammed 
(A.) Kur’an getirdiği zaman öldükten sonra dirilme fikri, 
Araplarca son derece şiddetli inkârla karşılanmıştı: 

«Küfredenler dediler ki: Siz ölün tamamen 
dağıldıktan sonra yeniden dirileceğinizi söyliyen bir 
adamı size gösterelim mi? Allah'a yalan mı uydurdu, 
yoksa onun bir deliliği mi var?» (Sebe 1 : 7) 

«Dediler ki: Ne varsa bu dünya hayatımızdır, 
başka yok. Ölürüz ve yaşarız. Bizi öldüren zamandan 
başka bir şey değil. Onların bu hususta bir bilgileri 
yoktur. Onlar sadece zannediyorlar:» (Câsiye: 24) 

Kur'an onları, insanlık tarihinde hiç görülmemiş 
p.hiret inancının, eski Mısır'da doğmasından ta Islâmın 
gelmesine kadar hiçbir beşerin hayalinden geçmiyen 
bir âhiret inancı ufuklarına yükseltmiştir. Takdim 
edeceğimiz kıyamet meşhedleri, îslâmın Arapları 
yükselttiği bu fikrî sıçrayış hamlesinin derecesini güzel 
açıklıyacaktır. Onlar âhiret âlemine, cennete, 
cehenneme, naîm ve azaba mutlak adalete ve geniş 
rahmete inanmışlardır ve onların inancı, ondan önce 


43 



insanlık tarihi boyunca gelmiş geçmiş bütün uhrevî 
düşüncelerin hepsinden mükemmel; teamiz ve pak bir 
âhiret inancıdır. 

Şimdi Kur'andaki bu âlemin, bu düşüncenin 
hikâyesini bölümler halinde tafsilâtiyle anlatmağa 

çalışacağız. ısa 

Kur'an'da Âhîret Âlemi 

Kur'an'da «Kıyamet Sahneleri», onun en bariz 
tasvirleriri-dendir. Kur'an'da Edebî Tasvir'de 
bahsettiğim, bu kitabın mukaddimesinde de oradan 
iktibas ettiğim.bütün tasvir özellikleri, bilhassa bu 
sahnelere tamamen uyar. Kur'an'm bu metodu bu 
sahnelerde daha açık bir şekilde kendini gösterir. 

Kur'an, kıyamet sahnelerinde öldükten sonra 
dirilmeği, nâîm ve azabı anlatmış, bu dünyada 
insanlara vadettiği âhiret âlemi, sadece tavsif 
edilmekle kalmamış, Kur'an dilinde bu âlem, görülen 
bir resim, hareket eden bir canlı, bariz bir şahıs haline 
gelmiştir. Müslümanlar bu âlemi tam bir şekilde ya¬ 
şamışlar, sahnelerini görmüşler,' olaylarını seyretmişler 
bunlardan etkilenmişler. Kâh yürekleri hoplamış, kâh 
tüyleri ür-permış, kâh içlerine korku dolmuş, kâh 


44 



ruhlarını huzur ve güven- okşamiş, kâih onları ateşin 
dilleri sarmış, kâh cennetten esen hafif, tatlı rüzgâr 
içlerini açmış. Ve henüz o va'dedilen' gün gelmezden 
önce o günü bu dünyada bilmiş, görmüşler. 

Bu âlem gayet basittir. İslâm inancının açıklığı gibi 
açıktır: Ölüm, Öldükten sonra dirilme, naîm ve azap. 
«Salih ameller yapanlar için nimet dolu cennet var. 
înkâr edenler ve Allah'ın huzuruna çıkılacağını 
yalanhyanlar için içi azap ve ateş dolu cehennem 
vardır. Orada ne iltimas, ne azaptan kurtuluş vardır, ne 
de hassas, adalet terazisinde kıl kadar bir yanlışlık var: 
«Zerre kadar hayır işliyen hayrını görür, zerre kadar şer 
işliyen şerrini görür.»,» «O gün ne baba oğlunun yaptığı 
işten ceza görür, ne de çocuk babasının yaptığından 
cezalanır.» 

Bu âlem basit, vazıh, gerçek muhtelif şekillerde arz 
edilen sahnelerle süslü mükemmel bir âlem şeklinde 
çizilir; çeşitli durumlarda, şekillerde ve veçhelerde 
görünür ve ruhu saran, hayali okşayan, hissi doyuran 
çok yüksek bir sanat bu şekil lerle kaynaşır; bu 
sahnelere gölge, ışık verir ve edebiyat servetina eşi 
bulunmayan safhalar katar. 


45 



Biraz sonra tafsilâtiyle arz edeceğimiz bu olaylar 
ve şekiller ne olursa olsun muhakkak onlarda şu özellik 
mevcuttur: Bunlar canlılar dünyasından alınmış canlı 
sahnelerdir. Soyut renkler, donuk çizgiler değillerdir. 
ABunlar öyle sahnelerdir ki bunlarda buudlar ve 
mesafeler şuurlarla, vicdanlarla, düşüncelerle, 
tepkilerle ölçülür; durumlar, tutumlar, canlı insan ha¬ 
linde, ya da hayat giydirilmiş tabiat şahıslan halinde 
çizilir. Haller, tutumlar, olaylar muhtelif sahnelere 
ayrılarak gösterilif amma bütün sahneler bu temel 
Özelliğini taşır. 

Bütün bu sahnelerde hiç eksik olmıyan diğer 
temel bir özellik de şudur: Anlatılan bu sahneler, bugün 
karşımızda hazır vaziyete getirilmiştir. Göz onu görür, 
kulak duyar, iki âîenı arasındaki fasıla çok kısalmiş 
hattâ bazan arada hiçbir fasıla kalmamıştır. Çoğu 
defa öteki dünya yaşanan dünya olur da bu dünya, 
maziye karışmış gibi bir hal alır, insanlar âhirette 
bulunur ve yaşadıkları bu dünyadaki izlenimlerini 
hatırlarlar, işte bu özellik, âhiret sahnelerinin tesirini 
artırmakta, bu sahneleri ruhta canlandırmakta, histe 


46 



onların tesirim kuvvetlendirmektedir. Bu özellik muhtelif 
vasıtalarla temin edilmiştir. Bir kısmını arz edelim: 

Kâh olur ki, sahnenin başı dünyadadır, sonu 
âhirettedir. 

Araya fasıla girmeden sahnenin yaşantısı devam 
eder. Bu âhiret hayatı sana yakından da yakın gelir. 
Ve insanlığın bü uzun merhaleyi gayet kısa zamanda 
aşarak göçüp gitmekte olduğumı sorursun. 

İnsanın üzerinden, hiç anılan bir şey olmadığı bir 
zaman geçmedi mi? Biz inşam karışık bir nutteden 
yarattık. Onu deneriz, bunun için onu işitici ve görücü 
yaptık. Doğrusu biz ona yol gösterdik: Ya şükreder 
veya nankördür, inkâr eder. Biss kâfirler için zincirler, 
demir halkalar ve çılgın alev hazırladık. Şüphesiz iyiler, 
kâfur karışık bir kadehtan içerler. Bu öyle çeşmedir id 
Allah'ın kulları ondan içerler, onu istedikleri yere 
akıtırlar.» (insan suresi: 1-6) 

Ve tema devam ediyor, naîm ve azap 
sahnelerine geçiyor. 

Bu uzun merhaleleri insanın, birkaç saniyede 
katettîğini sanıyorsun. Bu, öyîe bir gerçektir ki insan 
yaratılmazdan, hiç-birşey olmazdan önce başlıyor, 


47 



cennette ve cehennemde son buluyor. Ve arada 
sadece^kısa birkaç olaylık bir hayat vardır. 

Kâh dünya ve âhiret, ikisi de yan yafta mevcuttur, 
îşte şu topluluk cehennemin içinde bulundukları halde 
peygamberden azap getirmesini istiyorlar: «Acele 
azabın gelmesini senden istiyorlar. Oysa cehennem 
kâfirleri kuşatmıştır.» 

Bazan bir olay dünyada başlıyor, âhirette 
tamamlanıyor: 

İşte Fir'avn dünyada kevmine önderlik ediyor, 
cehennemde de onlara öncülük etmektedir: 

Doğrusu biz, Musa'yı âyetlerimizle ve apaçık bir 
yetki ile Fir'avn'e ve adamlarına gönderdik. Ama onlar 
Fir'avn'in emrine uydular, onun peşinden gittiler. 
Fir'avn'ın işi de selâmette değildir. Kıyamet günü 
kavminin önüne geçer, onları ateşe getirir. Orası da ne 
kötü bir gidilecek yerdir.» (Hud: 96) 

Bazan da dünya ile âhiret sahnelerini çift zikrede- 
Ayrı ayrı. Sanki ikisi de şimdi yan yana mevcuttur. Kâh 
biri, kâh öteki Öne geçer: 

Yıldızlar mahvolduğu zaman, gök yanldığı zaman, 
dağlar pamuk gibi atıldığı zaman, peygambere 



(ümmetlerine şahidlik etmeleri içün) vakit bildirildiği 
zaman. Hangi güne bırakılmıştı? (Davaların ayrılacağı) 
fasıl gününe. Fasıl gününün ne olduğunu sana ne 
bildirdi? O gün yaianlayıcıîann vay haJjine. Öncekileri 
helak etmedik mi? Aramdan sonrakileri de onlara ka- 
tanz. İşte biz suçlulara böyle yaparız. Yaianlayıcıîann 
vay haline o gün. Sicd âdi bir sudan yaratıp belli 
süreye kadar sağlam 

bir yere yerleştirmedik mi? Buna gücümüz yetti, 
hem de ne güzel güç yetireniz. Yaianlayıcıîann vay 
haline,o gün. Biz yeryüzünü, dirilerin ve ölülerin toplantı 
yeri yapmadık mı? Orada 

yüksek sabit dağlar yaratıp sizi tatlı bir su iJe 
anlamadık mı? Yalanlayscıların vay haline o gün. 
«ifaydı yalanlamakta olduğunuz şeye gidin! O üç dallı 
gölgeye gidin. Ne gölge yapar, ne de ateşten korur o. 
O gölge, kaba ağaçlar gibi kıvılcım (lar) saçar. Sanki o 
(her kıvılcım) san bir halattır. YalaBİayıcıîarin vay haline 
o gün!».. (Mürselat suresi Kâh haberden inşaya (yani 
emre), tavsiften konuşmaya geçer, sanki sen, 
konuşmanın cereyan ettiği sahne karşısında imişsin 
gibi' gelir sana: 


49 





«Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldi. Bu, senin 
kaçmakta olduğun şeydir. Sur'a üflendi, işte bu 
kendisinden uyarılan gündür. Her nefis, yanında bir 
sevk edici ve bir şahid olduğu halde gelir. «Sen, 
bugünden gaflette idin. Biz s.enin perdeni kaldırdık, 
bugün artık gözün keskindir.» Yakınındaki (şeytanı, 
arkadaşı) dedi: «İşte yanımdaki hazır.» «Her inatçı, 
inkarcı, hayra engel, mütecaviz, şüpheci, Allah ile 
beraber tanrılar kabul eden kişiyi cehenneme atın, 
onu şiddetti azaba sokun. (Kâf suresi) 

Kâh dünyadan bahseder Öyle ki dünya geçmiş, 
mazi olmuş ihirette imişiz gibi: 

Küfredenler, bölük bölük cehenneme 
sevkedîldiler. Oraya" çeldikleri zaman kapılan açıldı. 
Muhafızları onlara dedi İd: »ize rabbımizm âyetlerini 
okuyan ve sizi bu gününüzle karşiacağımz hususunda 
uyaran kendi aranızdan peygamberler mi? Dediler: 
Evet geldi, fakat (bîr kere) azap kelimesi Şiirlere 
gerçekleşmiş oldu!» (Zümer: s.) 

işte böyle çeşitli ifade renkleri sahneye ayrı ayrı 
hariku-îde özellikler katarlar. Sahneyi gözle görülür, elle 


50 





tutulur getirirler. Şüphesiz bunun, ruhlardaki tesiri 
bakımından önet büyüktür. 

Bu sahnelerde ve bütün Kur'an tablolarında 
görülen üçün-ü bir özellik de tenasuk (uyum) 
Özelliğidir. Kur'an'da Edebi 'asvir'de buna ait bir fasıl 
ayırmıştım. Orada söylediklerimiz, Kıyamet 
Sahnelerime de uyar. Bu öyle bir uyumdur ki önce 
annenin cüzlerinde görünür. Bu cüzler birbirleriyle 
uyumlu lur. Temasül, teşabüh, tedai ya da tekabül 
renklerinden biri e hiç aykırılık, tezad olmıyan bir hava 
içinde uyuşurlar. Sa-iyen bu uyum, kelimelerin 
musikisinde kendini gösterir. Bazı ımavüar bu musiki, 
kelimenin manasım da canlandırır. Ve dana bu ses, 
diğer kelimelerle uyuşarak sahnenin havasına tam 
ygun bir ahenk temin eder. Demek ki sahneye eş olan 
mu-iki, sahnenin havasını tamamlamakta, 
uyandıracağı duygu-ira münasip düşmekte ve genel 
gayenin tasvirinde kelimelere yardımcı olmaktadır. 
Üçüncü olarak bu uyum, sahnenin kelimeleriyle, 
manalariyle, musikisiyle, ikaiyle arzedildiği siyakla! 
beraber bir bütün teşkil etmesinde kendini gösterir. 
Sahne ister takip, ister delil getirme, ister bir kaziyyeyi 


51 



tekid, ister bir imam tesbit için sevk edilmiş olsun, her 
şeyiyle uyumlu bir bütündür Kur'anda kıyamet 
sahneleri dînî gaye için sevk edilmiştir." Kur'an'm temel 
gayesi budur. Fakat bunlar sanat duygusu yoliyle dinî 
şuura ulaşır. Sanat yoliyle dine hizmet eder. Bu uyum 
renklerini burada açmak istersek Kur'an'da Ede'bî 
Tasvir adlı eserimizde olduğu gibi uzun bir fasıl ayır¬ 
mamız gerekecektir. Onun için bu kısa sözlerle 
yetinmek istiyoruz. Ve bu kitaptaki sahnelerin 
takdimine başlıyoruz. Sahnelerdeki ahengi meydana 
çıkarmak için bunlardan bazı örnekler üzerinde durduk 
ve makamın iktizasına göre nasıl bir ahenk 
bulunduğunu gösterdik. 

Diyorum ki: Hepsinde değil, bazıları üzerinde 
durduk ve: bunları diğerlerinin kıyaslanacağı birer 
örnek yaptık. Çünkü hepsi üzerinde ayrı ayrı durmak 
kitabın hacmini büyüteceği gibi tekrar da meydana 
getirir. Okuyucu ayrıntılariyle açıklanmış bu örnekleri 
inceledikten sonra diğerlerim de bunlara kolayca 
kıyas edebilir. 

Bu sahneler, kıyamet günündeki deh§et ve 
korkuyu tas vir ediyor. O korku ki bütün tabiatı sarar. 


52 



insan ruhunu kap lar, titretir. Canlıların iştirak etmediği 
hiçbir sahne yok gi bidir. Tabiat k,endi başına donuk 
kalmaz. Tabiat olaylarını canlılar karışır veya tabiatın 
kendi'si canlanır. Her korku sah nesinde muhakkak bir 
çeşit hayat deprenir. B?-zan sahned görünen 
kahramanlar, bizzat tabiatın bütün fertleridir. Bazaı da 
akıl sahibi insanlar, ya da muhtelif hayvanlardır. Bazan 
d, sahne bunlar arasmda müştereken paylaşılır. Üçü 
beraber safc nede rol alırlar. Bu kahramanlar sağır 
tabiat, dilsiz havyarlar, konuşan insanlar olur, sahnede 
bunlar beraber ortaya .çıkarlar; 

Güneş, dürülüp döndürüldüğü zaman» yıldızlar 
düşüp para-Jidığı zaman, dağlar yürütüldüğü zaman, 
doğurması yaklaş-ılş develer başı ( bırakıldığı zaman, 
valisi hayvanlar biraya toplahîdiğı zaman, denizler 
kaynaşürildığı zaman, ruh r (bedenlerle) çifleş tirildiği 
zankan, diri diri toprağa gömülüş kız çocuğun hangi 
günahından dolayı öldürüldüğü sorul zaman, (amel) 
defterler (i) açıldığı zaman, gök yerinden natıldiğı 
zaman, cehennem alevlendirdiği zaman, cennet yak- 
jtınldığı zaman: Kişi dünyada ne yapıp gönderdiğini 
bilektir.» (Tekvir sûresi: 1-14) 


53 





Korkunun- yeri, göğü, hayvanı, insanı, küçüğü, 
büyüğü, ıneti ve cehennemi nasıl sardığını görüyorsun. 
Hepsi de işet, ürperti- ve bekleyiş içindedir. 

Bazan da kıyamet sahnelerini hareket ettiren, 
kımıldatan kuvvet korkudur; 

O vak'a vukubuldu bir, olmaz vak'asına yalan 
diyen Alçaltır, yükseltir. Yer bir sarsılış sarsıldığı, dağlar 
bir serpitfş serpildiği, hepsi toz duman haline geldiği 
zaman...» (Vakıa sûresi: 1-6) 

Bazan bu korkuyu, bir insan gölgesi, onun 
davranışları, tepkileri içinde görüyoruz:. 

O gün kişi liardeşlnden, amıeskıden, tabasından, 
eşinden ve oğuîlannâaiı kaçar. Onlardan her birinin o 
gün başından aş-km bir işi vardır.» (Abese: 34-37) 

«Her ümmetten bir şahid ve seni de bunların 
hepsine şa-hid getirdiğimiz zaman nasıl? O gün inkâr 
edip Resûl'e isyâr edenler, isterler fei yer üzerlerine 
düzelsin (yerin dibine " ler) ve Allah'tan hiçbir sözü 
gizliyemezler.» 

«Ey insanlar, rabbımızdan korkun: Zira o kıyamet 
saatinin sarsması cidden dehşet bir şeydir. O gün 
görürsün emziren emzirdiğine oralıklı değil, gebe 


54 





karnında taşıdığı yavruyu düşürür! İnsanları sarhoş 
sanırsın oysa sarhoş değillerdir. Fakat Allah'ın azabı 
şiddetlidir» (Hacc: 1-2) 

Bazan da bu büyük korkuyu tasvir eden tabiat da 
korkmakta insanlara katılır: 

O gürültü. O gürültü nedir? O gürültü koparacak 
olanın olduğunu sana ne bildirdi? O gün insanlar 
çırpınıp dökülen pervanelere dönecek. Dağlar da 
atumış yün gibi olacaktır.» (Karla.) 

O gün yer ve dağlar sarsılır, dağlar erimiş kum 
yığınına löner. Biz size üzerinize şahid bir elçi gönderdik, 
bir elçi gönderdiğimiz gibi. îlravn resule isyan etmişti de 
biz de onu vahim bir şekilde yakalamıştık. Eğer inkâr 
ederseniz, çocukta ihtiyar yapan, göğün dahi 
(korkudan) çatladığı o günün şiddetinden kendinizi 
nasıl kurtaracaksınız?» 

Kur'an sahneleri naîmAve azaptan önce olan 
hesap hailelerini tasvir etmek ister. Bunu yaparken 
birçok arz metotlarını kullanır. Anlatılacak halin 
muhtelif yönlerini ele alır. 

Kâh arzı uzatır, öyle ki hesabın hiç kesilmeyip 
devamlı, olduğunu sanırsın. Kâh yıldırım süratiyle 


55 




gösterir, perde göze dokunur dokunmaz kaldırılır. Bu ve 
öteki arz usulü, ruhu şuur temeline kurulu, halin tabiatı 
gereği olan bir sanat esasına meb-nîdir ki, neticede bu 
metotlar dini gaye ile birleşir ve onun tahakkukunu 
sağlar. 

Kâh saJhne uzanır: «İnsanların hepsi Allah'ın 
huzuruna çıktılar. Zayıflar kibirlilere dediler: «Biz size tabi 
oldu idik. Şimdi siz, Allah'ın azabından azıcık bir şeyi 
üzerimizden kaldı-rabiliyor musunuz? (Ötekiler) cevap 
verdiler: «Allah bizi hidayete eriştirseydi, biz de sizi 
hidayete eriştirirdik. Artık sız-lansak da sabretsek de 
birdir bizim için. Çünkü kaçacak yerimiz yoktur, olup 
bittikten sonra şeytan dedi ki: «Allah size gerçek 
va'detti. Ben de size vadetîm. Ama ben sözümden 
caydım. Esasen benim sizi zorlayacak bir kudretini 
yoktur: 1 Sadece sizi çağırdım, siz de bana uydunuz. 
Artık beni ayıplamayın. Ben sizi kurtaramam, siz de 
beni kurtaramazsınız. Zaten ben, bundan önce beni 
Allah'a ortak koşmanızı da kabul etmemiştim. Şüphesiz 
zalimler için can yakan bir azap vardır..» (İbrahim: 21- 
22 ) 


56 



«O gün zalim, ellerini ısırır, der ki: Keski resulle bera¬ 
ber bir yol tutsaydım. Vah bana, nolaydı, keşld talanı 
dost edinmiyeydim. O beni, bana gelmiş olan zikirden 
saptırdı. Tabii şeytan insanı yalnız ve yardımcısız 
bırakır.» (Furkan: 27-29 i «Herkes kazancına bağlıdır. 
Yalnız sağ ehli (defteri sağından verilenler) 
cennetlerdedirler. Suçlulardan sorarlar: Sizi Sekar'a 
(yakıcı ateşe; ne sürükledi?» Dediler: «Biz namaz 
kılanlardan değildik. Yoksula yedirenlerden de 
olmadık. Batıla dalanlarla beraber biz de dalardık. 
Ceza gününü yalanlardık. Nihayet ölüm bize geldi,» 
(Müddessir: 38-47) 

Böylece birinci sahneyi konuşma ve çekişmeye, 
ikinci sahneyi pişmanlık ve hasrete, üçüncü sahneyi de 
uzun itirafa terk ediyor.. Çünkü bu durumlar etkilenme 
ve etki yapma için zaman ve uzunluk ister. 

Bazan da arz kısa olur. Sahne göze görünür 
görünmez kaybolur: 

Her nefse yaptığı amelin karşılığı tastamam verilir. 
O, onîarm yaptıkları her şeyi bilir.» (Zümer: 70) 


57 




«Ne zaman ki Sura üflendi, artık o gün aralarında 
ne nesepler vardır, ne de bundan sorarlar.» 
(Mü'müran: 101) 

«Suçlular simalarından tanınırlar, alınlardan ve 
ayaklardan tutulurlar.» 

Kısaltma sebepleri sahneye göre değişiklik 
gösterir: Bazan arz kısaltılır, zira durum, sükûn celâl ve 
huşu' durumudur, Çıkışma/çekişme, red, münakaşa 
oraya gitmez. Bazan da sahneden kesinlik kasdedildiği 
için tek bir cümle ile arz edilir. Ondan sonra her türlü 
çekişmeye son verilir. Bazan da her şeyin gayet açık 
olduğu anlatılmak için fazla söz söylenmez. Söze 
ihtiyaç olmayacak kadar açık olduğunu ifade için söz 
gayet kısa olur. îşte bu çeşitli sebeplerden dolayı arz 
kısaltılır. Bunlar arzın kısaltılmasını gerektirir. 

Bu sahneler, tekrar dirildikten sonraki naîm ve 
azabı tasvir etmek isterler. Naîm ve azabı, bir kere 
duyunun dokunacağı maddî bir varlık olarak takdim 
eder, bir kere de ruhun an-lıyacağı manevi varlık 
olarak tasvir eder. Bir kere de iki çeşidi bir araya getirir. 

Gözle görülür elle tutulur maddî azap şu şekilde 
tecessüm eder: «Onlar ki altım ve gümîîşü yığar, onları 


58 




Allah yolunda sarfetmezler, işte onları can yakan bir 
azap ile müjdele-O gün cehennem ateşimle o 
yığdıkları pullanır, sonra onunla alınları, yanlan ve 
sırtları dağlanır. îşte nefsiniz için yığdıklarınız. Yığmakta 
olduğunuzun tadını tadın.» (Tevbe: 34) 

«tşte rablari hakkında tartışmaya giren iki taraf: 
Küfredenler için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlan 
üstünden de kaynar su dökülür. Bununla 
kannlardakiler ve derileri eritilir. Onlar için demir 
topuzlar da vardır. Ne zaman uğradıkları gamdan 
kurtulmak için oradan çıkmak isteseler tekrar oraya 
geri çevrilirler: «ATadın yakıcı azabı!» (Hac suresi: 19-22) 
Gördüğün gibi bu Öyle bir azaptır ki derilere, 
karınlara temas ediyor, barsakları ve cisimleri kızartıyor! 

Görülen, duyulan maddî azap şu tabloda da 
kendini gösteriyor: «Defteri- sağdan verilenler, ne 
mutludur o sağcılar: Sedir ağaçlan, sallanılan sarkmış 
muz ağaçlan içinde, uzamış gölge altında, 
çağlayarak akan su başında, birçok meyva arasında. 
Ne tükenir, ne yasak edilir. Yüksek döşekler Üstümde. 
Biz o ashabı yemin için o güzelleri yeniden yarattık, 
bakire, şuh vs aynı yaşıtta yaptık.» (Vakia Suresi: 27-38) 


59 



«Şüphesiz korunanlar için en güzel bir gidilecek yer 
vardır: Kapı Sarı onlar için açılmış Adn cennetleri. 
Orada (koltuklara) dayanmış olarak birçok meyya ve 
içecek isterler. Yanlarında da gözlerini sadece eşlerine 
dikmiş aynı yaşta gazeller, «îşte bu, hesap günü için 
size vadedilenlerdir.» (Sad suresi: 49-54) 

Bu da bir nimet ki, karınlar, cisimler faydalanıyor, 
uzuvlar ve bedenler lezzetini duyuyor. 

Naîm ve azap, bazan incelir, ince bir ruhî gölge 
haline gelir. Yalnız ruhlara mahsus ya da yüze serpilen 
ruhi bir zevk veya azap. Nimet için şu örneği verelim: 

«tman edip salih amel işliyenler için Rahman, sevgi 
yaratacaktır.» (Meryem: 96) «Allah'a ve rasûlüne itaat 
edenler, işte onlar AUahJuı kendilerine nimet verdiği 
peygamberler, /Sidt&kler, şehîdler ve salihlerle 
beraberdir. Onlarla arkadaşlık ne güzeldir.» (Nisa: 69) 
Ruhî azap için de şu örneği verelim: «Biz sizi yakın 
bir azap ile uyardık. O gün kişi ellerinin yapıp Öne 
gönderdiğine bakar. Ve kâfir der ki: 

«Ah keski ben toprak olsaydım!» (Nebe 1 SûretsıJ 
«Görsen bir onlan Bablan huzurunda 
durduruldukları zaman. Rab dedi:» «Bu, gerçek değil 


60 



miydi?» «Evet, dediler, Eabbımıza andolsun ki 
gerçekmiş.» (Ahkaf: 34) 

Ve daha böyle naîm ve azabın insan içinde, 
ruhunda huzur, sevgi yahut pişmanlık, 'hüsran, kendini 
ayıplama şeklinde tezahür eden nice sahneleri. 

Bazı kere de nimet, yahut azap çeşitleri çift olur. 
Maddî ve manevî olanı bir arada bulunur. Maddî 
nimet veya azap, ruhî nimet veya azap ile karışık 
halde görünür. Nimet ve azap sahneleri ekseriyetle 
böyledir. Maddî nimet veya azabın yanında manevî 
nimet ve azap da vardır. Bazı örnekler verelim: 

«Korunanlar, cennetlerde ve nur akımı içindedirler. 
Muktedir bir hükümdarın huzurunda doğruluk 
koltuğunda.» (Kamer: 54-55) 

«Muhakkak cennet ehli, bir zevk ve neş'e 
içerisindedir. Onlar ve eşleri, gölgeler içinde koltuklara 
yaslanırlar. Onlar ( için orada meyva var ve istedikleri 
her §ey. Rahim Kab den da sözle selâm.» (Yasin 
Suresi). 

«O gün müminleri ve mu'mineleri görürsün ki 
nurları önlerinde ve yanlarında koşuyor. «Bugün size 


61 



müjdeler olsun. Altlarından ırmaklar akan bahçeler 
sizin.» (Hadid: 12) 

Maddî .ve manevî azabm karışık olduğu azap 
sahnelerine de örnek yerelim: 

«O zakkum ağacı günahkârların yemeğidir. Erimiş 
demir gibi; karınlarda kaynar, sıcak suyun kaynaması 
gibi. «Tutma onu, cehennemin ortasına sürükleyin, 
sonra başı üstünden kaynar su azabından dökün.» 
Tad, zira sen, evet sen güçlü şereflisin (Öyle 
sanıyordun). İşte bu şüphelenip durduğunuz şeydir.» 
(Duhan: 43-51) 

«O gün onlar cehenneme bir atılışla atılırlar «İşte 
bu sizin yalanlamakta olduğumuz şeydir. Şimdi bu sihir 
mi imiş, yoksa siz mâ görmüyordunuz?» (Tur: 13-15) 

«Küfredenlere gelince: Onlar için cehennem ateşi: 
Üzerin-ne hükmedilmez ki ölsünler. Kendilerinden 
cehennem azabı da hafifletilmez. îşte biz her nankörü 
böyle cezalandırırız. Onlar orada bağrışıp 
feryadedeler: Rabbimiz bizi çıkar, yapmış olduğumuz iş 
gibi değil iyi iş işliyelim. «Öğüt alanm öğüt alabileceği 
kadar bir süre sizi yaşatmadık mı? Sîze uyarıcı da geldi, 
tadın, zalimlerin bir yardımcısı yoktur!» (Fatir: 36-37) 


62 




Görülüyor ki maddî naîme, bir çeşit manevî ikram, 
zevk; maddî azaba da ruhî bir üzüntü ve ızdırap eşlik 
etmektedir. İkisi de ruh ve his tarafından 
algılanmaktadır. Böylece nimet ya da azap kat kat 
olmaktadır. 

Nimet ve azap müşahhas bir şekilde tasvir edildiği 
gibi, ayrıca kelimelerin attığı bir gölge ortamı, taşıdığı 
işaretler vardır ki nimet ve azap vasfedilmese de bu 
bölge ortamı, bu işaretler ruha nimetin huzurunu yahut 
azabın, darlığını duyurur. 

Meselâ mü'minlerin şöyle dediğini işitiyorsun: 

«Bizden üzüntüyü gideren Allah'a hamdolsun. 
Şüphesiz Rabbimiz gafur, şekûrdur. O bizi kendi 
keremiyle asıl durulacak eve kondurdu. Burada bize 
yorgunluk gelmiyecek; burada bize usanç 
dokunmıyacak.» (Fatır sûresi: 34) 

Bak, rahatın serinliğini, nimetin lezzetini, itmi'nanın 
verdiği iç sükûnetini huzurunu nasıl hissediyorsun. » 
Cehennemde surlar arkasından seslenen kâfirleri de işi¬ 
tiyorsun: 

«Ey Malik, rabbın bize hükmetsin, bizi öldürsün! 
(Zuh-ruf: 77) Bu yalvarıştan göğüslerinin nasıl 


63 





daraldığını, azabın acısını, ateşin kızgınlığını, 
cehennemin yakışını, hissediyorsun. Bu da 
cehennemin hasıl olduğunu sana söylemese de 
ifadeden onun nasıl olduğu anlamanı sağlıyor. 

înkâr eden, Rasule karşı gelenlerin durumunu 
okuyorsun «înkâr edip Rasûle karşı gelmiş olanlar, o 
gün isterler ki yer kendileri)? i altına alsın da dümdüz 
olsun.» Her ümetten bir şahid çağırıldığı, resule küfredip 
resule isyan edenlere şahid getirildiği zaman, o 
karşılaşmadaki kahredici yüz üstü kalma ve öldürücü 
utancın manevi hali, kelimelerin attığı gölge ve 
işaretlerle çizilmiştir. 

Yine okuyorsun: «O gün bu azap kimden 
çevrilmişse Allah ona rahmet etmiştir.» (En'am: 16) Sırf 
çevrilmesi dahi Allah'ın rahmeti sayılan bu azabın 
dehşeti sana çizilmiş oluyor. A-zabm kendisi hakkında 
birşey söylemese de bu işaret onu anlatmaya kâfi, iste 
böyle sür'atli, hafif bir işaret, bir bölge gayet haşin 
tabloların yerini tutmaya kâfi geliyor. Artık onların uzun 
uzun tasvir edilmesine lüzum kalmıyor. Ondan sonra bu 
gölge ve işaretleri çizmek, tasvir etmek hayale kalıyor. 


64 




.Yapılan bu işaretten sonra hayal, oradaki ahvali 
ayrmtılariyle çizebiliyor. 

Kıyamet sahnelerinin en güzellerinden biri de 
şirk,koşanlarla tanrıları, ya da tabi'lerîe metbuları 
arasında geçen o sert" münakaşa; naü'minlerle 
melekler yahut mü'minleıle mü'minler arasında geçen 
o tatlı konuşma, sohbettir. Kur'anı Kerimde bunun 
muhtelif desenleri var." Biz kitabın bu ek faslında 
sadece bazı örneklerini sunmakla iktifa edeceğiz 
(Tafsilatı ileride gelecektir) : 

«Zulmedenler azabı gördükleri zaman gerçekten 
bütün kuvvetin Allah'a aid olduğunu ve Allah'ın azabı 
şiddetli olduğunu görselerdi! O vakit tabi olanlar, tabi 
olunanlardan uzak durdu. Azabı gördüler, aralarındaki 
bağlar kesildi. Uyanlar dediler M: Ah bir daha dünyaya 
gitmemiz mümkün olsaydı da şimdi onlar bizden nasıl 
uzak duruyorlarsa biz de onlardan öyle uzak 
dursayçUk! Böyleed Allah onlara, amellerini hasret 
olarak gösterir. Onjlar artık ateşten çıkacak değiller¬ 
dir.» (Bakara suresi: (165-166) 

«Zalimler rablan huzurunda durdurulmuş, 
birbirlerine söz atarlarken bir görsen: Zayıf görülenler. 


65 



büyüklenenlere der ki: Eğer siz olmasaydınız, biz 
inananlar olurduk. Büyüklük taslıyanlar da zayıf 
görülenlere der İd: Yani size hidayet geldikten sonra 
biz mi sizi ondan çevirdik? Hayır zaten siz suçlu idiniz! 
Zayıf görülenler büyüklük tashyanlara der: Hayır, siz 
gece gündüz bizi kandırıyor, Allah'ı inkâr edip ortaklar 
koşmamızı emrediyordunuz. Azabı görünce içlerinden 
pişman oldular, inkâr edenlerin boyunlarına demir 
halkalar geçirdik. Yaptıklarınfdan başka bir şeyle mi 
cezalanıyorlar?» 

(Seba 1 Sûresi: 31-33) 

«...Yanındaki şeytan dedi: Kabbımız, ben onu 
azdırmadım. O zaten uzak bir sapıklık içinde idi 
(yoldan çok uzak sapmıştı). (Rab) dedi: Benim 
huzurumda çekişmeyin. Ben sizi Önce uyarmıştım.» 
(Kaf suresi: 27-29) 

Bunlar cehennem ehli arasındaki sert çekişmeyi 
gösteriyor. Bir de cennet ehli arasındaki o tatlı sohbete 
bakalım: 

«Birbirlerine döndü, soruşuyorlar: Dediler: Biz kendi 
ailemiz içinde bile korkuyorduk. Onun için Allah bize 
lütfetti de bizi kavurucu azaptan korudu. Biz bundan 


66 



önce de O'na yalvarıyorduk. O iyilik edendir, 
merhametlidir.» (Tur Suresi: 25-28) 

«Birbirlerine döndü, soruşuyorlar: İçlerinden biri 
dedi ki: Berim bir arkadaşım vardı, diyordu ki: «Sen de 
mi öldükten sonra dirilmeyi kabul ediyorsun? Biz 
öldükten topra,k vs kemik olduktan sonra mı? Biz mi 
dirilip ceza göreceğiz?» Siz onu gördünüz müf Dedi. 
Baktı, onu cehennemin ortasında Kördü. Dedi ki: 
Tallahi sen az? daha beni de mahvedecektin. Eğer 
Kabbımm bana nimeti olmasaydı, ben de oraya 
götürü-lenierden olurdum. Nasıl mış bak? Biz ilk 
ölümümüzden başka bir daha Ölmiyeceğiz, azap da 
görmiyeceğiz öyle mi?» (Saf-fat: 50-59) 

Bu harikulade güzel sahnelerden verdiğimiz bu 
kadarhk örnekle şimdilik yetiniyoruz. Bundan sonra her 
suıedeki kıyamet rahneleri, ayrı ayrı, uzun izahlarla 
takdim edilecektir. Bu özetle burada sahnelerin asıl 
karakterlerini tabiatlerini, özelliklerini, çeşitlerini ve 
usullerini genel bir şekilde açıklamak istedik. 12 & 


67 




Kıyamet Sahneleri Kalem (Nün) Süresi 12a 

«O gün bacaktan açılır, secdelere çağırılırlar ama, 
yapamazlar. Gözleri korkmuş, kendilerini bir zillet 
kaplamış. Sağlam iken de secdelere çağırdıyorlardı.» 

Burada hayal için kıyamet sahnelerinin canlı bir 
Örneği göze çarpıyor. îşte dünyada secdeye çağırılıp 
da âhiret gününün olmıyacağma güvenerek çağırıya 
uymıyanlar. Şimdi bunlar yine çağırmıyorlar. Ama iş 
ciddîden ciddî. Bacak ve bilek sıvanmış. Kendilerini 
üzmek ve azarlamak için secdelere çağırılıyorlar. 
Geçmişi telâfi zamanları geçmiş artık. Secde yapa¬ 
mıyorlar. Ya münasip vakit geçtiğinden yapamıyorlar, 
ya da kendilerini kaphyan dehşet ve korku kendilerini 
hareketsiz hale toktuğn için secde yapamıyorlar. 
Korkudan bacakları birbirine dolanmış, belleri 
bükülmüş, ibadet huşuunu kabul etmiyorlardı, şimdi 
zillet huşuu altında eziliyorlar. Bu ceza onların 
yaptıklarına uygundur. 

Buradaki korku, ruhî, manevi ve gayet etkin bir 
korkudur. Bunu biz korkmuş, gözleri dönmüş, üzüntü, 
azar ve tevbih karşısında kalan, yapabilirken 
yapmadıkları için simdi de yapamıyacaklan şey 


68 




kendilerinden istenen bu şahısların davranışım saldığı 
gölge aralığından seziyoruz. 

Burada durum öylesine canlanıyor ki Allah'ın, 
yalanh-yanların sözlerinden sıkıntıya düşen Resul'a 
dönüp şöyle dediğini görür hale geliyor insan: 

«Beni bu sözü yalanlıyanlarla yalnız bırak», sana bir 
şey yok. Sen çekil aradan, ben onun hakkından 
gelirini. O, bu sözle ne kasdedildiğinden gafildir. Elinde 
bulunan şu geçici nimete, servete aldatıyor. Oysa o, 
kendisini biraz Önceki vahim sahneye çekip götüren 
bir tasmadan, yulardan başka bir şey değil: 

«Biz onları bilmedikleri yerden yavaş yavaş çıkarır, 
yuvarlarız. Ve ben onların ipini uzatırım. Benim tuzağım 
sağlamdır.» Bunu bilecekler ama bilmeleri kendilerine 
hiç fayda vermiyecek bir zamanda bilecekler. «O gün 
bacaktan açılır, secdelere çağırılırlar, ama 
yapamazlar.» Korkunç sahneyi gösterdikten sonra 
söylenen bu kapalı tehdid, insanın ta derinliklerine 
işliyor, hissi titretip ibret almaya hazırlıyor. 12 a 

Müzemmtl SURESİ 1221 

Bîz Fir'avn'e bir resul gönderdiğimiz gibi size de 
üzerinize salıid bir resul gönderdik. Fir'avn resule isyan 


69 



etti, biz de onu feci bir şekilde yakaladık. İnkâr 
ederseniz, çocukları ihtiyar yapan, (dehşetten) göğün 
dahi çatladığı bir günden nasıl korunacaksınız? O'nun 
va'di yerine getirilmiştir. Bu, bir Öğüttür. Diliyen rabbine 
giden yolu tutar.» 

Bizim yanımızda nice ağır ağır demir halkalar ve 
şiddetli salgın bir ateş ve üzüntü veren bir yemek ve 
can yakan bir azaplar.» Bu tehdid bilhassa «UITn- 
na'me: Servet sahibi» nin yalanlamasına karşılık 
olmaktadır. Üzüntü veren yemek, nimetin karşısındaki 
cezadır. Nimet sahipleri bun)u hakket-mişlerdir. Zira 
nimetlerinin, servetlerinin kadrini bilip onu kendilerine 
veren Allah'a şükretmemişlerdir. Sen onların tuzaklarına 
,sabret, onlardan uzak dur, tepkilerine, öfkelerine 
hakim ol. Uzak durmak kolay mı? Bunu yapabilmek 
için başka bir güce, sabr-ı cemile ihtiyaç vardır. 
Sabret, onları bana bırak. Onların işine ben bakarım. 
Mühlet de versem aldırma, kısadır. O korkunç gün için 
benim yanımda bağlar, bukağılar vardır. Onlara 
vurulmak suretiyle işkence göreceklerdir. Bir yakıcı ateş 
de var ki onları yakıp kavuracaktır. Bir yemek vardır. 


70 



onlara sadece keder ve sıkıntı getirecektir. Bir can 
yakan azap vardır. 

Ve sonra korkunç günün sahnesi çiziliyor: 

«O gün yer ve dağlar sarsılır ve dağlar erimiş kum 
yığınla döner.» 

İşte korkunç bir tablo. Bir dehşet ki yalnız insanda 
kalmıyor, bütün tabiatı ve bütün insanlığı sarıyor. Eğer 
gücü yeterse hayal, bütün tabiatın, yerin, dağların 
sarsıldığı bu korkunç sahneyi kavrasın, buiia dayansın. 
Biz size, sizin hidayetiniz için | çalışan, size şahid bir 
peygamber gönderdik. Böyle bir elçi ğöndermeiden 
sizi bu hale atmıyoruz: «Biz Fir' avn'e bir resul 
gönderdiğimiz gibi size de üzerinize şahid bir resul 
gönderdik. JPÎr'avn resule isyan etti. Biz de onu feci bir 
şekilde yakaladık.» 

Peki siz de o kuvvetli Fir'avn gibi yakalanmak mı 
istiyorsunuz? Bu dünya soir bulduğu zaman «İnkâr 
ettiğiniz takdirde çocukları ihtiyarlatan, dehşetinden 
göğün bile çatladığı bir günden nasıl korunacaksınız?» 

Buradaki korkunç tabloda dehşetten gök 
çatlamış, arz ve dağlar sarsılmış çocuklar da 
ihtiyarlamıştır.' Bir korku ki sağır tabiatta,, canlı in'sanda 


71 



tablosunu çiziyor. Hayal bu canlı tabloları seyrediyor. 
Seyrettikçe de insanın tüyleri ürperiyor. Ve Kur'an bunu 
daha da pekiştiriyor: «Onun va'cti yapılmıştır:» Bunda 
şek ve şüphe yok. Bu, uyarma Öğüt verme ve 
hatırlatma içindir. 

«Bu bir Öğüttür, hatırlatmadır. Dileyen rabbine 
doğru bir yol tutar.» Elbette Allah'a giden yol, bu çetin 
belâya, bu felâkete giden yoldan emindir, kolaydır, 
güzeldir! 1201 

Müddessir Suresi öu 

O boru öttürüldü mü bir, işte o gün, çetin bir 
gündür. Kâfirlere kolay değildir. Bırak bana o adamı İd 
kendisini tek olarak yarattım, ona uzun boylu mal, 
gözönünde oğullar verdim ve kendisine bir döşeyiş 
döşedim. Sonra kalkmış daha fazla vereyim diye göz 
dikmiş. Hayır çünkü o, bizim âyetlerimize karşı bir inatçı 
kesildi. Ben onu dimdik sarpa sardıracağım. Zira o bîr 
düşündü, ölçtü biçti, kahrolası nasıl da ölçtü biçti. Yine 
kahrolası nasıl ölçtü biçti?! Sonra baktı sonra kaşını 
çattı, suratını ekşitti, sonra döndü, büyüklük tasladı da 
dedi ki: «Bu, başka değil, sadece tesirli bir sihir. Bu 
başka değil, sadece bir beser sözü. Onu Sekara 


72 




yaslıyacağım. Sekar nedir bilir misin? Ne kor, ne bırakır, 
insanın derisini kavurur. Üzerinde on dokuz (bekçi 
vardır). Biz cehennemin bekçilerini hep melekler 
yaptık. Onların sayılarını da inkâr edenler için bir fitne 
kıldık. Kendilerine kitap verilmiş olanlar da iyice inansın, 
iman edenlerin imanını artırsın (diye böyle yaptık). Ken¬ 
dilerine kitap verilenler ve inananlar şüpheye 
düşmesinler. Kalblerinde hastalık bulunanlar ve kâfirler: 
«Allah bu misalle ne demek istedi?» desinler. İste Allah 
dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru yola iletir. Ve rabbinin 
ordularını kendisinden başkası bilmez. Bu, insan için bir 
öğütten başka bir şey değildir. Hayır hayır o aya, 
dönen geceye, ağaran sabaha andol-suii ki: O, beşeri 
uyarıcı olarak büyüklerden biridir. İçinizden ileri gitmek, 
ya da geri kalmak istiyen kimse için. Her nefis 
kazancına bağlıdır. Ancak kitabı sağından verilenler 
cennetlerdedir. Suçlulara sorarlar: «Sizi Sekar'a (bu 
yakıcı ateşe^ ne sürükledi?» Derler İd: Biz namaz 
kılanlardan olmadık. Yoksula da yedirmiyorduk. Batıla 
dalanlarla beraber biz de dalıyorduk. Ceza gününü 
yalanlıyorduk. Nihayet bu halde iken bize ölüm geldi.» 
Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez. O 


73 




halde bunlara ne oluyor ki arslandan ürküp kaçan 
yabani eşekler gibi öğütten yüz çevirip kaçıyorlar?» 

Bu kıyamet sahneleri, Hz. Resule, peygamberliğin 
güçlüklerine sabretmesini emreden âyetlerden sonra 
gelir: «Ey örtüye bürünen, kalk, uyar. Rabbım tekbir et, 
elbiseni temizle, kötü şeylerden uzak dur yaptığın iyiliği 
çok görerek başa kakma, rabbın için sabret.» 

Bu surenin, Müzzemmil Suresinden sonra gelmesi 
tercihe elverişlidir. Burada sabr ile emir, hemen hemen 
oradaki sabr ile emir gibidir. O mahiyettedir. 

Tik defa burada Nakur'a nakredilmekten, yani Sura 
1221 üflemmekten bahsedilir. Kulağa çarpan şiddetli 
sesten dolayı Sur'a liflemek nakr'a benzetilmiştir 1221 Bu 
başlayış, şu âyete zemin hazırlamaktadır: «İşte o gün, 
çetin bir gündür, kâfirler için kolay değildir.» 

Bu ifade, azabı belirsiz, kapalı bir şekle 
sokmaktadır. İnsan bu müphem azabı duyunca 
nefeslerini tuta tuta şiddetli bir korku ile merak eder, o 
güç güne kafasında belirli bir şekil veremez, merak 
içinde ürperir kalır. Gaye insan ruhuna korkunç bir hal 
bırakmaktır. Asıl hedef budur. Bu hedef tahakkuk 
etmiştir. 


74 



Tabii ruhta yapacağını yapınca, sükûnet ve 
sessizlik içinde insana bu gizli korkuyu soktuktan sonra 
artık maliyle, mevkiiyle öğünen adamı tehdid etmenin 
en uygun zamanı gelmiştir. Resul o adamla o korkunç 
günün sahibi olan Allah arasından çekilecek, ikisini 
yalnız bırakacaktır: 

«Benimle o yarattığımı yalnız bırak.» ilh. 

Beni onunla yalnız bırak... Aman Allah'ım ne 
felâket! O yüce kuvvetin, şu zayıf mahlûk kargısına 
çıkması! Ben ona çeşitli nimetler vermiştim. Burada 
mahsus nimet bir bir anlatılıyor, söz uzatılıyor. Çünkü 
böyle olması gerekiyor. 

Sonra da kalkmış daha da vermemi umuyor.» 
Hem şükretmiyor, nimeti verene inanmıyor, hem de 
O'ndan nimet istiyor. Hayır, ona artık hiçbir şey 
vermiyeceğim. Aksine: 

Onu dimdik bir yokuşa sardıracağım» Onun 
burnunu yere sürtüp, sarp yokuşa dikeceğim demiyor 
da: 

«Onu bir sarpa sardıracağım» diyor. 


75 



«Onu Sekara atacağını. Sekar nedir bilir misin? Ne 
kor ne bırakır, beşere susamış, deriyi kavurur. Üzerinde 
muhafız var.» 

Böylece Sekar resmi çizilmiştir. Önce cehennemin 
hem korkusunu ruha salıyor: nedir bilir inisin?» Sonra 
resmini çiziyor: Her şeyi yakıp yutan, ıhiçbirşey 
bırakmıyan.. Bütün bunlardan sonra da behere 
susamış, ona musallat olmuş. Kaba ve haşîn bir şekilde 
beşere saldırıyor, korkunç alevleriyle insanların derilerini 
kavurup döküyor. Bu kadar da değil. Üzerinde de 
mütead-did bekçiler var. Öyle bekçüer ki bizim 
arkadaşlarımızın kuvveti nedir ki onların yanında?! Ne 
kendileri onlarla bağa çıkabilir, ne de aileleri, ana 
babaları, oğulları, bütün kavim ve kabileleri kendilerini 
onların ellerinden alabilir. Burada zikredilen sayı, sırf 
çokluğu göstermek içindir: «Rabbm askerlerini ondan 
başka kimse bilmez.» 

Bu gösterilen Sekar tablosu, sırf Öğüt vermek, tesir 
yapmak, hakikati göstermek için olduğundan, 
bundan sonra ap açık göz önünde cereyan eden 
sahneler geliyor: 


76 




«Aya, dönen geceye, ağaran sabaha andolsun ki 
bu, büyüklerden biridir. Beşeri uyarmak içindir.» Burada 
histe çizilen sahnedeki ahenk: Parlak ay, dönen gece, 
ağaran sabah hepsi apaçık birlik teşkil eder. Bunların 
içinde de: 

«Bu, büyüklerden biridir, beşeri uyarmak idindir.» 
Bu apaçık görülen şeyler, beşeri uyarmak içi nlir. 
Batıda gizli bir şey yoktur. O halde her insan kendisi ı;in 
neyi dilerse onu seçer ve seçtiğini görür. 

«Sizden ileri gitmeb veya geri kalmak istiyen kimse 
içindir bu uyarma.» 

Ve her insan kazandığından sorumludur. Rehn 
edilen şey gibi kazanciyle bağlıdır: 

«Her insan, kazandığına rehinlenmiştir, yalnız kitabı 
sağından verilenler.» Onlar, da kazandıklarından 
sorumludurlar, onunla bağlıdırîar ama yaptıkları iş hayır 
iş olduğundan dolayı onlardan bağ çözülmüştür. O 
halde onların bu genelgeden istisna edilmeleri 
uygundur: 

«Yalnız kitabı sağından verilenler başka.» 

Burada naîm, yalnız kurtuluş ve bağdan 
çözülmekten ibaret değil, aynı zamanda onu nimet. 


77 



sahiplerinin hissedip suçluların hissetmemesi de ayrı bir 
nimettir. Bu manevi, ruhî bir nimettir. Nimet sahipleriyle 
suçlular ve arasındaki konuşma da bu tabloyu 
çizmektedir: 

«Mücrimlerden sorarlar: Sizi Sekara ne sürükledi?» 

Burada mücrimler hasret ve nedamet içinde uzun 
uzadı ya anlatmaya başlıyorlar: 

«Biz namaz kılanlardan olmadık. Yoksulu da 
doyurmuyorduk. Batıla dalanlarla beraber biz de 
dalıyorduk. Ceza gününü de yalanlıyorduk. Nihayet 
bu halde bize ölüm geldi.» 

Şimdi bunlar sadece: Biz kâfir idik deselerdi olurdu. 
Fakat tafsilâtlı söylüyorlar ki «Her nefis, kazancına, 
rehinlenmistir» sözüne uygun düşsün. Onlar, giydikleri 
hükmün sebeplerini hasret ve nedamet içinde uzun 
uzun hatırlatıyorlar. Sahnenin uzamasında diğer bir 
sanat gayesi var ki bu, aynı zamanda dînî gayeyi de 
gerçekleştirmektedir. İtiraf, müessir bir haldir. Sanat 
bakımında itiraf halinin uzaması etkiyi artırır. Uzar ki 
seyircilerin ağır, ağır ruhlarına sinsin. 

Eh bu sebepler, bu âdil hükmün verilmesini 
gerektirmişse artık: 


78 




«Onlara şefaatçilerin şefaati ne fayda temin 
eder?» Bütün seyirciler, hükmün, fi'le uygunluğunda 
mutabık kalıyor. Öyle ya! Bütün bu arz ediş, hatırlatma 
ve öğütAverme için olduğuna göre «Onlara ne oluyor 
ki öğütten yüz çeviriyorlar?» Onlara bu yüz çevirişin 
kötülüğünü göstermek için yine bir tablo Çiziliyor: 

«Sanki omlar, arslandan kaçan yabanî eşeklerdir.» 
Kükremiş arslandan kaçan vahşi eşekler. Evet, 
anlatılan "bütün bu korkunç akıbeti duyduktan sonra 
öğüt almayıp ondan yüz çeviren, eşeklerden başka 
nje olabilir? İşte o vahşi eşeklerdir ki «Ahiretten 

korkmuyorlar!» 124i 

Mesed Suresi ösi 

«Ebuleheb'in elleri korusun, yok olsun. Malı ve 
kazandığı, kendisinden hiçbir şey savmaz. Alevli ateşe 
yaşlanacaktır. Karısı da. Odun taşıyıcı olarak 
boynunda hurma lifinden bir (le bağlanacaktır).» 

Ebuleheb alevli bir'ateşe yaşlanacaktır. Karısı, 
odun taşıyıcı, boynu liften bir iple bağlanacaktır. 

Kelimede uyum, şekilde uyum. Cehennem 
burada alevli bir ateş, Ebuleheb ona yaslanıyor. Odun 
taşıyıp Hz. Muham-med'e eziyet için onun yolu üzerine 


79 




atan karısı da. Odun alevi meydana getirir. Bu kadın, 
bir iple demet demet odun bağlıyor. Onun için alevli 
cehennemde liften dokunmuş bir ip boynuna geçiyor, 
onu boğuyor. Ta ki gördüğü ceza, dünyada yaptığı 
ameline denk olsun. Suret muhtevaya uysun: Odı ateş, 
alev, Ebuleheb'in cehenneme yaslanması ve odun 
karısının da! 

Uyumun diğer bir çeşidi de kelimelerin 
nağmesindedir. Odun yüklerinin bağlanmasından ve 
boynun lifle çekilmesinden çıkan ses de kelimelerin 
nağmesine katılmakta, ayrı bir ahenk vermektedir. 
Şimdi: 

okuyunuz, odun demeti bağlamaya benzer kaba, 
sert bir sesin Çiktığ.'nı duyacaksınız. Keza sureden de, 
boynun iple bağlanıp çekilmesine, boğulma havasına 
benzer bir ses ve genel bir teh-did duyacaksınız. 

Konuyu anlatan kelimelere dağılmış musiki, 
anlattığı konuyu tam manasiyle canlandırmakta, 
konunun ifadesi için seçilmiş olan kelimelerdeki lâfzî 
cinas ve mürâât-i nazır, tema ve sebeb-i nüzul ile tanı 
bir ahenk teşkil etmektedir. Bütün bunlar, Kur'an'm en 
küçük surelerinden olan bir surede beş fıkra içinde 


80 



tamamlanmaktadır. İnsan manalarını araştırdığı 
zaman bu surenin zahirinde pek o kadar güzellik 
görmez gibi gelir traa vicdana yaptığı etkiye, tabloya, 
saldığı gölgeye, ika' ve âhenge bakıldığı zaman 
derhal o harika güzellik bütün çıplaklığı ile ortaya 
çıkıyor, pek kısa sözlerde toplanan o tablolar, işaretler 
ve gösteriyor, i&ı 

Tekvir Suresi özı 

Güneş dürülüp ışığı kalmadığı zaman yıldızlar 
düşüp söndüğü zaman dağlar yürütüldüğü zaman, 
doğurmam yaklaşmış develer başı boş bırakılmış 
zaman vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman 
denizler kaynaştırdığı zaman nefisler çifleştirildiği 
(bedenlerle ruhlar «f Sömülmü, faza sorulduğa za 
nahfcu, oturu öldürüldü diye, sahifeler açddiğ, zaman, 
gök yerinden oynatıldığı zaman, cehennem 
alevlendirildiği Kunan insan ne getirdiğini görür.» 

Burada her şey, herkes için tam bir inkılâp sahnesi 
var. Her varlığı kuşatan bir ihtilâl var. Bu inkılâp ve 
ihtilâle yer ve gök cisimleri, vahşî hayvanlar, ehlî 
hayvanlar, insanîar ve işlerin durumları iştirak ediyor. 


81 





Burada her gizli açılıyor, her bilinmiyen anlaşılıyor. 
Bu acaip, garip günde her şey hesap vermeğe, hayır 
veya şer ameline göre karşılık görmeğe hazırlanıyor. 
Sahne, sarsıcı bir hareket, bir çalkantı ite başlıyor. Sanki 
yakıp yıkan haydutlar bağlarından çözülmüş de her 
şeyi altı üstüne çevirmeğe, saçıp dağıtmağa 
başlamışlar. Manzara, sakini heyecanlandırıyor, 
güvenliyi korkutuyor. Sahneye eşlik eden musiki de 
çabuk, hareketli, soluk tıkayan bir ikaa sahiptir. Bu 
süratli ikaiyie sahneye iştirak edip onu hayale 
resmetmektedir. 

Devamlı ışıklarını gönderen güneşin de ziyası 
tutulmuş, ışınları toplanıp katlanmış. Ne ziyası kalmış, ne 
şuaı. Yüksekte duran o parlak yıldızların bağı çözülmüş, 
sönmüş dağılmış kararmışlar. Sabit olan o kocaman 
dağlar, incelmiş, küçülmüş, yürütülmüş. Bağlı develer 
salınmış, başı boş bırakılmış. Yabancı hayvanları korku 
sarmış. Hepsi korkudan bir araya toplanmışlar. 
Korkudan vadilerde bir yere toplanmaları gibi. Büyük 
okyanusların suları toplanmış, mecraları dolmuş. 
Cesetlerinden ayrılan ruhlar tekrar onlarla birleşmiş. 
Suçsuz olarak, muhakeme edilmeden büyük bir 


82 




vahşilikle diri diri toprağa gömülen kız çocukları, neden 
dolayı öldürüldükleri sorulsun ve bunun muhakemesi, 
münakaşası yapılsın diye diriltmişler. Yok yere bu 
günahsızı öldüren adam, şimdi sormadan, muhakeme 
etmeden öldürdüğü bu günahsızın hesabını versin. 
Katlanan amel defterleri açılmış. Her şey açık, oku¬ 
nuyor. Arz üzerinde bir perde, bir örtü olan gök 
parçalanmış ne Örtü kalmış, ne de gizlilik. Cehennem 
yakılmış, ateşle kükreyip duruyor. Cennet de 
hazırlanmış, döşenmiş vadedilen kimselere 
yaklaştırılmış. Öyle bir gün ki her şey değişmiş ve her 
Şey yoğun bir hazırlık içinde. 

Akıl ermez tuhaf şeyler cereyan eden bu acaip 
günde, evet işte bu günde her nefis, getirdiği amelini 
görür. Orada hiçbir şey gizli, kapaklı kalmaz, her şey 
apaçıktır. 

İnkılâp, bu surenin arzettiğl sahnenin esas 
damgasıdır. Bu inkılâp, vaziyetlere ve eşyaya şamil bir 
inkılâptır. Korkutucu bir inkılâptır bu. İnsan ruhu, 
tabiatiyle alışılmış şeylerden hoşlanır, güven ve huzur 
duyar, inkılâplardan -korkar. Ya bu inkılâp karşısında?! 


83 



Sahnenin böyle korkunç bir şekilde gösterilişi, 
korkuyu artırmak, isyandan önce bir bir düşündürmek 
gayesini güder. 

Bunun için bu sahneden hemen sonra Kur'anm ve 
dinin Allah'tan geldiği, bunları Allah'ın meleklerinden 
emin bir elçinin, Allah'ın peygamberine .getirdiği 
hususunda tabiat olaylarına yemin etmeye lüzum 
görmüyor. Çünkü bunları kabul etmek için yemine 
lüzum yoktur, o kadar açık ve seçik şeylerdir. Bunlarda 
asla şek ve şüphe yoktur, inkâr eden insanın: 

Bazan kaybolup gözülaniyen gezegenlere, 
gündüz sinip gece meydana çıkan yıldızlara, iyice 
kararan geceye, nefes alan sabaha yemin etmiyorum 
ki o, Arş sahibi yanında değerli, güçlü bir elçinin 
sözüdür.» 

Burada kendisine yemin edilen şey, biraz Önce 
gösterilen şeyler cinsindendir. Tasvirî uyum açıktır. 
Yeminle ispatlan-' mak istenen, İslâm davetinin 
gerçekliğidir. Bu ifade ile İslâm davetinin yeminle 
ispatlanmağa ihtiyaç gösternıiyecek kadar gerçek ve 
açık olduğunu anlatmak istiyor. Ve bunu ruhun iz'an 
ve tasdiki için en müsait psikolojik şartlar içinde 


84 




söylüyor, öyle ki artık kasem ve tekide ihtiyaç kalmıyor. 

1381 

A'la Suresi 021 

«Hatırlat, eğer hatırlatmak , fayda verirse, korkan 
öğüt alır. Büyük ateşe yaslanacak olan azgın kişide 
öğütten kaçar. Sonra orada ne Ölür, ne de yaşar.» 

Bu sahnede bundan önce geçmiyen yeni bir 
azap çeşidi var. Bu da ne öldüren, ne de yaşamağa 
müsaade eden usandırıcı bir azap. Bir taraftan maddî 
bir azaptır, diğer taraftan da manevî bir azap gölgesi 
salar. Görünen maddî şekli: îşte o büyük azap ve o 
azap içindeki ne ölen, ne de hayat tadan insanlar 
Saldığı manevî azap gölgesi de: Bunların yaşadığı psi¬ 
kolojik haldir: İnsan ne ölüyor ki kurtulsun, ne do doğru 
dürüst yaşıyor ki hayattan faydalansın. Süresiz böyle 
askıda kalıyor. 

Böyle bir azabı tavsif etmek için uzun satırlar 
yazılabilir Ama ne kadar yazılsa şu üç kelimenin ifade 
ettiği mananın derecesine varılamaz: «Orada ne Ölür, 
ne de yaşar.» însanlar kendilerini ya ölü veya diri 
görmeğe alışıktırlar. Buradaki hal ise yepyeni bir 
tablodur. Bu tabloda ne ölüm var, ne hayat. Bu 


85 



azabın korkusu yavaş yavaş, fakat tesirli bir şekilde 
insan ruhuna işler, orada derin hayret ve iadırap 
uyandırır. Ne gerçekte, ne de hayalde sonu olmayan 
bu halden ruh Ürperir. 

Hatırlat, hatırlatma fayda verirse (fayda verse de 
vermese de).» Bu hali, bu azap şeklini hatırlat. Öğüt 
alan kalbler de bulacaksın, öğütten kaçan kalbler de. 
Bu kalbîere şekavet yazılmıştır. Orada ne ölürler, ne de 

yaşarlar. i4Qi 

Fecr Suresi mu 

Ama yer çarpılıp paralandığı zaman, melekler saf 
saf dizilmiş iken Rabbm da gelmiştir, cehennem de o 
gün getirilmiştir, îşte o zaman insan anlar, öğüt alır 
ama artık anlamanın faydası ne? (O zaman insan; der 
ki: Ah keski ben bu hayatım için (iyi amel yapıp) 
gönderseydimî Artık o gün Onnn ızabı gibi kimse 
azabedemez. Ve O'nun vurduğu bağı kimse tnramaz 

«Ey itmi'nana eren nefs. (Rabbım) razı edici ve 
(Kabbtn tarafımdan) razı edilmiş olarak Rabbma dön, 
kul hırım arasına katıl ve cennetime gir!» 

Bu sahne, büyük korku gününde kâfirlerle 
mü'minlerin hallerini karşılaştıran nefis örneklerden 



biridir. Şu cümlelerin Çizdiği korku ortamında iki 
zümrenin hali nasıl belli olur: «Yer çarpılıp paralandığı 
zaman, melekler saf saf dizilmiş iken Rabbın da 
gelmiştir, cehennem de getirilmiştin) Bu askerî anlatımı 
tasvir eden bu fıkralara cehennemde o kuvvetli, şedîd 
lâfız yapısından taşan o sert musiki, o kaba nağme de 
iştirak etmektedir. Bir gün ki o gün hiç kimse Allah'ın 
azabı gibi asabedemiyor ve kimse Onun vurduğu 
bukağı gibi bukağı vuramıyor. Burada vesâk ve 
bundaki şiddet, yerin çarpılması ve meleklerin 
dizilmesiyle ahenk teşkil ediyor (dekk ve saff). însan o 
gün pişman oluyor ama artık zamanı geçmiştir piş¬ 
manlığın. Hatırlıyor, Öğüt alıyor ama faydası yok. Diyor 
ki: Ah keski bu hayatım için iyi ameller gönderseydim. 

Bu dehşetli korku ortamında iman edene 
dönüyor: «Ey mutmain olan nefis, razı edici ve razı 
edilmiş olarak Bab-braa dön, kullarım araşma katıl ve 
cennetime gir.» 

Şefkat ve okşama: ruhaniyet ve ikram içinde: 

Ey nefis» ve o korku ortamında bu iefse güven, 
teminst: :Emin olan, güvene eren, huzura kavuşan». 


87 



Başkaları bukağılara, bağlara vurulurken buna 
büyük bir gönül rahatlığı veriyor: 

Rabbına dön». Seninle Rabbm arasındaki 
bağlantı ve izafetten dolayı Rabbına dön.:Razı ve 
merzî olarak.» Bütün havayı rıza ve şefkatle dolduran 
bu insicamla söylüyor :Kullanm araşma katıl» onlarla 
kaynaş. 

Cennetime gir.» Benim cennetim. Sahneyi 
çevreleyen musiki, dalgalı, yumuşak bir musikidir. O 
şiddetli, sert askerî musikinin karşısında bu yumuşak 
tatlı, okşama musikisi. 

Burada karşılaştırma iki hal ve iki musiki 
arasındadır, ika', Kur'an'da daima tasvir 
araçlanndandır. Bu musiki, sahnenin havasiyle 
uyuşarak onu ruha geçirir. 142i 

Adîyat Suresi 142 i 

Andolsun göğüsleri gup gup vurup koşanlara, o 
ürnakîariyle yerden ateş çıkaranlara, sabahleyin 
yağma eden, ayaklariyle toz koparanlara, böylece bîr 
topluluğun ortasuıa dalanlara ki muhakkak insan 
Rabbuıa karşı çok nankördür. Tabii O, bonu hakklyle 
görüyor. Doğrusu insan malı çok sever, Kabîrlerû? eşiîıp 



içinde bulunanların çıkarılacağı ve göğüslerde 
olanların devşirileceği bir zamanın geleceğini bilmez 
mi o Gerçekten o güa Kabları onların halini tamamen 
bilir.» 

Bu sahnede bir tabl'o ve tablo birliği var. 

Kabirlerin eşilip içindekilerin dışarı çıkarıldığı, hiçbir 
tahsis ve tahdid olmadan her kabrin böyle açılacağa 
bütün göğüslerdeki gizliliklerin tamamen meydana 
döküleceği günün tablosu. Göğüslerdekinin çıkmasını 
devşirmek diye ifade ediyor. Yani mahsul devşirmek 
ile. Sanki göğüslierde gizlenenler ve dünyada işlenen 
ameller bir ekindir göğüslere ekilmiş. Bunlar kabirler 
açılınca devşiriliyor. 

Musiki ve nağme, kabirlerin eşilip alt üst edilmesini 
çalkantı manzarası ve havasını kulağımıza yansıtıyor. 
Eşilmiş kabirlerin ve içindeki kuvvetler dışarıya 
dökülmüş göğüslerin meydana getirdiği gürültülü 
havayı aksettiriyor bu musiki. Gup gup sesler çıkararak 
koşan, tırnaklariyle kıvılcımlar çakan, sabahleyin 
herkesten habersiz yağma eden, toz kaldıran, şiddetle 
topluluğun içine dalan atların meydana getirdiği man¬ 
zaranın musikisi, de bu kıyamet havasına pek 


89 



uymaktadır. îş-te kıyamet havasını andıran bu şeylere 
yemin ederek insanın Rabbina karşı nankör olduğunu, 
O'nun keremini inkâr ettiğini, çok cimri olduğunu, 
haddi zatında menfur olan dünya malı sevgisini 
göğsüne topladığını, kabirlerin eşilip göğüslerde-kinin 
dışarıya çıkarılacağı bugünü düşünmediğini söylüyor. 

Musiki, tablonun havasına son derece uygundur. 
Bütün sahneler tozlu, dumanlı, anı, şiddetli, 
patlamalıdır. Sahnelere eşlik eden musiki de aynen 
Öyledir. Sahne ile nağme arasında tam bir ahenk 

vardır. 144i 

Abese Suresi ms 

O muazzam gürültü geldiği zaman: İşte o güm kişi, 
kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve 
oğullarından kaçar. O gün on'ardan her kişinin 
(başkasiyle ilgilenmekten) alıkoyan bir İZİ vardır. Yüzler 
var ki o gün parıl, parıl, güleç, sevinçli; yüzler de var ki 
tozlanmış, karanlık bürümüş. îşte onlar kâfirler ve 
tacirlerdir.» 

as-Sâhha Öyle bir kelime ki sert, tesirli, insanın 
kulağını tırmahyan.bir sesi var. Ağızdan çıkınca havayı 
yara yara şiddetli bir gürültü ile kulağa geliyor. Bu 


90 




rahatsız edici melodi ile şu sahneye zemin hazırlanıyor: 
Kişinin, kendisine bağlanan her insandan kaçıp 
sıyrıldığı sahne: «Kardeşinden, annesinden, 

babasından, eşinden ve oğullarında kaçtığı sahne.» 
Bunlar ki ona çözülemiyen bağlarla bağlıdırlar. Fakat 
bu gürültü bütün rabıtaları parçalayıp atıyor. 

Sahnedeki korku tamamen ruhîdir. Ruhu 
korkutuyor ve onu muhitinden ayırıp kendi başına 
bırakıyor: Herkes kendini, kendi işini düşünüyor. 
Herkesin öyle bir işi var ki artık onda başka bir şeye 
sarfedecek ne bir düşünce ne de cehd birakıyor. Her 
birinin, kendini alıkoyan bir işi vardır.» 

Satır arasında, satırların alacağından çok fazl a 
manâlar var. Kelimelerin çevresinde halelenen gölge 
derin ve engindir, însan ruhunun ve duyuşun meşgul 
bulunma halini şu ifadeden daha veciz ve daha 
şümullü hangi ifade tasvir edebilir: «Onlardan her 
birinin kendini alıkoyan (basından aşkın) bir işi vardır.» 

İnsanı kardeşiyle, annesiyle, babasiyle, eşiyle ve 
oğullarıyla ilgilenmekten alıkoyan bu korkunç günde 
bu tablonun karşısına başka bir tablo koyuyor ki iki 
zümrenin halini karşılaştıralım. Bu defa tabloda ak, parıl 


91 




parıl, güleç sevinçli yüzler görüyoruz. Bunlar, hayırlılar, 
iyilerdir. Bunun yanında da toz duman içinde kalmış, 
keder ve üzüntü sarmış asık, ekşi-mis suratlar var. Bunlar 
da kâfirler ve tacirlerdir. 

Buruc Suresi ı^zı 

Onlar kî mümin erkek ve kadınları fitneledi 
(dinlerinden çevirdiler, sonra tevbe de etmediler, onlar 
için cehennem azabı vardır. Yakıcı ateş de onlaradır. 
Onlar ki inandılar, iyi ameller işlediler; onlar için de 
altlarımdan ırmaklar akan cennetler vardır. Bu, büyük 
bir liurtuloştor.» 

Bu âyetler Ashabu'l-Uhdûd kıssasını takiben 
gelmiştir. .Ashabu'l-Uhdûd, Necran'dan bir cemaat idi. 
Hıristiyan olmuşlardı. Himyer'li Yahudi Zünuvas bunlara 
işkence etti, hendekler açtı, içinde ateş yaktı, bu 
Hıristiyanlar! o ateş dolu hendeklere attı. Herkesin gözü 
Önünde, bunların sonlarını görsünler diye topladığı 
insanların gözü önünde o ateşe attı bunları. Fakat 
onlar yanıyor, yine de dinlerinden] dönmüyorlardı, îşte 
tu hali anlatan Buruc Suresi de Uhdud olayını gören 
cemaatin teşkil ettiği sahneye uysun diye kıyamet 


92 




günündeki büyük topluluk sahnesine yemin ile başlıyor 


Burçları olan göğe andolsım, vade dilen güne 
andolsun. Görene, görülene andolsun.» 

Va'dedilen günün korkusunu ve o günde şahid 
olan ve müşahede edilen toplulukları çok göstermek 
için şahid ve meşhut (gören ve görülen) nekre (belirsiz) 
olarak getirilmiştir. Burçları olan gök de manzarayı bir 
kat daha korkunç yapıyor. Ve o günü büyütüyor. 
Semanın korkunçluğu, o günün korkunçluğuyla; 
kocamanlığı, o günün kocamanlığıyla ahenk temin 
ediyor. 

Bu burçlu semaya, vadedilen .güne ve onda 
bulunan şahid ve meşhuda yapılan bu yemin, Uhdüd 
Ashabını muhakkak öldürmek için çağırdıklarını, 
nihayet mü'minleri öldürdükleri gibi onları da 
öldürdüklerini göstermek için geliyor: «İçi ateş dolu 
hendek sahipleri öldürüldü.» 

Birinci sahne, hendeklerde ateş sahnesi 
olduğundan bununla ahenk temin etmek için 
cehennem azabının da içinde ateş olması gerekir, 


93 




Onlar için cehennem azabı vardır ve onlar için 
yangın azabı vardır.» Tablolardaki bu ahenk, Kur'an'ın 
tasvir ettiği bütün sahnelerde vardır. Hattâ ateşin 
karşısında altından ırmaklar akan cennetler de ayrı bir 
ahenk çeşididir. Ateşle ırmakla, birbirinin zıddkhrlar. 
Ashabu'l-Uhdud, dünyada iman güçleriyle 
kurtulmuşlardır. Bunlara uygun olarak mü'minlerin 
cennete girmesi de «Büyük kurtuluş» diye tavsif 

edilmiştir. 148i 

Karia Suresi M2i 

Karia! Nedir o Karia? Karîa'mn ne olduğunu sana 
ne bildirdi? O gün insanlar, ateş etrafında çırpınıp 
dökülen pervane gibi olur. Dağlar atılmış renkli yüne 
döner. O gün tartıları ağır gelen hoş bir yaşantı 
içerisindedir. Tartılan hafif gelenüı-se anası Hâviye'dir. 
Sana ne bildirdi. O nedir? Kızgın bir ateştir.» 

Karia, kıyamettir. Bu isim, aniden, habersizden 
gürültü ile inecek şamar sesini canlandırıyor. Burada 
gösterilen sahne, maddî bir korku sahnesidir. Öyle 
muazzam bir korku ki insanlar bu kadar çok olmalarına 
rağmen onun gölgesinde pek cılız kalıyorlar. Uçuşan 
ve ışığa vurup düşen pervaneler kadar hafif, sabit 


94 



dağlar da rüzgârın kaldırıp savurduğu atılmış renkli yün 
gibi görünüyor. İşte bu manzarayı tasavvur ederken, 
kıyametin karia kelimesiyle ifade edilmesi mükemmel 
bir uyum teşkil etmektedir. Kelimenin attığı gölge, 
harflerin çıkardığı ses; insanların uçuşup düşen 
pervane ve dağların atılmış yün gibi göründüğü bu 
korkunç manzara ile uyuşsun diye Karia kelimesi 
seçilmiştir. (Karia, şiddetle gürültü çıkaran demektir.) 

Önce birden bire habersizden kelime ortaya 
atılıyor, gölgesi ve nağmesi etrafa yayılıyor: peşinden 
korkuyu arttırmak için bir soru: Karia nedir?» Ve onun 
peşinden daha kapalı bir soru ile korkuyu daha da 
artırıyor: Karia'iun ne olduğunu sana 

ne bildirdi?» însan bilmezlik ve korkunun son 
derecesine varınca bu defa cevap veriyor, açıklıyor 
ama cevap daha da dehşet, daha korkunç: 

O gün insanlar, uçuşup düşen pervane gibi olur.» 
Kur'an tasvirinde emsali pek çok olan «tecsîm» 
metoduna uyarak manevî olan amelleri tartmak için 
pervane gibi uçuşup düşen insanların göreceği maddî 
mizan konuyor: 


95 




Ama tartıları ağır gelen, hoş bir yaşantı içindedir.» 
Yeterli bir yaşayış, «Tartıları hafif gelen ise, onun anası 
Haviye'dir.» 

Burada tafsilâta, giriyor. Umumiyetle Kur'an'da 
azap şekilleri, nimet şekillerinden daha çok ayrıntılı 
olarak anlatılır. Çünkü azabı anlatırken uzatmak, hisse 
daha iyi tesir eder, ruhta daha çok korku uyandırır. 
«Ummuhu; annesi», yani onun gideceği yer demektir. 
Gideceği yer haviye'dir yani aşağıya akan çukurdur. 
Zannedersem bu kelimenin burada zikredilmesi özel bir 
nükteden dolayıdır. Kelimenin zahirinden gelen 
tevehhümün doğurduğu nükte. Mzanların hafifliği ve 
kefesinin yüksekliğiyle gidilecek yerin çukurluğu 
arasındaki farkı düşündürerek bir ahenk meydana 
getirmektedir. Burada bu iki şey arasındaki yükseklik ile 
alçaklık karşılaştırıîmıştır. 

Anası haviyedir (çukurdur)» tabiri, daha önce 
geçmemiş kapalı bir ifade olduğundan -bilinmeyen o 
gidilecek yerin korkunçluğunu artırmak için kapalı 
ifadenin! kul | lanılması gereklidir- peşinden bunu 
daha bilinmez yapacak bi soru soruyor: «Onan ne 
olduğunu sana ne bildirdi?: 


96 



Bu uzun azap anlatımı, hem sanat gayesine, hem 
de gayeye uyar. Burada ifadeyi uzatmak yoluyla 
sahnenin arzı uzatılmaktadır. Sahne arzını uzatma 
usullerinden biri de ifade | yi uzatmaktır. Sahnenin 
muhayyile önünde kalışı, hisse dahaj çok tesir eder, 
ruha daha fazla korku salar. Bu suretle hem fennî, hem 
dinî gaye yerine getirilmiş olur. İşte bu, Kur'an tasvirinin 
daimî bir özelliğidir. Jsoı 

Kıyame Suresi ısu 

1- Ne .aman gök şimşek çakar, ay tutulur, güneş 
ve ay bir araya tm.lahl.r, işte o gün inSan kaçacak yer 
hayır sığınacak bir yer yoktur. O gün ancak Büfemel 
hudi durursun. O gün, tasana önce ve sonra ne 
yapnuş (âhirete) göndermişse hepsi haber verilir. 
Doğrusu insan artık kendi yaptıklarını görür; Özürlerini 
sayıp dökse de (bir fayda vermez.» 

2 - «Hayır, aksine siz çabuk olan (dünya) yi seviyor, 
ahireti bırakıyorsunuz. O giın nice yüzler ışıldar, parlar, 
Babbına bakar. Nice yüzler de o gün ekşir, posar. 
Anlar ki kendisine fakire yapılacaktır (belinin kırılacağını 
anlar).» 


97 



3 - «Hayır, hayır, can köprücük kemiklerine 
dayandığı zaman «Bir afsun yapan yok mu?» denir. Ve 
artık ayrılık vaktinin geldiğini anlar ve bacak bacağa 
dolaşır. İşte o gün sevkıyat Rabbınadır. Ne tasdik etti, 
ne »namaz kıldı, fakat yalanladı ve yüz çevirdi, sonra 
da gerine gerine ailesine gitti...» 

Birinci sahne, kıyamet korkusunu tasvir ediyor. Bu 
sah] neye insan duyuları, tabiat varlıkları ve beşerî 
nefa iştirak etmiştir: Göz şimşek çakıyor, ay tutuluyor, 
güneş ve ay ayrı ikei birbirinin yanma geliyor, Tekvir 
suresinde geçtiği gibi kâinatıi düzeni bozuluyor. Bu 
korku ve dehşet Otammda. ürken insai soruyor: 
Kaçacak yer neresi? Ne sığınacak "bir yer, ne durala^ 
cak bir mekân. Varılacak, durulacak yer yalnız Allah'ın 
huzurunda. Orada «İnsana önce yapıp gönderdikleri 
haber verilir.) ve orada özürler kabul edilmez. İnsan 
kendi kendiri görür. 

Burada her şey çabuk ve kısa geçiyor: Fıkralar, 
fasılalar,! ika', «ahneler, hep yıldırım'gibi süratli. Hesap 
igi de işte şöyle:! «İnsana önce ve sonra yaptıkları 
haber verilir.» Bu sürat ve bu Özetle. Bütün olaylar 
arasında kısalık ve süratle ahenk sağlanmıştır. Mahsus 


98 



böyle yapılmıştır. Zira kıyameti inkâr edene, onun 
gelmesini çok uzak görene: günü nerede?» 

Diye alaylı sorana cevap veriliyor. Kıyametin 
gelmesinde bir gecikme olmadığını, muhakkak 
geleceğini belirtmek için cevap mahsus böyle yıldırım 
süratiyle veriliyor. Kelimelerin ikamda da aynı sürat 
var:» 

«Çaktı, tutuldu, kaçacak yer neresi, hayır 
sığınacak yer yoktur.» ilh... 

ikinci sahne, birincisini tamamlamaktadır. Resule 
vahiy nazil olurken onun tekrarlamakta acele ile 
lisanını depretme-mesini emrediyor, unutma korkusu 
olmadığını söylüyor: 

Acele ederek onu tekrarlamak için lisanını 
depretme. Onu (senin kalbinde) toplamak ve sana 
okutmak bize düşer...» 

Öyle anlaşılıyor ki bu, geçen âyetlerle ilgili bir 
olaydır. Sonra bunlar, kıyameti sanki gelmiyecekmiş 
gibi bir tarzda soranlara cevaptır. 

Hayır, siz peşini seviyor, âhireti bırakıyorsunuz. Nice 
yüzler var ki o gün ışıl ısıldır...» 


99 



Burada dikkati çeken bir husus da suretlerin histe 
uyandırdığı çağrışımdır. Birinci sahne sür'atli, yıldırım 
gibi geçmişti. Ondan sonra şu .emir geliyor: «Acele 
ederek lisanını depretme». Daha sonra da dünyaya 
«âcile» yani aceleci ismi veriliyor. Bu da histe ince bir 
ahenk bırakıyor. Acele ve sürl at kelimeleri, acele ve 
sürat musikisi, acele ve sürat sahneleri hep tirden 
harika bir uyum meydana getiriyor. Dinleyicinin ve 
okuyucunun hissinde bu birbiri peşi sıra gelen âyetlerin 
uyandırdığı âhenkler birleşiyor. 

Biraz da ikinci sahneye göz atalım. O da birincisini 
tamamlar durumdadır. Burada nimet ve azap 
tablolarını, ruhî ve şuurî gölgeler gibi görüyoruz. Bu 
psikolojik haller, insan yüzlerinde, yüz çizgilerinde 
kendini gösteriyor. «O gün nice yüzler var ki ışıl ısıldır, 
Rabbma bakar.» Bu, nimet ehlinin yüzleridir. «Nice 
yüzler de var ki o gün asık, o bel kıran felâketin yapıldı¬ 
ğını anlar.» Bunlar yalnız asık değil, aynı zamanda bel 
kemiklerini kıran o belânın ineceği endişesiyle 
korkudan titriyorlar, iç geçiriyorlar. Korku ile titremek 
azaptan da beterdir. 


ıoo 



Üçüncü sahne can çekişme sahnesidir. Bu sahneyi 
burada ba's sahnesiyle bitişik takdim ediyor. 
Aralarında hiçbir fasıla yok gibi. 

Sahnenin tasvirinde özel bir uyum kullanmıştır Bu 
da şudur: Gelecek olan can çekişme sahnesini 
şimdHmiş gibi arz etmiştir, sonra da dünyayı geçmiş, 
mazi olmuş bir hayat gibi göstermiştir. Böyle yapmıştır ki 
korkudan, yahut hastalık ve ızdıraptan bacağı 
bacağına dolaşan, canı köprücük kemiklerine 
dayanan, yanında bulunanlar tarafından «Buna bii 
afsun yapıp bu halden kurtaracak kimse yok mu» diye 
sorulan insan, bu hafini göz, önüne getirsin, bir de 
sapasağlam bulunduğu isamanki yalanlayıp yüz 
çevirmesini kendini beğenmekten, kibirden gerine 
gerine ailesinin, taraftarlarının yanma gitmesini düşün¬ 
sün ve bu iki sahne arasında karşılaştırma yapsın. 
Bunları gözü örsünden geçirirken kendisini âhirette 
görüyor ve artık değil ypşamak, dünyayı düşünmeğe 
bile vakti kalmıyor: «Zira o gün sevkıyat, Rabbmadır.» 
Önce âhireti, sonra dünyayı anlaması bu güzelliği 
temin etmiştir. 


ıoı 




Sahnelerin süratle şevki, dinî bakımdan histe derin 
bir et ki bıraktığı gibi sanat bakımından da gözü, 
duyulan ihya ede; bir tesir yapar. İşte hem dinî, hem 
fennî gaye Kur'an tasvirin de böyle birleşir. 1^1 


102 



2.BÖLÜM 


Hümeze Suresi lu 

Mal toplayarak onu tekrar tekrar sayan, diliyle 
çekiştirip yüzünden de alay eden kimsenin vay haline. 
Malın kendisini ebedî kılacağını zanneder. Kayır, o, an 
dolsun ki Hutame'ye atılacaktır. Hutame'nin ne 
olduğunu sana ne bildirdi? Tutuşturulmuş ateştir. Bir 
ateş ki yüreklere iğler. Onlar uzun sütunlar 

arasında her yönden o ateşle kapatılmışlardır.» 
Maddî ve ruhî bir azap tablosu, hissî ve manevî bir 
ateş resmi. Burada suç ile ceza usulü ve ikap havası 
arasında tekabül vardır. Kaşla gözle insanları hakir 
görüp dille de ayıplayan, alay eden, kendisini ebedî 
kılacak zanniyle mal toplayıp yığanın manzarası. Bu 
kibirci, alaycı, kendini beğenmiş insanı canlandıran 
tablo karşısında; bu kimsenin Hutame (kırıp geçiren 
ateş) içerisine kapatılıp kendi basma bırakılması halini 
canlandıran tablo var. Bir Hutame ki içine atılan 
azamet ve gururunu kırıp geçiriyor. Bu Hutame bir 
ateştir. Kalbe vuruyor; kaşla gözle çekiştirmenin, dille 


103 



alay etmenin kaynağı olan kalbe vuruyor. Bu ateşe 
atılıp terk ediîme halinin tamamlayıcısı olarak ateg 
üzerine kapı kitleniyor ve sürgüleniyor. Arkasından öyle 
tomruklarla kapı sıkı sıkıya kapatılıyor ki artık o kimseyi 
buradan ne kimse kurtarabilir, ne de biri gelip görebilir. 

Hayvanlar nasıl hiç saygı gösterilmeden ahıra 
konulur, bağlanır, kapı üzerlerine kilitlenirse bu da öyle 
Hutameye konulmuş, direklere bağlanmış, üzerinden 
de kapı kilitlenmiş sürgülenmiştir. 

Kelimelerin musikisinde de şiddet var:: 

ibareler de muhtelif şekillerde tekid edilmiştir: 

: Elbette Hntaraeye atılacaktır. Hutamenin ne 
olduğunu sana ne bildirdi? Allah'ın tutuşturulmuş ateşi 
id kalblere işler. O, onlar üzerine bastırılıp 
kilitlenecektir.» ifadede tehdid var: «Bütün kasiyle 
gözüyle pekiştirenlere veyl... Hayır elbette o 
atılacaktır... Allah'ın tutuşturulmuş ateşi... Bir ateş ki 
kalblere vurur.» 

Bütün bunlarda malı kendisini ebedî kılacak 
zannedip ka-şiyle gözüyle çekiştirme, alay etme gibi 
âdî işlere uygun düşen bir tasvir ahengi mevcuttur!i2i 


104 



Mürselam Suresi 

«Andolsun örfen gönderilenlere, derken büküp 
devirenlere, yaydıkça yayanlara derken seçip 
ayıranlara, özür için veya uyarmak için öğüt 
bırakanlara ki size va' delen muhakkak olacaktır.» 

«Yıldızlar silindiği zaman, gök yanldiğı zaman, 
dağlar dağılıp savrulduğu zaman, peygamberler 
(şahitlik etme) vakitlerine erdirildiği zaman, insanlannj 
hesabı hangi gün? bırakılın ti? (İyinin kötüden 
ayrılacağı) fasıl gününe. Fasıl gününün ne olduğunu 
sana ne bildirdi? O gün yalanhyanlann vay haline! 

«Biz evvelkileri helak edip peşlerinden de 
sonrakileri onlara katmadık mı? Biz mücrimlere böyle 
yaparız. O gün yalan) hyanlann vay haline!» 

«Sizi âdi bir sudan yaratıp belirli bir zamana kadar 
gayet sağlam bir yere koymadık mı? Buna gücümüz 
yetti, ne güzel güç vetireniz? O gün yalanlayanların 
vay haline!» 

«Biz yeryüzünü, dirfleri ve ölüleri içine alan'bir 
topfamta kabı yapmadık mı? O gün yalanhyanlann 
vay haline?» 


105 





«Haydi yalanladığınız şeye gidin. Gölge yapmıyan 
ve alevden de korumıyan Üç dallı bir gölgeye gidin. O 
gölge kaim ağaçlar gibi kıvılcımlar saçar. Sanki (o 
kıvılcımlar,) san, kaim bir iptir. O gün yalanlıyanlann 
vay haline!» 

«Bu, konuşmıyacakları, özür dilemeleri için 
kendilerine izin verilmîyeceği gündür. O gün 
yalanlıyanlanjı vay haline!» 

«Bu fasıl günüdür. Sizi ve öncekileri bir araya 
topladık. Eğer bu halden kurtulmak için bir hileniz 
varsa yapın. O gün yalanbyanlann vay haline!» 

«Şüphesiz korunanlar gölgeler içinde, çeşmeler 
başında, iştahlarının çektiği meyvalar yanındadırlar.» 
«Amellerinize karşılık afiyetle yeyin, İçin. Biz iyilik 
edenlere böylesine karşılık veririz.». O gün; 
yalanhyanların vay haline! 

«Yeyin ve biraz yaşayın. Siz suçlularsınız. O gün 
yalank yanlan vay haline! Onlara «rükû edin» denilse 
rükû etmezler. O ftün yalanlıyanlarm vay haline! Buna 
da inanmadıktan sonra artık hangi söze inanacaklar?» 

Bu sure ve ileride gelecek Rahman ve Kamer 
sureleri ap ayrı bir uyuma sahiptir. Bu surede şimdiki 


106 




âlem ile âhiret âlemi arasında tam bir izdivaç vardır. 
Dünya suretleri ile âhiret suretleri çift olarak 
gösterilmiştir. Kıyamet gününü yalanlı-yan kimseye delil 
olmak için böyle yapılmıştır. Dünya, insanın gözü 
önünde her şeyi ile vadedilen o günü göstermektedir. 
Yaratıcının kudretime ve nimetine nice deliller var dün¬ 
yada. Ama adam yine de inkâr ediyor ve yalanlıyor. 
Bu düzende âhiret tabloları, hisse ve ruha tesir yapmak 
için vicdanî bir delil olarak gelir. Dünya tabloları da 
âhiretin varlığına vicdanî bir delil olarak gösterilir. 
Resimler arasında öyle bir izdivaç var ki dünyaya ve 
âhirete ait resimleri birbirinden ayırmak mümkün değil. 
Çünkü bunlar ve onlar tek bir gaye için aynı sahnede 
gösterilirler. O gaye, vicdanı etkilemektir. 

Sure yeminle başlıyor: «Örten (bilinmek veya 
bildirmek için) gönderilenlere derken büküp 
devirenlere, yaydıkça yayanlara, derken seçip 
ayıranlara, öğüt bırakanlara... andolsun.» Sayılan 
şeylerin mahiyetleri söylenmiyor, sadece vasıflan 
zikrediliyor. Bunlar genel şeylerdir. Bildirmek için gönde¬ 
rilenler umumidir. Büküp devirenler umumidir. Eserlerini 
yayanlar, vazfları ve eşyayı fark ve temyiz edenler. 


107 




özür dileme için ve uyarma için öğüt bırakanlar... Peki 
nedir bu «gönderilenler» Burada korku hissini uyarmak 
için kapalılık icabeder. Tefsir kitaplarında bunların 
meleklerden bîr grup, ya da Kur'an âyetleri, yahut da 
beşer ruhları olduğu söylenir. 

Benim kanaatime göre mahsus bu böyle kapalı 
bırakılmıştır, eseri söylenmiş esası gizlenmiştir ruhtaki 
etkisi fazla olsun diye. Zira vasfı bilinip aslı bilinmiyen bir 
şeyi his büyülenmiş gibi öğrenmeğe çalışır, onun 
ardına düşer, merak eder. Bunların yaptığı işlerin bilinip 
kendilerinin bilinimemesi, vadedilen güne sahip olan 
kuvvetin bilinmezliğini gösterir. 

Bunlara yemin etti ki:... «Size vadedilen muhakkak 
olaca. tır». Böylece saJhneye girdikten sonra arza 
başlıyor. Bakıyo* sunuz ki birden tabiat sahneleri 
değişmekte, gök cisimleri çal kanmaktadır: Yıldızlar 
silinmiş, ışıklan sönmüş, gök yarıl mış, çatlaklar açılmış. 
Dağlar elenmiş, ne yükseklik kalmış, ne] alçaklık. 
Peygamberlerin, hesap gününde ümmetlerine 
şehadei | etme zamanı gelmiş çatmış. İşte bu hüküm, 
günü şehadet zamanıdır. Bugün cidden korkunç bir 
gün ve «yalanlıyanlann vaj haline bugün!» 


108 



Kıyamet sahnelerinden birinci sahne bittikten ve o 
sahne yi, yalanlıyanlann felâkete uğnyacaklanm 
söyliyerek bitir dikten sonra dünya sahnelerinden bir 
sahne takdim ediyor sahne, büyük kuvvetin, 
yalanliyanları daha dünyada iken cezalandırmağa 
muktedir olduğunu göstermektedir:edip peşinden de 
sonrakileri onlara katmadık mı?» Evet, gerçekten öyle 
olmuştur suçlulara böyle yaparız!» 

Sonra üçüncü bir sahne başlıyor. Bu sahnede ta 
bidayetten beri insan yaratılışının safhaları gösteriliyor. 
Yaratan, tekrar diriltir. Yapan, yeniden yapabilir. 
Yaratılışın her merhalesini bir düzen ve hikmet içinde 
meydana getiren, insanları başı boş bırakmaz: «Sizi âdi 
bir sudan yaratmadık mı? Onu belirli bir zaman için 
sağlam bir yere koymadık mı? Biz buna kadir olduk, biz 
ne güzel kadir olanız.» Evet öyle olmuştur. O halde 
«Yalanlıyanlann vay haline o gün!» 

Daha sonra beşinci bir sahne başlıyor. Bu da 
herkesi kab gibi içine alan yeryüzünün gösterildiği 
sahnedir. Yeryüzü dirileri ve Ölüleri içine alıyor. Orada 
yüksek dağlar ve tatlı sular var. Bütün bunlar, kalbleri 


109 




imana açan deliller değil inidir? Evet öyle. O halde: 
«Yalanlıyanlarm vay haline o £ün!» 

Dünyada kaşla göz arasında tamamlanan bu 
sahneler gösterildikten sonra: -Geçmiş milletlerin ölüp 
yok olması sahnesi, gözönünde cereyan eden bir olay 
gibi gösteriliyor; âdi sudan doğan, takdir edilmiş bir 
nizama göre gelişen hayat sahnesi, dirileri ve Ölüleri 
alan, içinde yüksek dağlar ve tatlı sular bulunan 
yeryüzü sahneleri, insanların gözleri önüne serildikten, 
sonra hemen âhiret sahnesine geçiyor: 

Yalanladığınız fjeye gidin!» îşte önünüzde 
görüyorsunuz. Kur-' an'uı metodu budur. Âhiret gününü 
gösterirken onu bugün oluyoimuş gibi göz önüne 
getirir. «Bir gölgeye gidin İd üç dallıdır». Bu, cehennem 
dumanının meydana getirdiği gölgedir. «Ne 
gölgelendirir, ne de alevden korur.» Boğucu bir 
gölgedir. Gölge yoktur onda. Gölge denmesinin 
sebebi, «Yalanladığınız şeye &idin» sözündeki alay ve 
töhdidi artırmak içindir. Gözlerine dokunur dokunmaz 
birden kendilerini onun içinde buluyorlar. Bir gölge ki 
onda gölge yoktur. Gidin «o» -siz biliyorsunuz onu, 
ismini zikretmeğe lüzum yok- «O kıvılcım saçar». Kalın 


ııo 






ağaç gibi. Ah ne korkunç! Kıvılcım kaim sarı bir ipe 
benziyor iai Kıvılcımı böyle bu ateşin ya kendisi? Elbette 
o, korkunç derecede büyüktür. Birinci teşbihe ikinci bir 
teşbih 

daha katıyor. Bu da büyüklüğü tekidediyor. 

Sanki sarı bir halattır.» Zihin bu korkunç şeyleri 
düşünürken henıea takri' ve tazir geliyor: «Yal anhyani 
arın vay haline o gün!» 

Sahneyi tamamlamak için cehennemin maddî 
korkusunu tasvir ettikten sonra ruhî korkusunu tasvire 
geçiyor. Duyuları bu korku ile dolduruyor, oradan ruha 
işliyor korku. «Bu, ko-nuşmıyacağınız gündür. Onlara izin 
de verilmez ki özür dilesinler.» Burada korku derin bir 
sessizlik ve huşu içinde gizlidir. Bir sessizlik ki bunu ne bir 
tek söz bozuyor, ne bir özür dileme kesiyor. Saatler 
geçiyor böyle: «Yalanhyanların vay haline o gün!» 

«Bu hüküm günüdür, özür dileme günü değil. Sizi 
ve öncekileri orada toplamışizdır. Eğer bundan 
kurtulmak için bir hileniz varsa yapın.»' Gücünüzün 
yettiği bir çare biliyorsanız tatbik edin. Ses yok. Bu acı 
ayıplama ve azar karşısında derin bir sessizlikten başka 
cevap yok. Pek kalabalık cemiyetler önündeki 


ııı 







ayıplama sahnesi bitince iyileri kötüleri birbirinden ayır¬ 
ma işi başlıyor: «Müttakiler gölgeler içindedirler» Bu 
defa gölgelendirmiyen, ateşten de korumıyan o üç 
dallı gölge değil, gerçek gölge. Çeşmeler başında. 
Ateşten kıvılcımlar içinde değil. İştahlarının çektiği 
meyvaların altındadırlar. Bütün bunların üstünde de 
herkesin işiteceği şu manevî ikrama şu hitabı lâtife nail 
oluyorlar: «Yaptığınız amellere karşdık afiyetle ye-yin, 
için. Biz ihsan edenlere böyle karşılık veririz.» O yüce ve 
ulu varlıktan bu hitabı işitmek, saadetlerin en 
büyüğüdür. Ne mutluluktur bu! Ya yalanlıyanlar? 
Yaîanlıyanlann vay haline o gün! Ey suçlular, bu 
dünyada yeyin, biraz yaşayın, ne olsa siz suçlusunuz. 
Müttakilerin nail olduğu ikramı asla görmiye-ceksiniz. 
îşte burada dünya ile âhiret birbiri peşinden gelen iki 
fıkrada birbirine karışır. Sanki ikisi sahnenin birbirini takip 
eden iki perdesi gibi hazır gösterilir. Arada hiç fasıla 
yoktur. Oysaki birisi nice zamanlar sonra olacaktır. 
Müttekilere hitap ahiret-te tevcih edilmiş iken 
mükezziplere dünyada hi tabedilmek tcdir. Bu suretle 
onlara şöyle denmiş oluyor: îşte göz önünde eere-yan 
eden şu anda iki hal arasındaki farkı görün. Sonra 


112 




yalanlayanların vasıflarım açıklayarak der ki: «Onlara 
rükû ediniz 

dense (ükû etmezler.» Yalanlayanlar, kendi 
hallerini ve müttakilerin {hallerini, müttakilere ve 
mükezziplere söylenecek sözleri işittikten sonra onlara 
diyor ki: «Artık bundan sonra hangi söze 
inanacaksınız?». 

Bu şekilde bir arz tuhaftır ama hisse ve ruha daha 
çok tesir eder. Bu arzda dinleyici ve okuyucu 
sahnelerin hareket ettiğini, manzaraların cisimlendiğini, 
üç zamanın bir araya geldiğini görür. Hi 

Kaf Suresi ^ 

Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldi, işte bu senin 
ötedenbe-ri kaçtığın şeydir. Sara üflendi, işte bu, vaîd 
günüdür. Her nefis yanında bir sürücü ve bir şahid ile 
geldi. Andolsun ki sen bunu bitmiyordun. Biz senin 
gözünden örtünü kaldırdık, artık bugün gözün 
keskindir. Yanındaki arkadaşı ona dedi: «tşte bu 
yanındaki hazır.» «Her inkâr edici inatçıyı cehenneme 
atın. Hayrı meneden, mütecaviz, şüpheci. O ki Allah 
î?e beraber başka bir ilâh edinmiştir. Onu şiddetli 
azaba atın. «Yanındaki dedi ki.* «Rabbimiz, ben onu 


113 





azdırmadım, zaten kendisi açık bir sapkınlık içinde idi. 
«(Rab) dedi: «Benim huzurumda çekişmeyin. Ben size 
valdi göndermiştim (bu günü bildirmiştim). Benim 
yanımda söz değiştirilmez. Ve ben kullara zulmedici 
değilim.» O gün biz cehenneme deriz ki: Boldun Der ki: 
Daha var mı? Cennet de müttakilere yaklaştırılır, uzak 
kalmaz. İşte bu cennet, Allah'a yönelen, O'nun 
emirlerine uyan, Gaybde Rahman'dan korkan, Allah'a 
yönelmiş bir kalble gelen sîzlere, hepinize söz verilen 
yerdir. Oraya esenlikle girin, îşte bu, sonsuzluk günüdür. 
Orada istediklerini bulurlar. Katımızda fazlası da var. 

Sahne dünyada başlıyor, âhirette son buluyor-. 
Şimdiki ve Öteki âlem birbirinden ayrılmamışlardır. 
Aralarındaki mesafe uzak değildir. 

Kat sûresi, kâfirlerin şiddetle yalanladıkları öldükten 
sonra dirilmeyi tamamen anlatıyor: «Kendilerine yine 
kendilerinden olan bir uyarıcıma gelmesinden hayret 
ettiler de kafirler, «Bu tuhaf bir şeydir! Biz öldükten ve 
toprak olduktan sonra mı? Bu, ihtimali olmıyan bir 
dönüştür, dediler.» 


114 





Bu yalanlamayı red için, bu dünya hayatında 
gözleri Önünde cereyan eden olayları göstermeğe 
başlıyor.» 

Üstlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl 
yapmışız, süslemişi?,, hiçbir çatlağı da yok. Yeri 
uzatmışız, ona dağları atmışız ve onda her çiftten 
gönül açan bitkiler bitirmişiz; Allah'a yönelen her kul 
için bir öğüt olsun diye. Gökten mübarek bir su indirdik, 
onunla bahçeler ve biçilecek taneli ekinler, küme 
küme tomurcukları olan boylu hurma ağaçlan yetiştir 
ilk, kullara rizik olsun diye. O su ile ölü yeri dirilttik. İşte ci¬ 
ns (öldükten sonra kabirlerden dirilip çıkmak) di 
böyledir.» 

Arz üzerinde yaratmayı, bitirmeyi, ölü yeri gökten 
inen ve ile diriltmeyi ki bunlar her zaman insanların 
gördükleri şey-erdir ama insanlar bunların, öldükten 
sonra dirilmeye, kabir-erden çıkmağa nasıl delâlet 
ettiğinden habersizdirler bunları gösterdikten sonra 
diyor ki: «İşte çıkış da böyledir.» 

Sonra da insanlar arasında yalanlamış olanları 
anlatıyor: Fir'avn, Lût'un İhvanı, Eyke Ashabı ve Tubba' 
Kavmi. 3zetîe bunların vak'alarına temas ediyor. 


115 



Yukarıda ihya ve hraca muktedir olmanın delillerini 
takdim ettiktea sonra bun-arı da kendisinin öldürme ve 
mahvetme kudretine delil olarak ileri sürüyor. 

Ölümü ve hayatı anlattıktan sonra. Yaratıcının 
insanları 'arattığını, varlıkları sağlıklarında gözetleyip 
yönettiğini söylüyor. Bu suretle Ölümden sonra hesaba 
çekileceklerini anlatmağa zemin hazırlıyor: «Biz insanı 
yarattık, nefsinin kendi-ine ne fısıldadığını biliriz. Biz ona 
gah damarından daha yakınız. İki alıcı sağında ve 
solunda oturmuşlardu Hiçbir söz söylemez ki yamnda 
onu zapteden hazır bir gözetieyici olman. 

O halde insan başı boş bırakılmıyacaktır. Bütün 
amelleri hesabediüyor. îki alıcı, ondan sadir olan her 
fiili görüp kaydediyor. Kur'an, her şeyi kendi metoduna 
göre teşhis ve tecsim ederek anlattığı gibi hesabı da 
böyle tecsim etmektedir. Bu, hissi okşıyan, hayali 
doyuran tasvir metodunun bir icabıdır. 

Burada ölümden ve ölüm sarhoşluklarından .sonra 
gelen âhiret gününün şekli gösterilmeğe başlıyor; sanki 
ikisi de (dünya da âhirette) göz önünde, yan yana 
hazır: «Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldi. Bu, 


116 






ötedenberi senin kaktığın şeydir. Sura üflendi. îşte bu, 
vaîd günüdür.» ilh. 

Şimdi şu sahaya bir göz atalım da yanında bir saik 
ve bir şahid bulunan her nefsi görelim. Her nefis... 
Burada muhase be edilen, amelleri niyetleri, 
hareketleri ve halecamarı sayılan nefistir. Nefis gelmiş, 
yanında da bu iki bekçi. Ve kendisine şu itap 
yöneliyor: «Sen daha önce bundan gaflette idin. Sen 
den perdeni kaldırdık, artık bugün gözün keskindir.» 
Her şeye nüfuz eder. Gaflet ve tekzib ile (perdelenmiş 
olan her şeyi görür. Sonra o karîn ilerler Diğer 
surelerden anladığımıza göre bu karîn, sapkına refaket 
eden, onu dalâlete yönelten şeytandır. Gerçi şeytan, 
kıyamet gününde ondan teberrî eder ama dünyada 
onu sapıklığa iletmek için ona arkadaş olmuştur. İşte o 
ilerler ki bu yaratığın ne yapıp ne ettiğine dair her bilgi¬ 
nin kendi yanında bulunduğunu, her şeyi bildiğini 
söylesin: «Ve arkadaşı dedi: İşte yanımda bulunan 
hazırdır.» O zaman geri çevrilmesi mümkün olmayan 
emir çıkar:» 

Atın cehenneme her kâfir, inatçı, hayra engel 
olan, saldırgan, şüpheciyi (Allah ile beraber başka 


117 




ilâhlar yaptı. Onu şiddetli azaba bırakın!» Sonra 
arkadaşı öne geçip onu azdırmadığını söylüyor, 
kendini azdırma suçundan temize çıkarmak istiyor:» 

Arkadaş! dedi; Rabbimiz, ben onu azdırmadım. 
Fakat o kendisi uzak bir sapıklık içinde idi.» 

Fakat derhal sadir olan yüce emir, hemen susmayı 
gerektiriyor. Çünkü bugün çekişme ve cidal günü 
değildir:» 

Benîm huzurumda çekişmeyin, ben size vaîdi 
göndermiştim. Benim huzurumda söz değiştirilmez.» 

Defterlerin muhtevasında değişiklik olmaz.» 

Ben kullafra zulmedici değilim.» 

Herkes, kendi yaptığının cezasnıı görür. 

Buraya kadar sahne, arz ve konuşma sahnesidir. 
Suçluyu cehenneme atmakla bü sahne sona eriyor. O 
halde cehennem de canlı gibi konuşturulmalı, öteki 
canlıların hareketlerine iştirak ettirilmelidir ki sahnenin 
diğer cüzlerinin ahengi tamamlanmış olsun. Burada 
arz metodu, muhaveredir. O halde diğer cüzlerde 
olduğu gibi sahnenin bu cüz'ü de muhavere usuliyle 
arz edilmelidir: 


118 



«Biz o gün cehenneme deriz ki duldun mu. Der kî 
daha yokmu?» 

Bu sual ve cevap karşısında hayal, bu 
muhaverenin arkasındaki resmi tahayyül ediyor. İşte 
cisimler kaldırılıp cehenneme savruluyorlar. 
Cehennem ağzını açmış, atılanı yutuyor, atılanı 
yutuyor. Birbiri peşinden atıldıkça cehenneme sorulu¬ 
yor: «Doldun mu?» Dolması için gereken miktarı da 
almıştır ama o her atılanı yutmuş, bir şey bırakmamıştır. 
Öfke ile kızmış, kabarmış, alevler fışkırtıyor, yeni yakıtlar 
istiyor ve diyor: «.Daha yok mu?» 

Topluluklar, bu müthiş manzara karşısında başka 
bir manzara daha görüyorlar: Müttekiler için 
aklaştrılmiş, hazırlanmış cennet içerisinde izzet ve ikram 
gören, bu maddî nimet yanmda da edebî ikram ve 
ihsana nail olan, A'lâ' dan: Cennet müttekilere yak] 
aştırılmış tır, uzak değildir. İşte Allah'a yönelen, O'nun 
buyruklarına uyan, Gaibde Rahman dan korkan, Ve 
O'na yönelmiş bir kalb getiren herkes için va' dedilen 
(cennet) tir bu. Ona esenlikle girin. Bu, sonu olmıyan 
gündür.» Hit&b-ı kerimini duymak şerefine eren 
nıüttekilerin manzarası. Bu manzara karşısında o 


119 



manzara ne kadar tiksindirici ve tüyler ürperticidir! 
Üstelik müttekiler, ce;mette istediklerini elde ettikleri 
gibi Allah indinde daha başka nimetlere de 
ereceklerdir: «Onlar için orada istedikleri vardır. 
Katımızda fazlası da var» Bu zevk ve rıza karşısmda o 
azabı görmek duymak ne korkunç! 

Bu, hareketli konuşan gözle görülür mücessem bir 
sahnedir. Konuşma da sahnenin hayatiyetini ve 
hararetini artırıyor. Muhavere cehenneme kadar 
uzanıyor ve her yönden ahenk tamamlanıyor. 

Bu vicdana tesir eden, şuuru ve hayali uyandıran 
bir sarı nedir. Dini gayesini gayet kolay yerine getiriyor. 
Sonrada mu' lak san'at gayesi tarafına geçiyor. 
Muayyen bir gaye, onu sanat gayesinden 
alıkoymuyor, tel 
Tarık Suresi £1 

Semaya, Tarık'a andolsun-Tarık"iıı ne olduğuna 
sana ne bildirdi? O isığ! üe karanlık delen yddızdır. 
Hiçbir nefis yoktur M üzerinde (yaptığı işleri) Infzeden 
bîri olmasın. O halde insan neden yaratıldığına baksın. 
Atıcı, bel ile teraib arasından çıkan bir sudan yaratıldı. 
Şüphesiz O (Allah), gizliliklerin ortaya çıkacağı gün onu 


120 




tekrar yaratmağa kadirdir. O uısanra ne bir kuvveti, ne 
de bir yardımcısı vardır. Şiddetle yağmur sahibi olan 
göğe ve yarılan arza andolsun ki doğrusu im Kar'an bir 
hüküm sözüdür, eğlence değildir.» 

Burada âhiret gününün sureti manevi bir surettir, 
örtülü, dürülü sırlar açılıyor, insanı hiçbir kuvvet bundan 
kurtaramıyor. O gün insanın bir yardımcısı da yoktur. 
Sırrı açığa çıkarılmış, kuvveti zayıf yardımcısı yok. Bu 
hal, insan ruhlarını çok etkiler. 

Bu tabloda tam bir ahenk vardır. Esas tablo 
etrafına yayılan sahne kahramanlarının hepsiyle 
uyuşan bu ahenk, tablo şahıslarının kendilerine uygun 
ortam içerisinde ortaya çıkıyor, şöyle fei: 

Sure kasemle başlıyor. Semaya ve Tarık'a kasemle. 
Ta rık meçhuldür. Ta'zira içiri bilmezlikten gelinerek 
ondan soruluyor:, 

o «Tarık'ın ne olduğunu sana ne bildirdi?» 

Sonra cevaben onun «Necm-i sâkib» olduğu 
söyleniyor. Nuriyle karanlığı delen, ışığiyle parlayan 
yıldız. İşte ışığiyle karanlığı delen bu yjîdıza yemin 
ediyor ki; Her nefsin üzerinde amellerini zapteden biri 
vardır. Nefis, Örtülüdür, gizlidir. Fakat bu hafız, onun 


121 






gizlisine nüfuz ediyor, sırlarını görüyor, onda cereyan 
eden olayları yazıyor, «Sırların meydana çıkacağı 
günde» bunları keşfediyor. Bu bakımdan hafız, 
karanlığı del e 1 ıldız Tarık'a ne kadar benziyor! Ve ne 
güzel bir ahenk doğuyor! 

Sonra sahnenin diğer taraflarını görüyoruz: «Jnsan 
neden yaratıldığına baksın. Sulb ile tarâib arasından 
çıkan atıcı bir sudan». Bu atıcı su, insanda meçhul bir 
karanlıktan fışkırmaktadır. Tıpkı ışığın, karanlığın 
bağrından fışkırması gibi. Bımu rahimlere atan varlık. 
«Sırların meydana çakacağı günde» tekrar yaratmağa 
kadirdir. Bu da def (atış) ile rec (döndürüp tekrar 
yaratma) arasındaki heyet ve harekette görünen bir 
ahenk çeşididir. 

Seyre devam edelim: 

Bundan sonra başka bir kısım görüyoruz: «Şiddetli 
yağmur sahibi semaya, yanlan arza and olsun ki, bu, 
kesin hüküm sözüdür, eğlence değildir.» 

(ar-Rac 1 ) şiddetli yağmurdur. as-Sad' yerdeki 
yarıktır. Bitkinin tesiriyle yanlan yerlerdir. Bu da geçen 
sahnelerle tanı bir uyum teşkil eder. Bu da ayrı bir 
ahenk çeşididir. 


122 




înen yağmur, çatlamış arz şekil ve harekette bir 
yandan karanlığı delen, bir yandan da yaran yıldız 
gibidir Diğer taraftan bu inen yağmur ve çatlıyan yer, 
sulb ile teiâib arasından çıkan atıcı su ve çocuk 
doğarken yanlan rahim gibidir İnen suyun tesiriyle bitki 
çıkarken arz da yarılmaktadır. Her ikisi de gizli bir kudret 
ile doğacak yeni bir hayattan ötürü açılmaktadır. 

«Onun ne bir kuvveti, ne de bir yardımcısı yoktun). 

«Şiddetli yağmur sahibi somaya, çatlak sahibi arza 
andolsun (şiddetli yağmur) ve as-Sad' (çatlak) da 
şiddetli bir hareket vardır. Şiddetle yarılma. Kelimenin 
önce manasında, sonra o manayı kulağa duyuran 
musikisinde bu şiddetr kendini göstermiştir. Bu, 
insandan kuvveti ve yardımcıyı kaldırıp, onları arz ve 
Semanın yaratıcısına verme ortamı arasında tam bir 
ahenk teşkil etmektedir. 

Böylece muhtelif noktalardan sahne ile musiki 
arasında, sahnenin cüzleri arasında ahenk meydana 
gelmiş oluyor. Bu uyum, sahne birliğini sağlıyor. 
Sahneye eglik eden musiki, genel tema ile beraber 
yürüyen bir ika'dır. İşte bu harika sanat, sadece 


123 




kıyamet sahnesi birkaç satırı ve on fıkrayı geçmı-yen 
bir surede bulunmaktadır. ısı 

Kamer Suresi ı*ı 

1- «Andolsun id onları bu hallerinden 
vazgegîrecek nice haberler gelmiştir. Bn haberler, 
üstün bir hikmettir. Ama uyarmalar fayda vermiyor. O 
halde onlardan yüz çevir. Çağıran, görülmemiş ve 
tanınmamış bir şeye çağırdığı gün, gözleri dalgın 
dalgın, çekirgeler gibi yayılmış, o çağırana koşarak 
kabirlerden çakarlar. Kâfirler: «Bu, zorlu bir gündür!» 
derler.» 

2 - «Topluluk (ları( dağılacak, yüz geri 
edileceklerdir. Onlara va'dedilen (gidecekleri yer) 
kıyamettir. O ne korkunç, ne acı bir gündür! Mücrimler 
şaşkınlık ve azap içindedirler. O gün yüzleri üstü ateşe 
sürülürler. «Ateşin dokunmasını tadın,» Süresiz biz her 
şeyi bir kaderle yarattık. Bizim emrimiz yalnız birdir, göz 
kırpması gibidir (her şey böyle bir emirle bir anda olur) 
Müttekiler, cennetlerde Neher'dedirler. Kudretli 
hükümdarın huzurunda doğruluk makamında otur¬ 
maktadırlar.» 


124 




Bu surede iki kıyamet sahnesi vardır. Suredeki 
umumi gaye, bu iki sahneyi birbirine bağlamaktadır. 

Biz, yanlarında Allah'ın kudretine delâlet eden 
vakalar olduğa halde yine yalanlıyan bir topluluk 
karşısırdayız: 

«Ay yarıl Bir mu'cize gördükleri zaman yüz çevirirler 
ve 'devamlı bir sihirdir» derler. «Ay nasıl ve ne zaman 
yarılmıştır, bunu bilmiyoruz. Fakat Kur'an'ın, yüzlerine 
karşı söylediği bu olaya kafirlerin bir itirazda 
bulunduklarını tarih kaydetmiyor. Demek ki astronomik 
bir olay olmuş ve bu şekilde vasıflandırılmıştır. 
Müşriklerin bu âyete bir itirazda bulunmamaları, bunu 
isbat etmektedir. Önceki yalanlayıcıların âkibet-lerini 
duydukları ve kendi başlarına da bu dünyada nice - 
felâketler geldiği halde müşrikler yine yalanlıyorlar. 
«Onlara, kendilerini (inkârlarından) vazgeçirecek nice 
haberler geldi.» Cenabı Hak bu surede onlara Nuh 
kavminin, Âd' in, Semud'un, Lût kavminin ve Fir'avn 
kavminin âkibetlerini anlatmıştır. Bunların hepsi azaba 
çarptırılmıştı. Her kıssadan sonra da şu cümleyi tekrar 
etmiştir.» 

«Benim azabım ve benim uyarmam nasılmış?» 


125 



tehdidi daha da derinleştirmek için böyle 
söylüyor. Tıpkı Mürselât suresinde: 

«O gün yalanhyanlann vay haline!? 

Cümlesini tekrar etmesi gibi. Aynı usulü burada da 
uygulamıştır. 

Kamerin yarüdığını söyledikten sonra birinci 
sahneyi takdim etmiş, yalanlayıcıların hikâyelerini ve 
onlara sorduğu soruya anlattıktan sonra ikinci sahneyi 
takdim etmiştir: 

«Sizin kâfirleriniz onlardan daha mı iyidir? Yoksa 
kitaplarda sizin için bir beraet belgesi mi var? Yoksa 
onlar: «Biz galip gelecek bîr topluluğuz» mu diyorlar?» 
diye sorduktan sonra peşinden: 

«Cemiyet bozulacak ve yüz geri edileceklerdir» 
diyor. Birinci sahne muhtasar ve tez geçen bir 
sahnedir: 

«Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.» İfadesiyle ve 
surenin musi kişiyle bu kısalık uyuşuyor. Bu musiki, sür'atli 
vuruşlu, hareketli ve canlı bir musikidir. Her haliyle 
mükemmel bir musiki. «İşte bir anda yayılmış çekirgeler 
gibi kabirlerinden çıkan topluluklar (Bilinen çekirge 
sahnesi, bu gösterilen manzarayı kolayca anlamağa 


126 



imkân veriyor). İşte toplumlar çağırana doğru 
koşuyorlar. Çağıranın, kendilerini niçin ve neden çağır¬ 
dığını bilmeden. O, bilinmiyen, görülmiyen bir 
çağırıyor. «Gözleri dalgın dalgın» gidiyorlar. Bu ifade 
de tabloyu tamamlıyor, ona son cehresini veriyor. Bu 
yığıntı, bu dalgınlık ve bu konuşma sırasında «Kâfirler 
diyorlar M: Bu, cidden çetin bir gündür.» Şimdi bu kısa 
fıkralardan sonra sahnenin canlandırılmadık neresi 
kaldı? Dinleyiciler artık o fcilinmiyen günü pekâlâ 
tasavvur edebilirler. Demek ki, o, insanların yığıldığı bir 
gündür bu bir suretler kalabalığıdır. Suretler kendileridir. 
Kendileri dirileceklerdir. Bu tablolarda canlı bir korku 
dalgalanmakta ve bu korku her canlı ruha 
sıçramaktadır, ürn 

ikinci sahne maddî manevi bir azap ve maddî- 
manevî bir nimet resmini çizmektedir. Sıra ile önce 
azap, sonra nimet sahnesi geliyor. Azaptan sonra 
nimetin gösterilmesi, onun kıymet ve kadrini daha da 
arttırmaktadır. 

İşte kıyamet saatindeyiz: «Saat de ne korkunç, ne 
acı şeymiş!» Dünyada gördükleri her azaptan, yarda 
önceki ya-lanlayıcılar hakkında duydukları Tufan, 


127 




Sayha, Rîh-i Sarsar, Saika, boğma gibi felâketlerden 
evet hepsinden daha korkunç. Mücrimler bir şaşkınlık 
ve kızgın azap içerisindedirler. Bir azap ki derileri ve 
bedenleri kavuruyor. İşte onla yüz üstü şiddet ve 
hakaretle o azaba, cehenneme sürükleniyorlar, ruhî bir 
acı ile beraber azabı tadıyorlar: «Ateşin dokunuşunu 
tadın.» Biz insanları başı boş bırakmak için yaratmadık. 
«Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık». Bir hikmet ve bir 
ecele göre yarattık. «Bizim emrimiz yalnız birdir. Bir göz 
kırpması 

yakagibidir.» Ayın yarılması ve güçlü hükümdarın 
Fir'avn'ı laması gibi. 

Şunlar yüz üstü ateşe sürüklenip hor ve hakir ateşe 
atılırken, hayretleri ve şaşkınlıkları artarken beri taraftan 
mü' minler huzur içinde ve nimetlerden 
faydalanmaktadırlar-«Cennetlerde ve neherdedirler.» 
«Kudretli hükümdar huzurunda doğruluk makamında» 
huzur, izzet ve ikram içerisinde bulunmaktadırlar. Öğüt 
alan yok mudur? Hele bu sahneler, bu tablolar 
karşısında? üiı 


128 




Sad Suresi U2i 

«Allah'tan korkanlara en güzel bir gelecek var: 
Kapılan onlara açılmış Adn cennetleri. Orada tahtlara 
yaslanarak türlü türlü meyvalar ve içecek (ler) isterler. 
Yanlarında da gözlerini eşlerine dikmiş yaşıt güzeller 
vardır. İşte hesap günü için size va'dedilen budur. 
Doğrusu bizim verdiğimiz bu rızık-lann sonu yoktur. 

«Azgınlara da en kötü bir gelecek vardır: 
Cehenneme yaslanırlar. Ne kötü bir döşektir o! işte onu 
tadsınlar, kaynar su ve İrindir! Onun sekimde daha 
başka çifte çifte (azap,) ler var! 

«İşte şu (nlar) da sizinle beraber (cehenneme) 
iktiham edilecektir. Onlara merhaba yok (rahat yüzü 
görmesinler). Onlar da muhakkak ateşe gireceklerdir! 
Dediler: 'Asıl size merhaba yok (asıl siz rahat yüzü 
görmeyin). Bunu bizim başımıza getiren sîzsiniz. Ne kötü 
duraktır bu! Dediler: Rabbimiz, bunu bizim başımıza 
kim getirdiyse onun cehennemdeki azabını kat kat 
artır.» 

«Ve dediler; Bize ne oluyor ki (dünyada) 
şerlilerden saydığımız adamları göremiyoruz? Onlarla 


129 




alay etmiştik ha? Yoksa onlardan gözler mi kaydı?» 
«Bu, gerçektir, cehennem ehlinin çekişmedir!» 

Burada her bakımdan karşılıklı iki manzara var. 
Cüzlerinde, vasıflarında, şekillerinde tamamen 
mütekabil iki manzara: Kendileri için en güzel istikbal 
mevcudolan müttekîler manzarası ve kötü istikbal 
mevcudolan azgınlar manzarası. Birinciler için kapılan 
açılmış cennetler var. Orada koltuklara yaslanma 
rahatı, çeşitli yemek ve içmek zevki ve lezzeti. Keza 
Gnlara genç, hepsi aynı yaşta güzel huriler var. Bu 
kadar güzelliklerine rağmen başka erkeklere iltifat 
etmiyen, gözlerini sırf kocalarına diken huriler. Bu, 
bitmiyen, daima tazelenen bir zevk ve yaşantıdır. 

Diğerlerine gelince onlar için de Mihâd var ama 
rahat ol-mıyan bir döşek. Cehennem. «Ne kötü bir 
döşektir o!» Orada onlara kaynar bir içecek, kusturucu 
bir yemek var. Bu ye-mrk. cehennem ehlinden akan 
İrindir. Bundan başka da çeşitli ayıplar var onlara. 
Azapların kat kat olduğunu anlatmak için «Ezvac: çift 
çift» tabirini kullanıyor. Bu kelimede ayrı bir ince ahenk 
ve edebî mana var: Cennet ehlinin ezvacı olan 
Kasırâtu't-tarf (gözlerini sırf kocalarına dikmiş huriler) le 


130 



lâfzî müsakele (benzerlik) temin ediyor. Burada ezvac, 
mutad manasını taşımıyor. Kelimede ötekilerle 
mukayese bakımından bir alay manası var. 
Cehenneme mihâd isminin verilmesinde de bu alay 
manasını seziyoruz. Mü'nıinlere cennetlerde verilen 
miihâda mukabil kâfirlere de cehennemde mihâd 
veriliyor ama bilinen rahat verici mihâd değil, azap 
veren ateşten mihâd. 

Sonra sahneyi üçüncü bir manzara ile tamamlıyor. 
Bu manzarayı, konuşma canlandırmakta, gözönüne 
getirmektedir 

Şimdi biz cehennem ehlinden -bir topluluğun 
önündeyiz. Bunlar dünyada birbirlerini çok seviyorlardı, 
aralan gayet iyi idi. Ama bugün birbirlerini inkâr 
ediyorlar, tanımazlıktan geliyorlar, çekiştiriyorlar. 
Halbuki dünyada iken birbirlerini sapıklığa eğdirir, 
mü'minlere böbürlenir ve onların cennet davalariyle 
alay ederlerdi. 

îşte bunlar grup grup cehenneme atılıyorlar. îlk 
grupa ikinci grubun da atıldığı haber veriliyor: şunlar 
da sizinle beraber göğüs geren oluyor? 


131 




«Onlara merhaba yok. Çünkü onlar o ateşe 
gireceklerdir bunu hakketmişler «Peki yerilenler susuyor 
mu? Hayır. Onlar da cevap veriyorlar. 

«Dediler 'Hayır asıl size merhaba yok. Bunu bizim 
başımıza siz getirdiniz. (Bakın) ne çirkin durum!» Ve 
topluca bir dua: 

«Dediler, Ey Babbimiz, bunu bizim başımıza 
getirdiyse onun ateşteki azabını kat kat artar.» 

Sonra ne oluyor? Sonra bunlar, dünyada 
böbürlendikleri, kötü sandıkları, cennet davalariyle 
alay ettikleri mü'minleri göremiyorlar. Bakıyorlar ki onlar 
kendileriyle beraber cehenneme atılmıyorlar: 

«Dediler: Bize ne oluyor ki (dünyada) iken 
kötülerden saydığımız adamları göremiyoruz? Onlarla 
eğlenmiştik ha? Yoksa onlardan gözler mi kaydı?» 

Hayır ey kavm, göz kaymadı. Eğer nimet 
cennetlerine bir göz atsaydınız, onları orada tahtlara 
yaslanmış Olarak görürdünüz! 

«İşte bu, cehennem ehlinin birbiriyle çekişmesi 
muhakkak ve kesin bir gerçektir.» 

Biz bugün, bu çekişmeyi, gözümüzün Önünde 
geçiyormuş gibi görüyoruz. Her insan, bu sahnenin 


132 



dehşetini ruhunun derinliklerinde hisseder ve bundan 
sakınır, bu hale düşmekten kaçınır- gayet kaçınma 
fayda verirse tabu.üm 

A’raf Suresi^ 

Ey Âdem oğulları, size aranızdan âyetlerimizi 
okuyan peygamberler geldiğinde, kimler ittika eder ve 
gidişini düzeltirse onlara bir korku yoktur ve onlar 
üzülmiyeceklerdir. Ama âyetlerimizi yalankyanlar ve 
on (lan kabul) den kibirlenen-ler var ya işte onlar 
cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır. 
Allah'a karşı yalan uyduran, ya da O'nun âyetlerini 
yalanhyandan daha zalim kimdir? Kitaptaki payları 
kendilerine erişecek olan, onlardır. Elçilerimiz canlarını 
almak için geldiği zaman onlara «Allah'tan başka 
taptıklarınız nerede?» deyince «Bizi koyup kayboldular» 
dediler. Böylece inkarcı olduklarına kendi aleyhlerine 
§ehadet ettiler. Dedi ki : Sizden önce gelmiş geçmiş 
cinlerden ve insanlardan olan cehennemdeki milletler 
arasına girin. Her ümmet girdikçe yoldaşına (öteki 
millete) lanet etti. Hepsi birbiri aramdan orada 
toplanınca sonrakiler öncekiler için dediler ki: «Ey 
Kabininiz, bunlar bizi saptırdılar. Bunlara kat kat ateş 


133 



azabı ver» Dedi M: «Hepsinin kat kattır ama siz bilmiyor 
sunuz.» Öncekiler de sonrakilere dedi (ler) İd «Sizin bize 
bir üstünlüğünüz yok. Kazandıklarınıza karşılık azabı 
tadın.» 

«Bizim âyelernnizi yalanlıyan ve onlar (ı kabul) den 
ki-birlenenler var ya işte onlara gök kapıları 
açılmıyacak ve halat iğne deliğinden geçinceye 
kadar onlar cennete girmiyecek-lerdir. Biz mücrimleri 
böyle cezalandırırız. îman edip salih ameller işliydiler -ki 
insana ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz- işte 
onlar da cennetliklerdir. Orada ebedî kalacaklardır, 
(cennette) göğüslerindeki kini (tasayı) çıkarıp atarız. 
Altlarından nehirler akar. Dediler ki: Bizi buraya sevk 
eden Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bize bunu 
göstermeseydi biz bunu bulamazdık. Kabininizin elçileri 
gerçekle geldi (bunu haber verdiler.) Onlara seslenildi: 
îşte size cennet, yaptığınız amellere karşılık o size 
verildi. 

«Cennet ehli cehennem ehline: «Rabbimizin bize 
va'dettiğini hak bolduk. Siz de Kabbinizin size 
va'dettiğini hak buldunuz mu?» diye seslendiler. Onlar 
da: Evet (Öyle bulduk)» dediler. Bunun üzerine 


134 





aralarından bir çağıran: «Allah'ın laneti zalimlerin 
tepesine» diye ünledi. Onlar ki Allah'ın yolundan 
menedip onu eğri bir hale getirmek isterler, âhireti de 
inkâr ederlerdi. 

«tki taraf arasında (surdan) bir perde ve AJraf 
üzerinde de (cennetlik ve cehennemliklerin) her birini 
simalariyle tanıyacak (muvahhid,) erkekler vardır ki 
onlar henüz oraya (cennete) girmemiş, fakat girmeyi 
şiddetle arzu ederek cennet ehline: 
«Selâmünaleyküm» diye nida ettiler. 

«Gözleri cehennem ehli tarafına çevrildiği zaman 
da: «Ey Kabbimiz, bizi zalimler güruhu ile beraber 
bulundurma» dediler, 

«Yine A'raf ehli (kâfirlerden) simalariyle tanıdıkları 
(elebaşı) birtakım adamlara ünliyerek şöyle dediler: 
«Ne çokluğunuz (yahut yığdığınız mallar), ne de (halka 
karşı) cür-dürdüğünüz o kibir (ve azamet) size hiçbir 
fayda vermedi. Kendilerini Allah'ın hiçbir rahmete 
erdirmiyeceğme yemin ettiğiniz kimseler bunlar 
mıydı?» (Ve cennetliklere dönerek,) «Girin cennete, 
sîze korku yoktur, siz uzülmiyeceksiniz de.» 


135 



«Cehennem ehli cennet ehline: «Su (yunuz) dan 
veya Allah'ın sîze verdiği rızıktan biraz da bize akıtın» 
diye feryâdettiler. Onlar da dediler ki: «Allah bunları, 
dinlerini oyun oyuncak yapan ve dünya hayatının 
aldattığı kâfirlere haram etmiştir.» Onlar bugünle 
karşılaşacaklarını nasıl unuttutarsa ye âyetlerimizi nasıl 
inkâr ediyor idilerse biz de bugün onları öyle unuturuz.» 

Hemen hemen kıyamet sahnelerinin en uzunu 
budur. Bir birini takibeden en kalabalık manzaralar, 
değişik konuşmalar bundadır. Bu sahneler, Âdem 
kıssasını, şeytanın, onu ve karısını kandırması üzerine 
cennetten çıkışını, Allah'ın oğullarına şeytandan uyarıp 
şeytanın, ana - babalarını kandırdığı gibi kendilerini de 
kandırmaması için ondan uzak durmalarını ve Allah'ın, 
kendilerine âyetlerini okuyan peygamberler 
göndereceğini bildirmiş olduğunu-Yukanya aldığımız 
ilk âyetlerde olduğu gibi-anlattıktan sonra bu kıyamet 
sahnelerini arza başlıyoruz. Bir de bakıyorsunuz ki 
peygamberlerin haber verdiği şeyler bu sahnelerde 
zuhur etmektedir. Şeytana uyup Allah'ın âyetlerini 
yalanhyanlar, cennete girmekten mahrum edilmişler; 
şeytana muhalefet edip Allah'a itaat edenler cennete 


136 



gönderilmişler, Mele-i A'lâdan onlara seslenilmiş: «îşte 
size cennet. Yaptıklarınıza kargılık size verildi.» Sanki 
cennet Allah için hicret edenlerin, dünyayı bırakıp şey¬ 
tandan kaçanların barınağıdır. 

Burada geçen kıssa ile ondan sonra gelen 
kıyamet sahneleri arasında büyük bir edebî ahenk 
vardır. O kıssa, cennette melekler topluluğu arasında 
başlıyor. Allah'ın, Âdem'i ve karısını yaratıp cennette 
iskân ettiğini şeytanın onları kandırıp cennetten 
çıkarmasını anlatıyor. Kıssa, nasıl cennette Âdem' in 
meleklerle beraber bulunma sahnesiyle başlamışsa 
âhirette de yine öyle cennette melekler ve insanların 
bir arada bulunduğu tir sahne ile bitiyor. Başlangıç 
sona kavuşuyor. Yalnız iki fıkra araşma, bir kitabın 
sadece iki sayfası, iki sahnenin aralığı sayılabilecek 
dünya hayatı devresi giriyor. Çekişme hali de 
başlangıç ile nihayet arasında bulunmaktadır. Her 
ikisiyle tam bir uyum teşkil etmektedir. 

Bu Öyle harika, öyle güzel bir destandır ki şiirde 
bulunmaz. Bu öyle edebî bir kalıba dökülmüştür ki şiir 
onun karşısında para etmez. Bütün güzellik unsurlarını 


137 



kendinde toplamıştır bu. Şimdi bu destanı bir bir ele 
alıp harika sahnelerini gösterelim: 

îşte can çekişme sahnesi Önündeyiz. -Bu sahne, 
dünya ile âhiret arasında bir geçit (berzah) tir-. Allah'a 
iftira eden, yada O'nun âyetlerini yalanhyanlann can 
çekişî| | si. Rablarmın elçileri gelmiş, onları 'öldürüyor, 
ruhlarını allarlar. Bunlarla onlar arasında şu konuşma 
cereyan ediyor: 

«Allah'tan başka çağırdıklarınız nerede?» 
Dünyada güvendiğiniz, sarıldığınız, o yüzden yüce 
Yaratıcıya inanmaktan yüz çevirdiğiniz ilâhlarınız 
nerede? Şimdi hayatın sizden alındığı şu anda onlar 
gelip sizi ölümden kurtarabiliyorlar mı? Cevap, o tek 
cevaptır. Kaçamak ve mugalata imkânı olmıyan 
cevap: 

«Dediler bizden saptılar» kayboldu gittiler. Ne biz 
onlann yerini biliyoruz, ne de onlar bize doğru 
geliyorlar. Hânları kendilerine yardım edemiyen, onları 
bu çetin andan kurtaramıyan kullara ne yazık, ne 
yazık! Bu gibi anlarda kullarına kılavuzluk edemiyen, 
onları kurtaramıyan ilâhlar da ne hüsranda! O halde 
bugün artık ne cidal, ne de kaçamak yok. «Kendileri- 


138 



nin kâfir olduğuna dair nefisleri aleyhine şehadet 
ettiler.» 

Can çekişme sahnesi bitince ondan sonra gelen 
cehennem sahnesi başlıyor. Can çekişme ile ba's 
arasındaki zaman katlanıp kaldırılıyor. Sanki can 
verenler, hemen dünyadan cehenneme 
götürülüyorlar: 

«Dedi İd: Sizden önce gelmiş geçmiş cinlerden ve 
insanlardan olan cehennemdeki milletlerin araşma 
girin.» Cinlerden ve insanlardan olan arkadaşlarınıza 
katılın. Rabbına isyan edip Âdem'i ve karısını 
cennetten çıkaran, Âdem oğullarına iğva verip 
azdıran îblîs değil miydi? O halde öncekiler ve sonra¬ 
kiler hep beraber cehennem ateşine girin. 

Bu milletler dünyada ileri gelenlerden idiler. Sonları 
başlarına uyardı, metbu, tabiini güderdi. Şimdi ise 
aralarında nasıl bir kin ve nefret var: 

«Her ümmet girdikle kardeşine lanet etti.» Kardeşin 
kardeşe lanet edeceği âkibetten daha kötü âkibet 
olur mu? 


139 




«Hepsi oraya toplanınca» sonlan başlariyle 
buluşup, yükseği alçağiyle aynı yerde bulununca 
aralarında düşmanlık ve cidal başlar: 

«Sonra gelenler, ilk gelenler için dediler ki: 
Rabbimiz, bunlar bizi saptırdılar. Bunlara ateşten kat 
kat azap ver.» işte böylece acı alay başlıyor: Birbirinin 
dostu olan bu adamlar, şimdi birbirini tanımaz oluyor, 
birbirini suçluyorlar ve arkadaşlarına «Rabbimizden» en 
kötü cezayı istiyorlar. Önce inkâr ettikleri 
«Rabbimizden» bugün niyazda bulunuyorlar, O'na 
yönelip yalvarıyorlar! Cevap, duâ edenlerin, dualarının 
kabul edildiğini bildirir, bu hususta garanti verir 
şekildedir. Ama alaylı bir güven verme ve acı bir kabul 
etme: 

«Dedi» herkesin kat kattır fakat siz bilmiyorsunuz.» 
Bundan emin olun. Siz de onlar da talebettiğiniz kat 
kat azaba uğrayacaksınız. Beddûâ edilenler, 
hasımlarının yaptığı duânm karşılığını böyle duyunca 
duâ edenlerle alay edercesine onlara dönüp diyorlar 
ki: Siz bizden üstün değilsiniz ki kurtuîasımz. Ve biz 
sizden daha çok azaba müstahak değiliz. Hepimiz de 
biriz: 


140 



«Öncekiler sonrakilerine dedi (ler) M: Sizin bize bir 
üstün] günüz yoktur. Siz de kazandıklarınıza karşılık 
azabı tadın. 

Bu suretle alaylı taraf bitiyor ve hiç değişmiyecek 
olaif o acı âkibeti tekid ve takrir eden taraf geliyor. 
Mü'minlerin, nimet cennetlerindeki halini tasvirden 
Önce kâfirlerin uğrayacağı azabı anlatıyor: 

«Âyetlerimizi yalanlayıp onlar (1 kabul) den 
Idbirlenenler var ya işte onlar için gök kapıları açılmaz. 
Halat iğne deliğinden geçinceye kadar onlar cennete 
girmezler.» Şimdi sen dur, bu harika sahne önünde 
istediğin kadar düşün: Halat ve küçük iğne deliği üsi 
N e zaman iğne deliği, kaim halatın geçmesi için 
açılırsa işte o zaman o yalanlayıcılara da gök kapıları 
açılır onlar da nimet cennetlerine girerler. Fakat şimdi 
onlar-ta ha-îat iğne deliğinden geçinceye kadar- hep 
beraber toplanıp lâ-netleştikleri ateşin içindedirler: «Biz 
mücrimleri böyle cezalandırırız» işte sana onların 
cehennemdeki halleri: 

«Onlar için cehennemden bir yatak vardır ve 
üstlerinden de örtüler.» Ateş onlara döşektir. Alay olsun 
diye cehenneme mi-hâd (döşek) diyor. Ama 


141 



yatılacak, rahat edilecek yumuşak döşek değil. Ateş 
de onlara yorgan. Üstlerinden örtüyor onları. «İşte biz 
zalimleri böyle cezalandırırız.» 

Şimdi de .bunun karşıtı olan sahneye bakalım: 

«Onlar ki iman edip salih ameller işlediler» 
ellerinden geldiği, güçlerinin yettiği kadar, fazla değil. 
Zira: 

«Biz kişiye ancak gücünün yettiği kadar amel 
yükleriz.» Peki ne olacak bunların hali? 

«Onlar cennet ehlidirler. Orada ebedi 
kalacaklardın) Orafl sahipleri ve malikleridirler. 
Babalarını, kandırıp cennetten çıkaran şeytana isyan 
etmeleri ve ona yüz vermemeleri karşısında bu 
cennete sahib olmuşlardır. 

Dünyada dost, ahbap iken şimdi birbirine düşman 
olan yalanlayım kafirler cehennemde birbirlerine lanet 
edip çekişirken iman edip salih ameller işüyen 
müminler ise cennette dost, samimi, saf kardeşlik 
içindedirler. Kendilerini esenlik ve dostluk 
okşamaktadır: 

«Göğüslerindeki kini (tasayı çıkanp attık.» Onlar, 
üstlerinden ve altlarından ateşler içerisinde kıvranıp 


142 




kavrulurlarken bunların «altlarından nehirler akar.» 
Ötekiler birbirini yermekle, çekiştirmekle uğraşırlarken 
berikiler hamd ile ve Allah'ın lütuf ve nimetini itiraf ile 
meşguldürler: «Dediler ki; Bizi buraya getiren Allah'a 
hamdolsun. Eğer Allah bizi buraya üetmeseydi biz 
kendimiz bulamazdık. Rabbimizin elçileri gerçeği 
getirmişler. «Ötekiler hakaret ve acılarını daha da 
arttırmak için: «Kazandığınıza karşılık azabı tadın» diye 
seslendirilirken, bunlara kereme lâyık oldukları 
söyleniyor: 

«Şöyle seslenildiler: İşte size cennet. Yaptıklarınıza 
karşılık ze verildi.» 

Arz devam ediyor. Şimdi biz, geçen sahneye 
bitişik bir sahne önündeyiz. Artık cennet ehli cennete, 
ateş ehli ateşe yerleşmiştir. Bir de bakıyoruz ki birinciler, 
cennetten Ötekilere seslemiyorlar: 

«Biz Rabbimizin bi«e va'dettiğini gerçek bulduk. Siz 
de rab-binizin size va'dettiğini gerçek buldunuz mu?» 
Bu soruda da acı bir alay ve yürek soğutma vardır. 
Mü'minler va'din tahakkuk ettiğini bildikleri gibi vaîdin 
de tahakkuk ettiğini biliyorlar. Ama bu sorul? Alay. 
Oradan gelen cevap: «Evet!» Zira inkâra ve 


143 



kaçamağa imkân yok. işte burada cidal sona eriyor 
ve konuşma kesiliyor: 

«Aralarında bir müezzin seslendi: Allah'ın laneti 
zalimlerin tepesin edir.» 

Sonra göz, geniş bir sahaya çevriliyor. Bu da ayrı 
bir sahnedir. Cennet ile cehennem arasında ayırıcı 
«A'raf» sahnesi. Burası cennet ehlinin cennete, 
cehennem ehlinin cehenneme ayrılıp gittiği geçiş 
noktası gibidir. Burada bir takım erkekler vardır ki her iki 
fırkayı da yüzlerinden tanıyorlar. Onların gittikleri yere 
dönüyor ve her fırkaya lâyiki veçhile ya hakaret veya 
taltif sözü söylüyorlar. 

İşte A'raf ehli, cennet ehline dönmüş, onları 
selâmlıyorlar; cehennem ehline de dönmüş, onları 
azarlıyor, ayıplıyorlar: 

«Allah hiçbir rahmet vermiyecek diye yemin 
ettiğiniz insanlar bunlar mı? Bakın şimdi bunlar nerede? 
Bunlar cennette selâm alıyorlar, selâmet içinde 
yaşıyorlar Son olarak da cehennemden bir ses 
işitiyoruz. Rica, yalvarış, zillet dolu, medet diliyen ses: 


144 




«Cehennem ehli cennet ehline seslendi: Ne olur 
üzerimize biraz su veya Allah'ın size verdiği rızıktan bir 
parça azık verin» 

Biz yüzümüzü cennet tarafına döndürüp, oradan 
gelecek cevabı bekliyoruz. Bakıyoruz ki cevap özür 
dileme ve hatırlatmadır. 

«Dediler: Allah onlan kâfirlere haram kılmıştır!» 

Arz böyle etkili bir şekilde neticeye bağlanınca 
gayet münasip bir ta'kip geliyor. Sahneleri gösterilen 
bugünü insanlara hatırlatıyor, peygamberlerin Âdem 
oğullarına getirdikleri Allah'ın âyetlerini yalanlama 
yoluna girmekten kaçındırıyor. Bunların tevilini anyarak 
âhireti inkâr etmek istiyorlar. Bunların tevi nedir? Arz 
ettiğim şekilde cereyanmdan başka tevili yoktur 
bunların. Şimdi yalanlıyanlar o zaman ne bir kurtu luş, 
ne de şefaatçi bulamazlar: 

«Yalnız tevilini mi gözetliyorlar? Onun tevili geldiği 
gün daha önce onu unutmuş olanlar der ki: Meğer 
Rabbimizin peygamberleri gerçeği getirmiş. Acaba 
bize şefaatçiler var mı ki bize şefaat edeler, yahut geri 
gönderilelim de yaptığımız amelden başka amel 


145 



yapalım? Kendilerini mahvettiler ve uydurdukları şeyler 
de kendilerinden kaybolup gitti.»üü 

Yasîn Suresi uzı 

«Diyorlar ki: Eğer doğru iseniz bu söyleyip 
durduğunuz şey ne zaman? Onlar sadece bir tek 
sayhaya bakıyorlar. Onlar çekişip dururken o hemen 
onları yakalayıverir. Artık ne bir tavsiye yapabilirler ne 
de ailelerine dönebilirler. Sura üflendi. Hemen onlar 
kabirlerinden Rablarina koşarlar. , Dediler: «Eyvah 
başımıza gelenler! Bizi yattığımız yerden kim diriltip 
kaldırdı? Jşte'bu, Rahman'm va'dettiği şeydir. Peygam¬ 
berler doğru söylemişler.» Tek bir sayha kopar, hepsi 
hemen huzurumuza getirilmiş olur. Artık bugün hiç 
kimseye zulmedilmez ve yaptıklarından başka bir şeyle 
cezalandırılmazlar» 

«Cennet sahipleri bugün bir zevk ve eğlence ile 
meşguldürler. Kendileri ve eşleri gölgeliklerde, tahtlar 
üzerine yaslanmışlardır. Orada kendilerine meyvalar 
ve istedikleri her şey var. Merhametli olan Rabden 
onlara sözce de selâm var!» 

«Ey mücrimler, bugün (müminlerden) aynim, Ey 
Âdem oğulları ben size 'Şeytana kulluk etmeyin. O size 


146 



apaçık düşmandır. Bana kulluk edin, işte doğru yol 
budur diye söylememiş miydim? O sizden nice nesilleri 
saptırmıştı. Düşünmediniz mi? İşte size va'dedilen 
cehennem. İnkârınıza karşılık bugün ona yaslanın.» 

«O gün onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize 
konuşur, ayaklan yaptıklarına şehadet eder. İstesek 
gözlerini kör 

ederdik de yola koşarlardı; nasıl göreceklerdi?! 
İstesek onları oldukları yerde meshederdik de ne ileri 
gidebilirler, ne geri dönebilirlerdi.» 

Yalanlıyanlar soruyorlar: «Bu va'd ne zaman eğer 
doğru iseniz?» Cevap yıldırım gibi sür'atli bir sahne 
oluyor. «O tek bir na'radan başka bir şey değildir.» 
Onlar çekişip dururken o na'ra onları yak al ayı verir, 
hemen ölürler. Ne tavsiyeye vakit kalır, ne de gidip 
aileleri yanında ölebilirler. Hemen oldukları yerde yığılır 
kalırlar. Birinci na'radan sonraki ilk sahne böyle çiziliyor. 

Sonra ikinci na'ra. Derhal kabirlerinden çıkıp 
sür'atîe ve. dehşet içerisinde mahşere koşarken 
birbirlerine soruyorlar: 

«Bizi uyuduğumuz yerden Idm kaldırdı?» Ne oldu 
bize? Gözlerini uyuşturuyorlar, gerçeği anlıyorlar: «işte 


147 



bu. Rahman in va'dettiği şeydir. Peygamberler doğru 
söylemiş meğer.» 

Ve üçüncü na'ra: 

«Hepsi celpedilip huzurumuza getirilmiştir.» Saflar 
dümdüz, göz açıp yumuncaya kadar ya da daha kısa 
bir zamanda her şey hazırlanmış, gösteri başlamıştır. 
Hepsi susmuş, dinliyorlar: 

«Bugün hic kimseye zerrece zuhn edilmez ve 
ancak yaptıklarınızla cezalandırılırsınız.» 

işte bu kadar sür'atîe üç sahne tamamlanıyor. Ap 
günden şüphe edenleri reddetmek için bu sür'at 
lüzumludur. 

Sonra iki fırkayı birbirinden ayırma ameliyesi 
başlıyor. Göz sağa sola bakıyor. 'Şimdi gözümüzü sağa 
çevirelim: İşte şunlar cennet ashabı. Cennet nimetleri 
içinde zevk ve eğlence ile meşgul. Güzel bir gölgenin 
lâtif serinliği içinde rahat, huzur içinde koltuklara 
dayanmışlar. Hem kendileri, hem zevceleri. Orada 
kendilerine meyvalar ve istedikleri her şey var. Oranın 
gerçek sahibidirler. Her istediklerini elde edebiliyorlar. 
Maddî nimet ve lezzetlerin dışında manevi bir lezzet ve 
ikram da var ki bunların hepsine değer: 


148 




«Merhametli Kainlen sözce selâm.» 

Şimdi de gözlerimizi sola çevirelim: Şunlar 
cehennem ashabı. Hakaret görüyorlar: 

«Ey mücrimler bugün ayrılın.» mü'minlerden uzak 
durun. «Ben size dememiş miydim İd ey Âdem oğulları 
şeytana kulluk etmeyin, o size apaçık düşmandır?» 
Babanız Âdem'i cennetten çıkardığı günden beri o 
size düşmandır. «Bana kulluk edin», zira «Doğru yol 
budur?» Böyle iken siz, aranızdan birçok nesilleri 
azdıran şeytandan kaçmadınız. «Düşünmüyor 
muydunuz?» Hayır, sizin ne aklınız, ne dininiz vardır. O 
halde şu acı ve ağır azabı çekin «İşte va'dedildiğiniz 
cehennem. İnkâr edip durmanıza karşılık şimdi ona 
girip yaslanın!» 

Bu sahne son bulunca kendimizi yeni ve acaip bir 
sahne önünde görüyoruz: Şunlar kâfirler, ağızları 
mühürleniyor, dilleri konuşmağa malik değil. Elleri 
konuşuyor, ayakları ne yaptıklarım söyliyerek 
aleyhlerine şehadet ediyor. Bu, cidden hayali kaldıran, 
vicdanı harekete getiren harika bir sahnedir. 

Bu sahnede haller değişiyor. Bu sahne içinde 
bulunan insanın, kendi uzuvları birbirine düşüyor. 


149 



insanlık şahsiyeti çözülüyor, her uzuv kendi derdini 
düşünüyor. 

Bu sahne ile hayalimizi uyandırmak suretiyle bizi, 
başka bir sahneyi seyretmeğe hazırlıyor. Bu sahne de 
gözleri söndürülmüş, kör olarak yola bırakılmış, yolu 
bulmak için bilmeden şuraya buraya koşuşan 
insanların meydana getirdiği sahnedir, adamlar 
araştırmıyorlar, sadece körü körüne koşuyorlar. «Nasıl 
görecekler böyle?» 

Hayal, gözlerinin ışığı söndürülmüş, körü körüne 
yolda koşuşan bu insanların gülünç hallerini, 
hareketlerini katıla katıla seyrederken yeni bir işaret, 
bütün hareketleri aniden kesiyor. Biraz önce koşuşan, 
çalkanan bu adamlar, oldukları yerde donakalıyorlar 
yürüyemiyen heykeller haline geliyorlar: 

«İsteseydik, onları oldukları yerde dondururduk, ne 
ileri geri gidemezlerdi!» üm 

Furkan Suresi 

1- «Kıyamet saatini yalanladılar. O saati 
yalanlıyanlara bir saîr (çılgın alevli bir ateş) hazırladık. 
Bu ateş onları uzak bir yerden görünce onua öfkesini 
ve uğultusunu İşitirler. Elleri ayaklarına zincirlerle bağlı 


150 





olarak o cehennemin dar bir yerine atıldıkları zaman 
orada yok olup gitmeyi isterler. «Bugün bir kere yok 
olmayı değil, birçok yok olmayı isteyin.» De ki: «Bu mu 
iyi, yoksa müttakilere va'dedilen ebedî cennet mi? 
Orası onlar için bir mükâfat ve gidilecek yerdir.» Orada 
ebedî olarak istediklerini elde ederler. Bu, liabbımn, 
yerine getirilmesi istenen bir va'didir. O gün onları ve 
Allah'tan başka taptıklarını hasreder (toplar), der ki: 
«Bu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan 
saptılar?» Derler ki: «Hâşâ, senden başka dostlar 
edinmek bize yaraşmaz. Fakat sen onları ve babalarını 
nimetler verip yaşattın da zikri unuttular ve helaki hak 
eden bîr millet oldular.» «Söylediklerinizde sizi ya¬ 
lanladılar. Arük (azabı) çeviremez ve bir yardım da 
göremezsiniz. Sîzden kim zulmederse ona büyük bir 
azap taddırmz.» 

2 - «Bizimle karşılaşmayı ummıyan kimseler dedi 
(ler) ki: Bize bir melek indirilmemeli mi, ya da Kabininizi 
görmemeli mi idik? Andolsun kî kendi kendilerine 
kibirîendiler ve pek asın bir şekilde azdılar. Melekleri 
gördükleri gün suçlulara müjde yoktur. Derler ki: «İyi 
haber size yasaktır.» Yaptıkları her amelin önüne geçtik 


151 



ve onu etrafa saçılmış toz duman haline getirdik. O 
gün cennet sahiplerinin kalacakları yer daha iyi ve 
dinlenecekleri yer çok güzeldir. O gün gök, beyaz 
bûlutîır parçalanır ve melekler indirilir. O gün gerçek 
hükümdarlık Rahman'a aittir. Ve o, kâfirler için çok 
çetin bir 

gündür. 

«O gün zalim, ellerini ısırıp «Nolaydi, keski ben resul 
ile beraber bir yol edineydim! yah bana nolurdu ben 
talanı dost edimneseydim! Beni bana, gelmiş olan 
zikirden saptırdı. Zaten şeytan insanı yalnız ve 
yardımcısız bırakır.» 

3 - «Cehenneme yüzü koyun toplananlar^ işte 
onlar yer bakımından çok kötü ve yol balonundan çok 
sapkındır!» 

1- Teşhis-burada bu kelime ile canlı olmıyan 
şeylere, manalara ve ruhî hallere hayat verip 
canlandırma anlamım kasdediyoruz-Kur'an-ı Kerim'in 
çok görülen bir ifade tarzıdır. Kur'an, tasvir ettiği 
suretlere öyle bir edebî güzellik vermiştir ki eşyaya 
hayat gelmiş, cansız şeyler nefes alan, yürüyen, cevap 


152 



veren, hasılı hayatla dolup taşan varlıklar haline dön- 
müştür.1201 

İşte şimdi biz hayali coşturan sahnelerden biri 
önündeyiz: Çılgına donen ateş sahnesi. Bu ateşte 
hayat var: Etrafına bakıyor, kıyamet saatini uzaktan 
yalanlıyanlan görüyor. O 

«Onlan uzak bir yerden gördüğü zaman onlar da 
onun öfkesini ve uğultusunu işitiyorlar.» Ateş, yanıyor, 
onları uzaktan görünce onlara kargı öfkesinden ve 
kızgınlığından kükremeğe başlıyor, uğultular çıkarıyor, 
öfkesinden çatlıyor, intikam püskürüyor, intikamla 
yanıyor. Onlar da ona doğru gidiyorlar! Çok korkunç 
bir sahne, acaip, harika bir manzara. Bir bekleme 
dakikaları ama ne dakikalar! 

Elleri ayaklarına zincirlerle bağlı olarak 
cehennemin dar bir yerine atıldıkları zaman orada yok 
olup gitmeleri için duâ ederler.» Bu korkunç intikam ile 
yanan, yıkıp mahvetmeğe hazır ateş kâbusuna geldi 
kavuştular. Şimdi serbest de değiller ki hiç değilse 
azıcık olsun onunla mücadele edebilsinler, kendilerini 
savunsunlar. Zincirler içinde elleri ayaklarının yanma 
getirilip bağlanmış olarak cehennemin dar bîr yerine 


153 



atıldılar. Artık kendilerini bu belâdan kurtaracak tek 
çarenin ölüm olduğunu anladılar. Ölüm istemeğe 
başladılar. Bugün ölüm, onu temenni edenin tek 
kurtuluş yoludur, tek güveni ve garantisidir. Ama ne 
gezer? îşte dualarının reddedildiğini işitiyorlar. Hem de 
gayet umut kestirici bir tarzda işitiyorlar onu: «Bugün bir 
kere yok olmayı değil, birçok kere yok olmayı isteyin.» 

Tesir, gayesine varınca emir, Resul (S.A.V.) e 
teveccüh ediyor: «De ki: Bu mu iyi, yoksa müttakilere 
va'dedilen cennet mi? O, onlara bir mükâfat ve 
gidilecek yerdir. Orada istediklerini bulur, ebedî kalırlar. 
Bu, Rabbına, istenen bir va'ddir.» Elbette cennet iyidir. 
Hiç cennetle bu dayanılmaz belâ mukayese edilebilir 
mi? Ey insanlar, seçme elinizdedir. îster bunu, ister onu 
seçersiniz! 

Yeri gelmişken bu kısa göz atıştan sonra başka bir 
azap sahneyi sunuyor: Allah'a başka ilâhları ortak 
koşan o kıyamet sahnesini yalanlıyanların sahnesi. 
Toplandılar bir araya Allah'tan başka taptıkları da 
kendileriyle beraber toplandı. Hepsi, âbidler ve 
mâ'budlar bir sırada kahredici tek Yaratıcının önünde 
durdular. O zaman ma'budlara hitap yöneltiliyor: «Siz 


154 



mi bn kollarımı saptırdınız, yoksa onlar mı yolu sapıt¬ 
tılar?» Allah biliyor ama bu cevap talebi, arz 
sahasında gayet etkili oluyor. Cevap da şu tanrılardan 
kahredici tek İlâha yönelme o küfür ve sapıklıktan 
teberrî, şu cahil münkirlerden kurtulma tarzındadır: 
«Dediler: Seni teşbih ederiz; senden başka dostlar 
edinmemiz bize yaraşmaz. Fakat sen onlan ve 
babalarını azıcık yaşattın diye zikri unuttular, helaki hak 
eden bir millet oldular.» O zaman hitap, bu hitap 
anlamaz cahillere yöneliyor: «Siz dediğinizi 
yalanladınız. Artık ne ateşi kendinizden çevirmeğe, ne 
de yardımcı bulmağa kadirsiniz.» Ne azabı 
kendinizden savabilirsiniz, ne de kendinize yardım ede¬ 
bilirsiniz. Siz ancak helak olucu ve yenilmişlersiniz. 

Biz ve onlar büyük arz sahasında bulunurken suâl 
ve cevaplar işitiyoruz. Zira söz gelimi bizi ve onları 
henüz arz devam ederken dünyaya naklediyor. 
Cenabı Hak diyor ki: «Sizden kim zulmederse ona 
büyük bir azap taddinnz.» ta ki o korkunç durumun 
hayali zihinlerde iken bu ikaz yapılsın ve tesirini 
göstersin. Umumiyetle Kur'an metodu budur. Bir şimşek 
çakışı içinde dünya ile âhireti, nimet sahneleriyle azap 


155 



sahnelerini bir araya getirir. Nimete teşvik eder, 
azaptan uyarır, korkutur. Bunu sür'atle yapar. Çünkü 
vicdanda tergîb ve terhîb gayelerini gerçekleştirmek 
için bu sahnelerle vicdana hitabetmektedir. Onun için 
bu sahneleri böyle sür'atli gösterir, birinden diğerine 
geçer. 

2 - Bazı kâfirler, beşer olmasını, insanlar gibi yiyip iç 
meşini, sokaklarda dolaşmasını bahane ederek Resulü 
yalanlıyorlardı: 

Bizimle karşılaşmayı umnııyanlar dediler ki: Bize 
melekler indirlmemeli miydi, ya da Rabbmıızı görmeli 
değil miydik?» 

Cevap, istekleri tahakkuk edip melekleri 
görecekleri günün resmini çizmekle veriliyor. Melekleri 
gördükleri zaman ne olur: 

Melekleri gördükleri gün, işte o gün mücrimlere 
müjde yok.» 

Bu. ceza günüdür. O günde mücrimlere müjde 
verilmez, fakat azap edilir. Tekliflerine ne feci, ne âni 
cevap. O gün diyorlar ki: «Hicredilmi;? bir mahcur.» 
yani haram ve mahrum. Bu perden ve düşmanlardan 
sakınma cümlesidir. Dünyada iken düşmanları 


156 





uzaklaştırmak ve onların azabından kurtulmak için bu 
cümleyi söylerlerdi. Şimdi birden bire bu hal ile karşı¬ 
laşınca şaşırarak bu cümleyi söylüyorlar. Fakat bugün 
onlar nerede, söyledikleri söz nerede. Bu duâ, onları 
hiçbir azaptan korumuyor. «Biz onların yaptıkları her 
amelin önüne geçtili ve onu saçılmış toz duman haline 
getirdik.» İşte böyle bir an içinde hayal, zihinde 
cisimlenen bu hareketin peşine düşüyor. Amellerin 
kalkışını, fezada toz zerrelerinin kalkışını seyrediyor ve 
anlıyor ki onların yaptıkları bütün ameller, fezadaki toz 
zerreleri gibi saçılmış, uçmuş gitmiştir. 

Burada yeri gelmiştir. Tekrar cennet ashabına bir 
nazar atfediyor. Onlar «O gün oturacakları müstakar 
bakımından daha iyidir.» Burada istikrar, hebâ-i 
mensurun hafifliğine mukabil ağırlık ifade ediyor, 
îtmi'nan ise, şaşırtarak duayı dile getiren korkunç hale 
mukabildir. 

Onlar «Eğlence bakımından daha güzeldir.» 
Gölgeler'altmda, nimetler içinde istirahat 
etmektedirler. 

Kâfirler, Allah'ın, buluttan bir gölge içinde 
kendilerine gelmesini istemişlerdi. Bu istekleri de Yahudi 


157 



efsanelerinden doğuyordu. Bu efsaneler, Allah'ın, bir 
bulut içinde insanlara göründüğünü söylüyordu. Bunun 
tesiri altında kalan müşrikler de Allah'ın böyle gelip 
görünmesini istiyorlardı. Şimdi Cenab-ı Hak onların bu 
tekliflerine dönüyor ve bu teklifleri tahakkuk ettiği 
zaman meydana gelecek sahneyi tasvir ediyor» 

O gün gök beyaz bulutlarla parça parça olur, 
melekler de indirilir. O gün gerçek hükümdarlık 
Rahman'a aittir.» Bu, o inkâr ettikleri gündür. 

«Kâfirler için çok çetin bir gündür. îşte olmasını 
temenni ettikleri gün! 

Sonra dönüp pişmanlık sahnesini arz ediyor. 
Öyle"üzün bir şekilde arz ediyor ki dinleyici bunu hiç 
bitmiyecek sanıyor. Bu sahne, pişmanlıktan, teessüften 
ellerini ısıran zalimin sahnesidir. «Zalim o gün, ellerini 
ısırarak der İd: Vah bana ne olur. Resul ile beraber bir 
yol tutsaydım, eyvah! Nolur talanı dost edinmeseydim, 
o beni bana gelmiş zikirden saptırdı. Zaten şeytan 
insanı yalnız ve kimsesiz bırakır.» Etrafındaki her şey 
susuyor. Acıklı sesini ve acı feryadını o kadar uzatıyor ki 
bu sahneyi seyredenler dahi sahneden mütessir olup 
onun pişmanlığına iştirak ediyorlar. Zaten arzı 


158 




uzatmadan maksad da budur. Kur'anda edebî ahenk 
çeşitlerinden biri de bu şekilde arzı uzatmadır. J 2 U 

3 - Bu âyetlerden sonra surede, cehenneme 
toplananların hdi gösteriliyor. Orada onlar maddî azap 
yanında manevi tahkire de maruz kalıyorlar: 

Yüz üstü cehenneme toplananlar var ya» onlar 
yüzleri üstüne kapanmış, dertli, kederli cehenneme 
kapatılmışlardır. Maddî bit sahnedir bu. Allah'tan 
korkanlar bundan korunur, ya-lanlayıcılar bundan 
kaçınır. Bu azap hakaretle de katmerleşir: 

Onlarm yeri daha kötü ve yolu daha sapıktır.» 1221 

Fatır Suresi 1221 

Adn cennetlerine girerler. Orada sütun bilezikler 
ve inci-lerle süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. 
Derler ki: «Bizden üzüntüyü gideren Allah'a ha m dol 
sun. Şüphesiz Kabbımız bağışlayıcıdır, gükrün karşılığını 
vericidir. Bizi keremiyle ebedî kalınacak eve yerleştiren 
O'dur. Orada bize ne bir yorgunluk dokunacak ne de 
halsizlik dokunacaktır. 

«Küfredenlere gelince onlar için de cehennem 
ateşi vardır. Ne ölümlerine hükmedilir ki ölsünler, ne de 
kendilerinden cehennemin azabı birazcık olsun 


159 



hafifletilir. îşte biz her inkarcıyı böyle cezalandırırız. 
Onlar orada «Rabbımız bizi çıkar, yaptığımız amelden 
başkasını yapalım!» diye bağrışırlar, söğüt alacak 
insanın öğüt alabileceği kadar bir zaman sizi ya¬ 
şatmadık mı? Size uyarıcı da geldi (inanmadınız). Öyle 
ise tadın, zalimlerin bir yardımcısı yoktur.» 

Burada Kur'an âdeti uyarınca yine karşılıklı iki 
sahne var: Cennette nimet görenlerin sahnesiyle, 
cehennemde azap çekenlerin sahnesi. İkisi de insan 
ruhunda birbirinden farklı, kendilerine has izler 
bırakıyorlar. Fakat bu etkiler aynı gayede birleşirler. 
Oradan kendi öz istikametlerine giderler. 

Birinciler cennettedirler. Sahne, görülen maddî bir 
nimet, hissedilen ruhî bir naîm ile açılmıştır. Onlar 
«Orada altım küpelerle, incilerle süslenmişler. Elbiseleri 
de orada ipektir.» Bu, ruharı okşıyan maddi refahın bir 
kısmıdır. Bunun yanında şu rıza, huzur ve itmi'nan: 
«Bizden üzüntüyü gideren Allah'a hamdolsun.» Dünya, 
sıkmtılariyle güçlükleriyle, üzüntüleriyle ebedî cennetle 
mukayese edilirse dünyanın kendisi de hüzün sayılır. 
Haşr günü de ızdırap ve büyük hüzün kaynağıdır. 
«Şüphesiz Rabbımız bağışlayıcı ve şükrün karşılığını veri- 


160 



cidir. Bizi bağışladı. Keremiyle amellerimizin karşılığım 
verdi Bizi ebedî eve kondurdu.» Oturmamız, karar 
kılmamız için bu evi bize keremiyle verdi. Yoksa burası 
bizim hakkımız değil. O, keremiyle, lûtfiyle bunu 
dilediğine verir. «Burada bize ne bir yorgunluk dokunur, 
ne de halsizlik.» Burada bizim için nimet, rahat ve 
güven bir aradadır. 

Bütün hava kolaylık, rahat ve nimet havasıdır. Bu 
havayı ifade etmek için seçilen kelimeler de 
melodileriyle ve ika' lariyle tatlı rahmet havasına 
uymaktadır. Hatta hüzn kelimesinden de sükûn 
kaldırılmış, kelimeyi hafifletmek için al-ha-zen denmiş. 
Cennete de «Dâru'l-mııkâım» deniyor. Onlara do- 
kunimyan nasab ve lüğ-ûb da sadece birer 
dokunucudurlar. İfadenin musikisi de tamamen 
yumuşak, sakin ve tatlıdır. Şimdi de diğer tarafa 
bakalım. Ne görüyoruz? Çalkantı, hiçbir halde 
duramamak, kararsızlık: 

Küfredenler için cehennem ateşi vardır. Ne 
ölümlerine hükmedilir ki ölsünler, ne de kendilerinden 
cehennem azabı biraz hafifletilir.» Ne o, ne öteki.Ölüp 


161 



rahat etmek bile yok: «işte biz, her inkâr edeni böyle 
cezalandırırız.» 

Bunları seyrederken birden bire yankıları birbirine 
karışan, her taraftan uğuldayıp kaba, canhıraş bir ses, 
kulaklarımızı yırtıyor. Ne diyor bu ses: 

Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımız gibi değil, salih 
amel işleyelim!» «Bu Allah'a yönelme, itiraf ve 
pişmanlıktır. Ama iş işten geçtikten sonra. Onun için 
sert bir azarlamayı taşıyan şu kesin reddi işitiyoruz: 

Sizi öğüt alanın. Öğüt alabileceği kadar bir süre 
yaşatmadık mı?» O geniş ömürden, o güzel fırsattan 
faydalanmadınız. Halbuki o ömür, öğüt almağa kâfi 
idi. Üstelik (tenbih ve tahzir için) 

«Size uyarıcı da gehnişti.» öğüt almadınız, 
sakınmadın 

«O halde tadın. Artık zalimlerin bir yardımcısı 
yoktur.» 

Bu takdim edilen sahneler, karşılıklı iki tablodur: 
Güven, rahat tablosu karşısında çalkantı, ızdırap 
tablosu var. Şükür ve duâ nağmesi karşısında canı 
bedenden çeken bağırtı ve iniltinin kulak tırmalaması. 
İnayet ve ikramın karşısında ihmal ve azarlama. 


162 




Yumuşak melodinin, tatlı ika'ın karşısında kaba melodi, 
sert, haşîn ika' bulunmaktadır. Bu suretle sahnenin 
gerek bütününde, gerek cüzlerinde tekabül ve uyum 
tamamlanmış oluyor, im 

Meryem Suresi 12a 

1- «Rahrman'ın kullarına gaybde va'dettiği Adn 
cennetleri (ne gireceklerdir.) O'nun sözü muhakkak 
yerine getirilir. 

Orada boş söz değil, sadece selâm işitirler. Sabah 
akşam rızıkların da hazır bulurlar. Kullarımızdan ittika 
edenlere vereceğimiz cennet işte budur.» 

2 - «Rabbına andolsun ki onları şeytanlarla 
beraber hasredeceğiz. Sonra onları getirip 
cehennemin çevresinde diz çöktüreceğiz.» 

3 - «..Müttekiteri o gün, Itahman'a komik olarak 
toplarız. Mücrimleri de suya götürür gibi cehenneme 
süreriz. Asla şefaatte bulunamazlar. Ancak Rahmanın 
huzurunda bir ahid alniîş olan başka, (o şefaat 
edebilir.)» 

4 - «İman edip salih amel işüyenler için Rahman bir 
sevgi yaratacaktır.» 


163 





Cennet tablosu sakin, tatlı. «Orada boş söz değil, 
sadece bir selâm işitirler.» Ne fazla söz, ne cidal, ne 
kavga. Orada bu havaya münasip tek ses işitilir. O da 
tatlı, razı edici selâm sesi. Bu cennette rızik tekeffül 
edilmiştir. Onu arayıp zahmet çekmeğe ihtiyaç yoktur. 
Zaten bu hoşnud eden havaya, bu rıza havasına talep 
yaraşmaz. «Sabah akşam nzıldan kendilerine verilir.» 
«Kullarımızdan İttika edene vereceğiniz cennet işte 
budur.» 

Sonra -söz, kıyameti yalanlıyanlara getiriliyor: 
etnsan der ki öldükten sonra diri olarak çıkarılacağım 
ha » Tehdidi bir kasemle bu sözü reddediyor: «Rabbina 
andolsun ki elbet-te onları ve şeytanları bir araya 
toplıyacağız.» Yalnız onları değil, şeytanları da 
hasredeceğiz. Onlar ve şeytanlar hep beraber. 
Onlarla şeytanlar arasında tabi' metbu ya da arkadaş¬ 
lık bağı vardır. Burada onların maddî bir görünüşü 
tasvir edilmektedir. Cehennemin çevresinde diz 
çökmüş bir halde toplanmışlardır. Yüz üstü kalma ve 
ümitsizlik, korkunun verdiği bir diz çöküş. Sonra bunlar 
bölüm bölüm ayrılıp cehenneme atılıyorlar. Bunlardan 
her birinin baş çekenini,' en çok baş kaldıranını, en 


164 




azılısını, kuvvetlilerini ayırıyor (nenzi'anne) kelimesinde 
ve bunda bulunan geddede bu ayırı-Şin şiddeti 
aksediyor. Ve insan, bundan sonra gelen kazf olayını 
derhal tahayyül ediyor. Hayalde intizaı takibeden 
hareket, kazftır. 

İfadeden anlaşılıyor ki mü'minler bu sahneyi 
görüyorlar.. Fakat dünyada bugünden ittika ettikleri 
için kurtuluyorlar. Buradan salimen ayrılıyorlar, 
mücrimleri cehennemde diz çökmüş olarak 
bırakıyorlar. 

Sonra söz başka bir sahneye intikal ediyor. 
Bunların ve onların hallerini özetle belirten başka bir 
sahne gösteriliyor. Bunda sür'atli bir tekabül var. Bu 
sahnede mü'minler vefden (konuk olarak) Rahman'ın 
huzuruna toplanmışlardır. Mücrimler ve virden (suya 
götürülür gibi) cehenneme gitmektedirler. Vefdin yönü 
«Rahman» dır. O'nun iyiliği ve rahmeti karşılar onları. 
Virdin yönü de cehennemdir. Onları da cehennemin 
alevleri karşılar. Kendilerine şefaat edemezler. Zaten o 
gün şefaat de yoktur. Ancak salih bir amel yapan, 
Allah indinde makbul bir amel işliyen kimseye şefaat 
izni verilir. 


165 




Bir tablo daha takdim ediyor, şu tabloya bakın: 
«îman edip salih ameller işliyenler için Rahman bir 
sevgi yaratacaktır.» Bu da ma'nevî, lâtif bir rahmet 
tablosudur. Bunun esası Rahman ile birtakım kulları 
arasındaki yüksek sevgidir. Bu, başlı başına öyle eşsiz 
bir nimettir ki hiçbir nimet buna eş olamaz. i2£i 

Taha Suresi 12a 

1- «Kim liabbına suçlu olarak gelirse, cehennem 
onun içindir. Orada ne ölür, ne de yasar. Kim O'na 
mü'min olarak gelirse onun için de en yüksek 
dereceler, altından nehirler akan cennetler var. 
Orada ebedî kalırlar. Bu, arınanların mükâfatıdır.» 

2 - «Sur'a üflendiği gün, İste o gün mücrimleri 
gömgök toplarız. Kendi aralarında saklı saklı «Siz 
dünyada ancak on gün eğleştiniz.» diye konudurlar. 
En doğru görüşlüleri «Kir günden fazla durmadınız» 
deyince ne diyeceklerini biz daha iyi biliriz. Sana 
dağlardan soruyorlar, de kî: «Onları Kabbuu un ufak 
edip savuraeak, yerlerini dümdüz, bomboş bırakacak. 
Oralarda ne bir eğrilik ne bir yumruluk (tümsek) 
göremîyeceksin. O gün davetçiye bîr eğriye sapma¬ 
dan uyarlar. Sesler, Rahman'ın heybetinden kısılmıştır. 


166 




Artık hışıltıdan başka bir şey işitmezsin. O gün şefaat 
fayda vermez. Ancak Rahman'ın izin verdiği ve sözüne 
razı olduğu kimse başka, (O şefaat edebilir.) Allah 
onların geçmişlerini de geleceklerini de bilir. Onlar onu 
kavrıyamazlar. Yüzler diri ve her an yaratıklarını gözetip 
idare edene baş eğmiş, zulüm yüklenen ise hüsrana 
uğramıştır. 

«Kim inanmış olarak iyi işler yaparsa o, ne bir zulüm 
korkar, ne çiğnenmeden.» 

3 - «Dedi ki: İkiniz de oradan inin. Hepiniz bir 
düşman olarak. Benden size bir hidayet geldiği zaman 
kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht 
olmaz.. Kim de zikrmıden yüz çevirirse onun için dar bir 
geçim vardır. Kıyamet günü onu kör olarak hasrederiz. 
Der ki: «Rabbim, niçin beni ktVA olarak başreyledin, 
oysa ben görür idini.» (Rab) der ki: «öyle, sana 
âyetlerimiz geldi, onları unuttun. Bugün de sen böyle 
unutulacaksın.» 

1- Bu suredeki birinci sahne, A'lâ suresinde vasfı 
geçmiş olan «Orada ne ölür, ne yaşam şeklinde ifade 
edilen azap sahneyidir. Ancak burada ayrı bir üslûpta 
geliyor: «Kim Rab-bına suçlu olarak gelirse onun için 


167 



cehennem vardır. Orada ne ölür, ne de yaşar.» Orada 
bu siyakta değildi. Hem burada suçlu olarak geliyor. 
Başkasına karşı da değil, Rabbınâ karşı suçlu geliyor. 
Bu gelişi bu şekilde çizmede kuvvetli bir alay ve 
hakaret vardır. Sonra buna- yüksek derecelerde 
bulunan mü' minler tablosu ilâve ediliyor. Orada bu 
tablonun esasını "göstermiştik. Fakat biliyoruz ki bazı 
resimler tekerrür eder ama siyakta yapılan ufak bir 
değişiklik, resme bambaşka bir çehre 
kazandırmaktadır. İşte burada da böyle olmuştur. Bu 
tablo A'la suresinde de vardı ama burada ufak bir 
değişiklik ona, yep yeni bir hüviyet vermiştir. 

2 - ikinci sahne, yeni bir sahnedir. İşte suçluların, ke¬ 
derden tasadan yüzleri gömgök 1281 bir halde 
haşrolunuyorlar. Ve işte şunlar aralarında gizli gizli 
konuşuyorlar. Haşr sahası üzerine çöken müthiş 
korkudan seslerini yükseltemiyorlar. Ne hakkında gizli 
konuşuyorlar? Kabirlerde geçirdikleri günler hakkında. 
Ne kadar zaman geçirdiklerini tahmine çalışıyorlar. 
Kendileri ölmüş, zaman şuurunu yitirmiş idiler. Şimdi 
«Ancak on gün kaldık» diyorlar. En doğru görüşlüleri 
«Yalnız bir gün kaldınız» diyor. Cahilleri de âlimleri de 


168 




aynı şekilde şaşkınlık içindedirler. Hattâ âlimler, 
bilmezlikte daha ileri. Çünkü «Ancak bir gün kaldınız» 
diyorlar. Ne olursa olsun bu, bir birden birelik, şaşkınlık 
halidir. İnsan hallerin değiştiğini görüyor ama ne kadar 
zaman geçtiğini bilemiyor. Sezgi ve tahmine 
dayanıyor. 

Bu kavmin karşılaştığı korkuyu anlamamız için 
yüksek dağların haline bakmalıyız: Dağlar un ufak olup 
savrulmuş, ne bir yükseklik, ne de alçaklık kalmamış, 
eğrilik gidip dümdüz olmuş. 

Dağları un ufak edip savurduktan, dümdüz 
ettikten sonra sanki fırtına diniyor, her şey susuyor, ses 
alçalıyor, (mahşer-dekiler) kendilerini Allah'a çağıranın 
sesini işitiyorlar, ona tabi oluyorlar, sessiz sedasız teslim 
olup bir tarafa bakmadan geri kalmadan onun 
emrine gidiyorlar. Bu teslim oluşları «Eğrisi büğrüsü 
olmıyan ( bir uyuşla) çağırana tabi olurlar» şeklinde 
ifade ediliyor.. Bu ifade, yükseği, alçağı çukuru 
tümseği olmıyan dağlar sahnesine pek uygun 
düşmektedir. 

Ve korkunç susma ve yaygın sükûn her tarafı 
kaplıyor. 


169 




«Rahman'm heybetinden sesler kısılmıştır. Artık .his. 
üt başka bir şey işitmezsin.», «Yüzler, diri ve her an 
yaratıl gözeri idare edene baş eğmiştir.» 

Bütün sahneye korku, sükût, sükûn ve huşu hakim. 
Söz hışıltısı, soru gizli, huşu derin, yüzler boyun eğmiş, 
Hayy-a Kayyum'un celâl ve heybeti ağızları kapamış. 
Kendine izin verilenden başka kimsenin şefaat hakkı 
yok. Bütün ilim Allah'a mahsus. Zalimler, zulümlerini 
taşıyorlar, hüsranla karşılaşıyorlar, îman edenler, huzur 
ve güven içindedirler. Ne bir zulüm edilmekten, ne de 
çiğnenmekten korkuyorlar; 

Bütün havayı celâl kaplamış. Rahman'm 
huzurunda O' nun celâl ve azameti her şeyi derin bir 
korku ve sessizliğe atmış... 

3 - Müteakiben Âdem kıssasını özetle takdim 
ettikten, Âdem'in İblisle beraber cennetten inişini, 
birbirlerine düşman oluşlarım, Allah'ın, peygamberleri 
vasıtasiyle göndereceği hidayeti gözetleme içinde 
bulunduklarını söylüyor: «Kim hidayetime uyarsa ne 
sapar, ne de azar.» Bu şaka ve dalâl, Âdem' in elinden 
çıkan Firdevs'teki nimet ve hüdâmn karşılığıdır. Âdemin 
ve oğullarının, bu yer yüzünde karşılaşacağı şaka ve 


170 



dalâldan bedeldir. Burdaki hüdâ sanki o cennetteki 
nimetin mukabili olmaktadır. Ona uyan sapmaz, 
azmaz. «Kim beni anmaktan yüz çevirirse onun için dar 
bir geçim vardır.» Allah ile ve Allah'ın rahmetiyle bağı 
kesilmiş bulunan kimse ne kadar müreffeh olursa olsun 
yine dardır. Âhirette de bu kimse tuhaf bir şekilde 
haşrolunacaktır. Kör haşrolun a çaktır. Bu, bir nevi, 
dünyadaki sapıklığı cinsinden bir sapıklıktır. Bundan 
dolayı soruyor: «Ya Rabbi, niçin beni kör olarak 
haşreyle-din, oysa ben görür idim?» Cevap «Bizim 
âyetlerimiz de böyle sana geldi idi de sen onları 
unuttuydtm. Şimdi sen de öyle unutulacaksın.» 

ifadede düzen, tasvirde düzen: Cennetten iniş, 
şaka ve dalâl; cennete dönüş, şeka ve dalâlden 
kurtuluş. Cennetteki genişlik, dünyadaki darlık; hidayet 
ve körlük. Hep birbiriyle karşılıklıdır. 

Bu sahne, Âdem kıssasını takiben gelir. Bu kıssa 
bütün insanlığın kıssasıdır. Gösteri cennette başlıyor, 
yine cennette son buluyor. A'raf süresinde geçtiği 
üzere. Ancak oradaki sahnelerle buradaki sahneler 
arasında bazı farklar vardır. Böylece genel sahneler 
esasta birleşiyor, teferruatta ayrılıyorlar, işte Kur'an 


171 



sahnelerinin cüzlerinde yapılan bazı değişikliklerle 
sahne yepyeni bir, şekle- sokulmakta, sahnenin yeni bir 
yönü anlatılmakta ve tekrar bertaraf edilmektedir.1291 

Vakia Suresi E® 

1 - «O kıyamet olayı koptuğu zaman onun 
kopmasını yalanhyacak yoktur. Alçaltir, yükseltir. Yer 
bir sarsılış sarsıldığı, dağlar bir serpiliş serpildiğl, hepsi 
dağılıp toz duman haline geldiği ve siz de üç çift 
olduğunuz zaman. Amel defteri sağ tarafından 
verilenler, nedir o kitabı sağ tarafından verilenler! 
Kitabı sol tarafından verilenler, nedir o sol ashabı!? İyi 
ide ileri gidenler o sabikun, nimet cennetlerine yaklaş¬ 
tırılanlar onlardırlar. Onların birçoğu evvel gelenlerdir, 
birazı 

da sonra gelenlerdendir. Murassa' tahtalara 
karşılıklı olarak yaslanırlar, ölümsüz gençler 
çevrelerinde, baş ağrısı ve dönmesi vermiyen 
bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kâseler, ibrikler, 
kadehler; seçecekleri meyvalar, arzulayacaklan kuş 
etiyle dolaşırlar. Sedefteki inci gibi parıl parıl parlayan 
ceylân gözlü huriler. Bunlar işledikleri (güzel) amellere 
karşılıktır. Orada ne boş söz, ne de günaha sokacak bir 


172 



söz işitmezler. Sadece bîr söz işitirler: Selâm, selâm. Sağ 
ashabı, nedir o sağ ashabı?! Onlar dikensiz sedir 
ağaçlan, uzamış gölge altında, çağlayıp akan su 
başında, bitip tükenmiyen, yasak da edilmi-yen bir çok 
meyvalar içinde yüksek döşekler üstündedirler. Biz o 
ceylân gözlüleri, defterleri sağdan verilenler için yeni¬ 
den yarattık. Onları bakire, eşlerine düşkün, aynı yaşta 
kıldık. Bunların birçoğu evvelkilerden, birazı da 
sonrakilerdendir. Sol ashabı, nedir o sol ashabı ? 
İnsanın içine îşliyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde 
serinliği ve hoşluğu olmıyan kara bir dumanın 
gölgesinde bulunurlar. Onlar bundan Önce şımartılmış 
idiler. Ve büyük günah işlemekte direnip dururlardı. Ve 
derlerdi ki: Biz ölüp toprak olduktan sonra, biz mi 
diriltilecek misiz?. Önce gelip geçmiş babalarımız ha? 
De ki: Evvelkiler de sonraldler de bilinen bir günün 
vaktinde toplatılacaklar. Sonra siz ey sapkınlar, 
yalanlayıcılar bir ağaçtan, bir zekkumdan yiyeceksiniz. 
Ondan karınlarınız doldurulacak. Onun üzerine de 
kaynar sudan içeceksiniz, hem de susamış develerin 
suya saldırışı gibi içeeeksiniz. îşte ceza günü onların 
kondnmlacağı yer budur. 


173 



2 - «O halde can boğaza geldiği zaman ki sîz o 
zaman bakıp durursunuz; biz ise ona sîzlerden daha 
yalanız ama siz görmezsiniz. Evet haydi dine boyun 
eymiyecek, ceza görmiye-cekseniz onu geri 
çevirsenize! Davanızda doğru iseniz. Eğer o (ölen 
kimse Allah'a) yakın olanlardan ise onun için reyhan 
ve nalın cenneti vardır. Eğer ashabı yeminden ise 
«Ashabı yeminden sana selâm.» Ama sapık 
yalankyanlardan ise ona ateş konukluğu ve 
cehenneme yaslanış vardır.» 

Burada kıyamet korkusu, Kari'adaki gibi maddîdir. 
Fakat bazı tarafları yeni bir şekildedir. Burada, kıyamet 
«Vâkia» dır. Vakia, inkâr ve tekzibi mümkün ölnııyan bir 
olaydır. «O olay vukua, geldiği zaman, onun vak'asını 
yalanlıyaoak (bîr dil yoktur.» «Usiyi al-Vakia kelimesi, 
vavdan aonraki medd 

(uzatma) ve sükûniyle yukarı kaldırılıp bırakılan ve 
oradan yere döşeri ağır bir cisme benzer. His bu cismin 
çat diye düşmesini bekler. İşte hissin bekleyişine siyak 
böyle cevap veriyor. Kelime, böyle bir düşüşü 
canlandırıyor. Bu vakia, «Hadia, râfia: alçaltıcı, 
yükselticidir.» Nasıl madde aleminde yukarıdan düşen 


174 




ağır cisimler düştüğü yerde çukur açar, bir taraf 
çukurlaşır öbür taraf yüksek kalırsa «Vakia» da 
birçoklarının kalkacağı, bir çokların alçalacağı günde 
mana aleminde o yükseliş ve alçalışı yapıyor. 
Sahnenin genel havası titreşme, sarsılma olduğundan 
siyak da sarsıntı tablolarını gösteriyor.» 

Arz bir sarsılışla sarsıldığı zaman.» al-Vakia, 
yüksekten inip sarsarak sallaması yanında pamuk gibi 
abp öğüttüğü için siyak, his âleminde bu manada 
şekiller gösteriyor: 

Dağlar bir serpiliş serpildlği zaman», her gey dağ 
ufak olup savrulur, toz zerreleri gibi havada uçuşur. 

Toz duman haline gelir.» Böylece bütün 
tablolarda vakianın uyandırdığı manalar tahakkuk 
eder, bu manalara uygun maddî korku sona erer. 

Bu sahne biter ki kendimizi büyük bir sahada 
bulalım rada cereyan eden sahneyi seyredelim. îlk 
defa burada insanları iki değil, üç fırkaya ayrılmış 
görüyoruz. Kur'an sahnelerinde insanlar umumiyetle iki 
fırka olarak gösterilir: fîü 

:Siz üç fırka olduğunuz zaman», Allah'a yaklaşmış 
olan sabıklar fırkası-ki bunlar evvel gelenlerden, birazı 


175 





da sonra gelenlerden teşekkül eder, ashabı meymene 
veya ashabı yemîn (sağcılar)- ki çoğu evvelkilerden, 
birazı da sonrakilerden teşekkül eder, bir de ashabü'l- 
meş.'eme, ya da ashabu'g-şimal. Bu üç fırkadan her 
birinin belirli bir yeri vardır. 

Önce ashabı meymeneden başlıyor. Beride 
geleceği üzere mukarrebunun derecesi bunlardan 
üstünse de önce bunları göstermiştir: 

Ashabı meymene, nedir o ashabı meymene?!» Bu 
istifham, bilinmez göstererek onların değerini 
büyültmek içindir. Kur'an'da bu usul çok kullanılmıştır. 
Daha önce bundan bahsetmiştik. Ashabı meymene, 
ashabı yemîn diye tanınan kimselerdir. Bu soruya 
cevap vermeden, yahut tafsilâta gi ashabı 
meş'emeye geçiyor eden 

Ashabı meş'eme, nedir o ashabı meg'eme?» Bizim 
tarafımızdan bunlar da ashabu'ş-şimal diye tanınırlar. 
Meymene ve meş'emede yemîn (sağ) ve şimal (sol) 
manası varsa da bu manalardan önce nasîp ve tali' 
manalarına gelirler. Yani yümlü kişilerle şumlu, bedbaht 
insanlar anlamı vardır buşelimelerde: 


176 



Sabikun, sabikun, naira cennetlerinde onlar 
mukarrebundur. Bunların çoğu evvelkilerden, birazı da 
sonrakilerdendir.» Artık bunların evsafı hakkında daha 
fazla bir şey söylemiyor. Bırakıyor onların mümtaz bir 
fırka olduğunu biz .anlıyalım. Bunlar, nebiler, resuller 
olduğu gibi her peygamber devrinde kâmil imana ilk 
koşan kimseler de olabilir. Ne olursa olsun bunlar 
cennette seçkin bir zümredir. Daha sonra bunlar 
tafsilâtiyle anlatılacaktır. Burada nimet, maddî, görülür 
nimettir. Belki de bu sabikun, dünyada güçlüklere 
göğüs gererek mahrumiyetlere katlanan, Rahman'ın 
lütuf ve keremine kesin güvenerek ruhları imana koşan 
kimselerdir. Her ne olursa olsun burada maddî nimeti 
canlandıran maddî tablolar vardır: 

Kıymetli madenlerden işlenmiş murassa' tahtlar 
Karşılıklı yaslanırlar.» Rahat, kalb huzuru ve itminan ile.» 

Ölümsüz gençler çevrelerinde dolanırlar.» O 
gençlere zaman tesir etmez, yas. gençliklerini 
yıpratmaz.» 

KaynağmdaB doldurulmuş küpler, ibrikler ve 
kadehler dupduru saf şarap sunarlar. 


177 




O şaraptan başlan döndürülmez, sarhoş da 
olmazlar.» Ne onlar ondan ayrılırlar ne de o (içki) biter, 
tükenir. 

Ve istedikleri meyvalar, iştahlannm çektiği kuş 
etleri ve sedef içindeki inciler gibi iri gözlü panl panl 
huriler» al Lu'lu'ul meknûn, gözlerden saklanan, hiçbir 
gözün görmediği, hiçbir elin değmediği inci demektir. 
Burada hurilerin böyle saklı incilere benzetilmesi gayet 
güzel düşmektedir. Bunların hem çok güzel olduklarını, 
hem de onlara yabancı gözlerin, ellerin, değ-mediğini 
söylemiş oluyor. Bunlar hep o mü'minlere verilir: 
«Yaptıktan amellere karşılık olarak.» Bu, bir hak ve 
mükâfattır. Bütün bunlarla beraber sakin, her türlü boş 
sözden, çekişmeden muahezeden, uzaktırlar: 

Orada ne boş söz, ne de günaha sokan bir lâf 
işitmezler. Tek bir söz işitirler: Selâm, selâm.» 

Bu fırkayı anlattıktan sonra sözü ikinci fırkaya getiri¬ 
yor: Ashabı yeminden bahsediyor. Geçen sahnelerde 
bunlar tanımıştık. «Ashabı yemin, nedir o ashabı 
yemîn?!» Bunlar ashabı meymenedir. Bunlar için de 
maddî, görülür nimetler var ama sabıklara verilen 
yumuşak nimetlere mukabil bu nimetlerde biraz daha 


178 






kabalık ve bedavet vardır. Bunlar köy tipi nimetlerdir. 
Onlar 

:l)üz»ltilmiş kiraz altında» dırlar. Sidr Arabistan kirazıt 
Bu,-dikenli bir ağaçtır. Fakat cennetteki bu kiraz nıahdi 
dur, yani silinmiş, düzeltilmiş, dikeni alınmıştır, 
dikcn.sizdi. 

altında. Talh muz mafilyasından bir meyvadır. 
Meyvası, aşağıdan yukarı gayet mütevazin bir şekilde 
istif edilmiş 

Uzamış gölge altında ve akar su başında» Bunlarla 
hepsf de' vasıyan köylünün hayran kaldığı güzel 
şeylerdir. 

Birçok meyva, ne tükenir, ne de yasak edilir.» 
Yukarıda şunet ve bedavet havası taşıyan meyva 
örneği gördükten sonra burada mutlak meyvayı 
görüyoruz. 

Yüksel; döşekler Ne mevdune, ne de yumuşak. 
Sadece yüksek. Yüksek olması da onlar için kâfi. Ref'in, 
nefiste iki manası var; Maddî manevi yükseklik. Yerden 
yükseklik ve temizlik. Biri hatıra diğerini getirir. Bundan 
dolayı yüksek döşeklerde yatan hurilere, ashabı 
yeminin temiz zevcelerine geçiyor: 


179 




Biz onları ilk olarak yarattık (huri yarattık, ya da 
ölmüş olan zevcelerini dönüp yeniden dirilttik, gene 
zevceler yaptık,). 

Onları bekâr kızlar yaptık.» Kimse dokunmamış 
kendilerine. 

«Yalnız kocalarını seven «aynı yaşta,» 

«Yalnız ashabı yemîn için» Onlara tahsis ve tayin 
edilmiş bunlar ki o yüksek döşeklere uygun düşsün bu 
güzel kızlar. Ashabı yemîn de evvelkilerden ve 
sonrakilerden meydana gelmiş bir gruptur. 

Şimdi ashabı şimale gelmiş bulunuyoruz. Daha 
önce de bunları tanımıştık. 

Ashabi şimal, nedir o ashabı şimal?!» Eğer ashabı 
yemin «uzamış gölge altında, akar su başında» idiyse 
bir de ashabı şimale bak ki nerededir onlar: 

Vücut hücrelerine işliyen bir sıcaklık ve bir kaynar 
su.» Hava ,ateş gibi sıcak, insanın gözeneklerine işliyor, 
haşlıyor, kavuruyor insanı. Su ise kaynar, ne serinlik 
veriyor, ne susuzluğu gideriyor. Orada da bir gölge var 
ama «Yahnıum'daıı bir gölge.» Kapkara, boğucu 
duman gölgesi. Bu ifadede de bir alay var. Bu da o üç 
dallı olan, gölge vermiyen, ateşten de korumı-yan 


180 



gölge nevinden. Bu üç dallı gölge «Mürselât 
Suresinde» geçmişti Orada lâzalîlin walâ yuğnî mine'l- 
leheb: ne gölgelendirir, r,e de ateşten korur şeklinde 
ifade edliyordu. Burada ise «Lâ baridin valâ kerîmin: 
Ne serindir, ne de cömert.» şeklindedir. Bu sıcak bir 
bölgedir, aynı zamanda cimrî, nekes. Onları iyi 
karşılamıyor, onlara rahat ve huzur temin etmiyor. 
Bütün bu darlıklar, sıkıntılar onların amellerine uygun 
cezadır. «Zira onlar bundan Önce şımartılmış keyiflerine 
düşkün idiler.» Şımarıkların, keyiflerine düşkünlerin azabı 
da ne yaman, ne carı yakanmış! «Büyük günaha ısrar 
eder dururlardı.» Âyette geçen Hins-i Azîm, Allah'a 
ortak koşma"Hır. Kulların iman edeceklerine dair 
(ezelde) verdikleri sözü yaptıkları ahdi bozma vardır bu 
kelimenin manasında. Bu bir ahiddir ki insanın ruhî 
yaratılışı, d-runî hayatı bunu tekid ve tasdik :eder. Keza 
bunu, insan varlığını kuşatan bütün mezahir, bütün 
kâinat da tekid etmektdir. Bu. ahid, üzerinde ittifak 
edilen bir ahiddir i22i«Onlar derlerdi ki: Biz ölüp toprak 
ve kemik olduktan sonra mı, biz mi elbette diril 
tileceknüşiz? Yahut evvelki babalarımız diriltilecek ha?» 
Böyle söylüyorlardı onlar. Böyle idiler. Kur'an, hâdiseyi 


181 



böyle anlatıyor. Bu ifadeye göre sanki biz âhirette-yiz 
de dünya çok uzakta. 

Orada insanlar geçirdikleri dünya hayatını 
hatırlıyorlar. Sahneyi göz önüne getirmek ve ruhlara 
derin etki yapmak bakımından bu ifade çok mühimdir. 

1331 

Burada tam sırası gelmiştir ve en uygun zamanda 
dünyaya dönüyor: «De ki: Evvelki ve sonrakiler belli bir 
günün (bir) zamanında cemedileceklerdir.» İşte o 
taplamlacak gün, bu gösterilen gündür! 

Sonra bugün mükezzipleri bekliyen âkibeti 
anlatmağa başlıyor. Şımarık, keyiflerine düşkünlerin 
karşılaşacağı azabı anlattıktan sonra mükezziplere 
sesleniyor. 

Sonra siz, ey sapkın yalanlayıcılar, elbette bir 
zekkum ağa-cmâan yiyeceksiniz» Acaba bu zakkum 
ağacı nedir? Bilmiyoruz. Fakat kelime Öyle bir ses, öyle 
yırtıcı bir ses çıkarıyor ki insanın gözü önüne sert, kaba, 
dikenli, elleri yırtan, boğazı yaralıyan bir ağaç geliyor. 
Bu ağaç, o dikensiz, dümdüz, meyva dolu kirazın 
karşıtıdır. Bu ağaç yırtar, diken doludur ama yine onlar 
bunu yiyeceklerdir. 


182 




Karınlarını bununla dolduracaklardır.» Zira açlık 
kâfir, mihnet galip! Bu diken boğazdan geçer mi? 
Dikenden yanan boğazların, genizlerin acısını 
dindirmek için su lazım. Su içecekler ama 

Susuz develerin içişi gibi içerler.» aî-Hîm, susuzluk 
hastalığına müptelâ olan develerdir. Bunlar asla suya 
kanmazlar. 

İşte din gününde onîarm konukluğa budur.» Konuk 
olarak gittiği yerde insan rahat etmek ister, dinlenmek 
için gider. Ama bunlar! Bunların konuk oldukları yerde 
rahat diye bir şey yok. Burası, kendisinde gölge 
olmıyan o gölgeye benziyor. Şimdi dönüp ashabı 
yemîn ve ashabı şimale ait sahneler arasında ve bu 
sahnelerin cüzleri arasındaki tekabüle, bakalım: 
Gerek'esasta, gerek teferruatta azap, nimete tekabül 
etmektedir. Naîmde uzamış gölge, akar su, dikensiz 
ağaç ve çok meyva var. Bunun karşısındaki cehîmde 
insan hücrelerine işliyen. sıcaklık, kaynar su, ne serin ne 
de cömert olmıyan dumandan gölge ve'Zakkum 
Ağacı var.. Karınlar bu ağaçla doluyor. Sahne, her iki 
tarafta da cüzleri birbirinin tam karşıtı olan ahenkli bir 
tabiat sahnesidir.Bu bir tasvir sanatıdır ki Kur'anda 


183 




Edebî Tasvir kitabında Uzun uzadıya üzerinde ko¬ 
nuşmuştum. 

2 - Sonra sözü, İlâhî kudrete deîâlet eden bazı 
sahnelere getiriyor. Yaratmada ve yapmada, yerde 
ve gökte, bitkide ve hayvanda ve insanın kendi 
nefsinde bulunan İlâhî kudret nişanelerini zikrediyor. 
Bunları öldükten sonra tekrar diriltmeğe delil veriyor. 
Ve can çekişme sahnesini anlatarak sureyi bitiriyor ki 
bu sahne ruha ve hisse çok tesir eder. 

O halde can boğaza" geldiği zaman onu geri 
çevirsenize Halbuki siz o zaman bakıp durursunuz.» 
Ama ayrılmak üzere olan ruhu henüz ayrılmadan o 
adama tekrar geri çeviremezsiniz. 

Biz ona sizden daha yalanız, ama siz 
görmüyorsunuz.» Allah' bu sahneyi gördüğünü, can 
çekişene herkesten daha yakın olduğunu böyle tasvir 
etmek korku ve huşuu artırıyor. Gerçi Allah her şeyi 
görür, her şeye yakındır, her olayı bilir ama bunua 
burada hatırlatılması ve böyle tasvir edilmesi sanki bu 
gerçeği birden bire yem bilinir hale getirmekte ve 
insanın tüylerini ürpertmektedir. 


184 




Evet haydi ceza görmiyecekseniz» hiçbir kuvvet 
size ceza veremiyecekse.o halde Doğru iseniz onu geri 
çevirsenize!» Eğer dediğim'?: gibi size ceza verecek 
kimse yoksa o halde siz o ayrılan ruhu da geri 
çevirebilirsiniz. Halbuki buna kadir değilsiniz! Ve bir 
anda can çekişme sahnesinden daha önce etrafiyle 
anlattığı üç fırkanın halini ve mevkiini özetliyor o 
mukarrebînden ise artık bir rahat, huzur güzel bir rızak 
ve nimet cenneti (içindedir. Eğer ashabı yeminden ise 
«Artık sana ashabı yeminden selâm.» Eğer sapkın 
mükezziblerden ise ona ateş konukluğu ve 
cehenneme yaslams vardır.» Söz buraya gelince ruh, 
sağlam imana hazırlanmış oluyor ve o zaman şu takib 
cümlesini iradediyor: 

İste but elbette en gerçek hakikattir. O halde 
büyük ismini teşbih et.»i24i 

Şu’ara Suresi^ 

Cennet müttekilere yaklaştırıldı, cehennem de 
azgınlara açıkça gösterildi. Onlara: «Kani Allah'tan 
başka taptıklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı? 
Yahut kendilerine yardımları dokunuyor mu?» denildi. 
Onlar, azgınlar ve îblîsin askerleri hepsi tepe takla 


185 



oraya atıldılar. Onlar orada (putlarıyle) çekişerek 
«Vallahi biz ap açık bir sapıklıkta imişiz. Zira biz sizi 
âlemlerin Kabbına eşit tutmuştuk. Bizi o sapıklıktan 
başkası saptırmadı. Şimdi artık ne şefaatçimiz, ne de 
yakın bir dostumuz var. Ah keski bir kere daha yatı 
yaşasak da müminlerden olsak!» 

Bu sahne, surede İbrahim kıssasını takiben 
gelmektedir. İbrahimle babası ve kavmi arasında 
kendilerinin ve önceki babalarının taptıkları putlar 
üzerinde cereyen aden ve İbrahim' in babasından 
aynlmasiyle sonuçlanan konuşmadan sonra gelmiştir. 
Bu konuşma sonunda İbrahim babasına dua etmiş ve 
kendisini de cennetin varislerinden kılmasını, «Ne malın, 
ne de oğulların fayda vermediğini, ancak Allah'a selîm 
kalb getirenin kurtulduğu» din gününde kendisini yüz 
üstü bırakmamasını Allah'tan niyaz etmiştir. 

Cenabı Hak onun babası ve kavmiyle olan 
konuşmasını anlatıp, sözü kıyamet gününe getirince 
hemen İbrahim'in kork tuğu, sakındığı kıyamet günjinü 
sanki bugün mevcutmuş gibi gözönüne getiriyor. İnsan 
sanki bu sahneye bakıyor ve ö duanın aynen 
tahakkuk ettiğini görmüş oluyor: 


186 




Cennet müttekilere yaklaştırılmış, donatılmış; 
cehennem de azgınlara açılmış. Azgınlar cehennemi 
görebilecekleri bir yerde durmuşlar, onun içine tepe 
takla atılmazdan Önce azarlama ve alayı işitiyorlar. 
Allah'tan başka taptıkları soruluyor kendilerine - bu 
sual,. İbrahim'in, kavmiyle olan muhaveresine uygun 
düşmektedir-. Neden o taptıkları, kendi kendilerine ve 
tabi'lerine yardım etmiyorlar diye soruluyor. 
Tapanlardan bir cevap çıkmıyor. Zaten cevap 
beklenmiyor. Snf azar ve alay olsun diye sorulmuştur. 
Cevap almak için değil... «Onlar, azgınlar ve îblîsin 
askerleri hep oraya tepe takla atılırlar- 

kelimesinden onların yardımsız ve düzensiz bir 
şekilde cehenneme atılışını hatırlatan bir ses 
gelmektedir. Yığılmış cürufun yıkılmasiyle arkasındaki 
diğer cürufların da peşinden yıkılıp kayması heyelan 
etmesi gibi. 

Bu kelime, sesiyle manasım tasvir etmektedir. 
Onlar azgın kimselerdir. Onlarla beraber bütün azgınlar 
da yıkılmıştın iblisin askerleri. Hepsi İblisin askerleridir. 
Ecme'un kelimesi, şümul ifade eder. Onlardan yalnız 


187 



bir zümrenin değil, hepsinin, iblisin askerleri olduğunu 
gösteriyor. 

Şimdi onlara kulak verelim, cehennemde ne 
konuşuyorlar? Anlaşıldığı üzere hepsi orada ilâhlarına 
diyorlar ki 

Vallahi biz meğer ap açık bir sapıklık içinde imişiz. 
Zira sizi âlemlerin Rabbiyle bir tutuyorduk.» Hakikati 
anlıyorlar ama iş işten geçmiştir. Suçu içlerinden 
mücrimlere yüklemek istiyorlar ama sonra ayılıyorlar iş 
işten geçtiğini, suçu başkasına yüklemenin, üzerinden 
atmanm faydası olmadığını anlıyorlar. 

Artık ne şefaatçimiz, ne de bir yakın dostumuz 
yoktur.» Ne bize şefaat edecek ilâhlarımız, ne de bize 
faydası dokunacak dostlarımız var. Geçmişte 
yaptığımızı affettirmek için şefaatçimiz olmadığına 
göre acaba işlediklerimizi düzeltmek için tekrar 
dünyaya gitmemizde mi mümkün değil, dünyaya bir 
daha gitseydik, .inananlardan olurduk.» 

Hayır artık bir daha ne dünyaya dönüş var, ne de 
şefaat. Bu, ceza günüdür. 

Bu anlatışta .elbette ibret vardır ama çoğu inamcı 
değildir.» 


188 




Bu âyet, surede anlatılan Âd, Semûd, Kavm-i 
Lût'tan sonra tekrar edilen âyettir. Bu sahneden sonra 
da aynen tekrar edilmiştir. O vak'alardan sonra tekrar 
edilen âyetin bu sahneden sonra tekrar edilmesi, 
olayın da onlar gibi gerçek bir olay olduğunu, onlar 
gibi bir ibret ve alâmet olduğunu göstermektedir. 

Böylece siyak, bu dünyadaki olaylarla âhiret 
alemindeki olayları bir araya toplamakta, sanki ikisi de 
aynı cinsten ve aynı zamanda geçen olaylar olarak 
gözükmektedir. ı&ı 

Nemi Suresi I2zı 

:«Söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir 
dâbbo çıkarırız. O onlara insanlara âyetlerimize kesin 
inanmadıklarını söyler. O gün her ümmetten, 
âyetlerimizi yalanlıyan bir grup hasrederiz, onlar 
(huzura) sevkedilirler. Geldikleri zaman (Allah) der: 
«Âyetlerimi anlamadığınız halde yalanladınız mı? 
Yoksa ne yaptınız?» Haksızlıklarından ötürü o söz 
baslarına gelir. Artık konuşamazlar.» 

«Görmediler mi biz geceyi dinlensinler diye 
yarattık, gündüzü de (çalışsınlar diye) aydınlık yaptık? 
Şüphesiz bunda inanan bir millet için ibretler vardır.» 


189 




«Sur'a üflendiği gün göklerdekilerin ve yerdeldlerin 
hepsi korku içinde kalır, Allah'ın dilediği hariç. Hepsi 
boyunları bükülmüş olarak O'na gelirler.» 

«Dağlan yerinde donmuş sanırsın. Oysa onlar 
bulutlar gibi yürürler. Bu, her şeyi gayet güzel yapan 
Allah'ın yapısıdır. Doğrusu o yaptıklarınızdan 
haberdardır.» 

«Kim bir iyilik getirirse ona, daha iyisi verilir. Ve 
onlar o gün korkudan emindirler.» 

Burada âyetlerde geçen Dâbbe üzerinde 
konuşmak istemiyorum. Bunun ismi Cessâs imiş, yok 
başka.bir şeymiş, boyu altmış veya altiyüz arşın imiş, 
tüylü, dört bacaklı, iki kanatlı imiş; yahut kırk bacaklı 
imiş, dörtyüz arşın imiş gibi îsraîli ve gayri Isrâîlî 
efsanelerin tesiriyle Kur'an tefsirlerinde görülen şeyler 
beni alâkadar etmez. Bana göre bu dâbbenin vasfını 
bizim bilmemize imkân yoktur. O, tamamen gaybe ait 
bir şeydir, vaafmı Allah bilir. 

Beni burada alâkadar eden taraf tasvir yönüdür. 

O söz onlarüı başlarına geldiği zaman» insanlarla 
kon olan bu dâbbe, karıncaların Süleyman'la olan 
hikâyesinin bulunduğu Nemi süresin'de gelmektedir. 


190 




Nihayet karınca vadisine geldikleri zaman bir 
karınca dedi İd: «Ey karıncalar yuvalarınıza girin 
Süleyman ve askerleri bilmiyerek sizi çiğnemesinler.» 
(Süleyman,) onun bu sözünden hafifçe güldü.» Demek 
ki Süleyman, karıncanın maksadını anlamıştı. Fakat 
nasıl anladı, kendisine haşerat dili nasıl öğretilmişti. 
Bunu bilmiyoruz. Bu surede bundan daha sonra 
Hüdhüd'ün Süleyman'la olan vak'ası yer alır. 

Süleyman kuşları araştırdı: «Bana ne oluyor ki 
Hüdhüd'ü göremiyorum, yoksa kayıplardan nu oldu? 
Ona şiddetli bir şekilde işkence edeceğim; ya da onu 
keseceğim yahut da o bana ap açık bir delil 
getirecek» dedi. Çok geçmeden Hüdhüd gelip 
Süleyman'ın önünde durdu: «Senin bilmediğin bir şey 
öğrendim ve Seba'oan kesin bir haber getirdim» dedi. 
(Süleyman): Bakacağız, doğru mu söyledin, yoksa 
yalancılardan mısın?! dedi.» Süleyman, Hüdhüd'ün 
dilini anlamıştı. Nasıl anlamıştı, kendisine kuş dili ne 
suretle öğretilmişti? Bunu bilmiyoruz. Yine bu surede 
Belkîs olayı anlatılırken Ifrît'in, Süleyman'la geçen kıssası 
da zikredilir: 


191 



Dedi ki: «Ey cemaat, onlar bana teslim olarak 
gelmezden önce onun tahtını irim getirir bana?» 
Cinlerden bir ifrit dedi «Sen bu makamından 
kalkmazdan önce ben onu sana getiririm. Benim buna 
gücüm yeter, sağlamım.!» O halde Süleyman Ifrît'in 
dilini de anlamıştı. Ama nasıl anladı, kendisine ifrit dili 
nasıl öğretildi? Bunu bilmiyoruz. 

Önemli olan, surede bütün temanın konuşma, 
birtakım haşereler, kuşlar, cinler ile bir insan arasında 
geçen konuşma olmasıdır. O insan peygamber, bu 
konuşma da onun mucizesi de olsa yine de insandır 
ve.insanın böyle varlıklarla konuşması, insan ruhunda 
bambaşka bir etki yapmaktadır, Âhiretin 
alâmetlerinden olan dâbbe de surenin temasına ve 
ondaki konuşma havasına uygun olarak zikredilmiştir. 
Ve bu kelime, Kur'aiıdaki tasvir ahengini, genel 
sahnenin meydana geldiği cüzlerin birliğini 
sağlamakta mühim vazife görmüştür. 

Daha sonra kıyamet sahnesine geçmekte ve 
sahneyi, her ümmetten yalnız yalancılara 
hasretmektedir: 


192 



O gün her ümmet içinde âyetlerimizi 
yalanlıyanlardan bir cemaat hasrederiz. Onlar 
(huzura) sevkedilirler.» Hasredilenler yalnız mükezzipler 
değildir. Bütün insanlar hasredilecek -lerdir. Fakat 
Cenabı Hak burada mükezziplere özel bir haşr 
göstermek istiyor. Mükezzipler hayvan sürüleri gibi 
hasrediliyorlar: 

Yani başları sonlarına birleşsin diye sevk edilirler. 
Hayvanların büylc toplandığı malûmdur. İradeden 
mahrum, gideceği yöaü bilmiyen hayvanlar böyle bir 
araya toplanır, sevk edilirler. Bunlar da tıpkı o iradesiz 
hayvan sürüleri gibi sevk ediliyorlar. «Nihayet Allah'ın 
hazanına geldikleri zaman (Allah): «Benim âyetlerimi 
kavramadığınız halde yalanladınız mı?» dedi. Bu, bir 
utandırma sorusudur. «Yoksa ne yaptınız?» Bu da yine 
harika bir alay ve boşuna alma sorusudur. Normal 
konuşmada bunların benzerlerine çok rastlamr. 
Yalanladınız mı, yoksa ne yaptınız? Zira hayatta 
yaptığınız görünür bir işiniz yok. Bu suâle susmaktan 
başka cevap olamaz. 

Sanki sorulanın dilini mühürliyen, ruhunu tökezleten 
bir olay olmuştur:. 


193 



Haksızlıklarından dolayı söz onların başlarına 
düşmüştür. Artık konuşamariar.» Öyle hacaletten 
donup kalmışlar ki ne konuşabiliyorlar, ne de dilleri var, 
O dâbbe, o hayvanlar bile konuşup dururken bunlar 
taş gibi kesilmiş, Öyle dilsiz bir vaziyette donup 
kalmışlar. Bu da arzda bambaşka bir tekabül çeşidi, bir 
ahenk örneğidir. 

Buradaki arzın, özel bir damgası var. Kur'anda 
bunun benzerleri mevcuttur. Bu özellik, dünya ile âhiret 
manzaralarını aynı hava içinde anlatmak, teessür ve 
itibara uygun zamanlarda birinden diğerine geçmek 
özelliğidir. 

Burada kıyamet gününde bulunan şaşkın 
mükezzipler sahnesinden alıyor, bir dünya sahnesine 
getiriyor. Bir sahnki insanların vicdanlarını uyaran, 
kendilerini idare rden, onlara hayat vesilelerini veren, 
yaşamaları için kâinatı engelleyişi de&il, fakat 
kendilerine müsait yaratan bir ilâhın var olduğunu 
insanların kafalarına, ruhlarına üfliyen bir sahne: 

Görmediler mi biz geceyi dinlenmeleri için 
yarattık, gündüzü de (çalışmaları için) aydınlık yaptık. 
Şüphesiz bunda inanan bir millet için ibretler vardır.» 


194 



Sakin gece sahnesi, aydınlık gündüz sahnesi. 
Bunlar hisse vicdanî bir etki bırakır. His bununla, geceyi 
gündüzü çeviren Allah'a kavuşmağa uçar. Nefsi 
imana kabiliyetli olan kimseler için bunlar ibret 
alınacak mucizelerdir ama onlar inanmıyorlar. 

Sonra bizi dünya sahasından, kâinat 
sahnelerinden alıp başka bir sahneye getiriyor: 

Sur'a üflendiği zaman, Allah'ın dilediği hariç, 
göklerdekilerin ve yerdeldlerin hepsi korkar, hepsi 
teslim olarak O'na gelirler.» boynu bükük. 

Sonra tekrar bizi dünya sahnelerine döndürüyor: 
İşte yüksek dağlar. Gören bunları sabit sanır ama: 

Her şeyi gayet güzel yapan Allah'ın yapışı.» Harika 
bir yapış, bir yaratış! Bu yapış, bu yaratış, sahibinin her 
şeyi bilip gördüğünü gösterir. 

Şüphesiz O, yaptıklarınızı bilir.» O halde bilen, her 
şeyden haberdar olan Allah, iyilik ve. kötülüğün 
karşılığını verecektir: 

Kim bir iyilik getirirse ona ondan iyisi verilir ve onlar 
o 

gün korkudan emindirler.» Daha önce her şeyin, 
herkesin korktuğunu görmüştük. îşte yalnız iyilik getiren 


195 




kimse bu korkudan emin oluyor. Bu, emniyet bizzat 
mükâfatın kendisidir. Zira korku öyle bir korku ki ondan 
emin olmak bile mükâfattır: 

Ama Idm kötülük getirirse onlar yüzleri üzere 
cehenneme yıkılır.» İşte böyle şiddetle «Kubbet». 
Kelimedeki ses, korku veren hareketi tasvir etmektedir 
Yaptığınızdan başka bir şeyle mi 

camlandırılıyorsunuz?»!^ 

Kasas Suresi 021 

1- «Ve onları ateşe çağıran önderler kıldık. 
Kıyamet gününde yardım edilmezler. Bu dünyada 
onların peşine bir lanet taktık. Kıyamet günü de onlar 
kötülerdendirler.» 

2 - «O gün onlara seslenerek der ki: «Benim 
ortağım olduklarını sandıklarınız nerededirler?» Söz 
üzerlerine hak olanlar: «Rabbimiz! Şunları biz azdırdık. 
Kendimiz azdığımız gibi onlan da azdırdık. Onlardan 
uzaklaşıp sana geldik. Zaten bize tapmıyorlardı» derler. 
Onlara denir İd: «Koştuğunuz ortaklan çağırın.» 
Çağinrlar ama (ortaklan.) onlara cevap vermezler. 
Azabı gördükleri zaman, keski doğru yolda olsalardı 
diye yanarlar.» 


196 




«O gün onlara seslenerek der M: «Peygamberlere 
ne cevap verdiniz?» O gün haberler onlara körleşir, 
birbirlerine de 

soramazlar.» 

3 - «O gün onlara seslenerek der ki: «Benim 
ortağım olduklarını sandığınız şeyler nerede?» Her 
ümmetten bir şahid çıkarır, «Delilinizi getirin» deriz. O 
zaman bilirler ki gerçek Allah'a aittir. Uydurup taptıkları, 
kendilerinden kaybolmuştur.» 

4 - «tşte âhiret evi budur. Onu biz, yer yüzünde 
böbürlenmek ve bozgunculuk istemiyen kimselere 
vereceğiz. Akıbet, Allah'tan korkanlarındır.» 

Bu dört sahne, surenin muhtelif yerlerine 
dağılmıştır. Fakat bulunduklan yerlerde anlatılan konu 
ile gayet güzel uyuşmaktadırlar. Sanki bunlar konunun 
neticesi, dünyadaki olay ile o olayın âhiretteki sonucu 
haline gelmektedirler. 

1- Birinci sahne Fir'avn ve kavminin ileri gelenlerine 
ait ki3sayı takiben gelir. Onlar, dünyada milletlerinin 
sapıklıkta önderleri idiler. Onun için burada onlan 
ateşe çağıran önderler» diye tavsif ediyor. Bu, garip bir 
önderlik, acaip bir davettir. Önder, peşinden gelen 


197 



tabiine «Haydi ateşe gidelim» dediği zaman hayalde 
davetlerin en tablosu çizilmiş oluyor. 

Kıyamet günü yardım edilmezler.» Âcizdirler, 
yardıma muh-taçtıriar ama hiç kimseden yardım 
görmüyorlar. Bu âciz halleri, dünyada böbürlendikleri, 
kuvvet gösterdikleri o şiddet ve kuvvet tavırlarının 
karşısına konuyor. Bu sahne sunulmamdan önce 
onların dünyadaki tavru hareketleri arz ediliyor. Sonra 
da âhirette bu hale düşecekleri gösteriliyor. Onların bu 
dünyada arkalarından lanet edilir: «Kıyamet günü de 
çirkinlerdendir onlar.» Bu ifade, çirkinlik hallerinin en 
kötüsünü tasvir etmektedir. 

2 - İkinci sahne Mekke kâfirlerinin şu sözlerini 
takiben geliyor: 

İtemek ki bunları şirkte tutan, mal ve meta'dır. 
Yoksa bulun duklan hata, gerçek olduğu kanaati 
değildir. Bu sözün peşin şu ayet geliyor: 

Size verilen şey, dünya hayatının metaı ve 
süsüdür. Allah'ı yanında olan daha iyi ve daha 
ebedîdir. Düşünmüyor musonuz?» Sonra Allah'ın 
huzuruna çıkarılacakları zamanki halleri tasvir ediliyor. 


198 




Allah onları hayret içinde ve yüz üstü bırakan bir soru 
soruyor: 

:Hanî benim ortaklarım sandığınız şeyler nerede?» 
Burada onların takınacağı tavır gösteriliyor. Metbu'lar, 
tabilerinden ayrılıyorlar, ve azgınları aldatma 
mesuliyetinden teberrî ediyor, suçsuzluklarını iddia 
ediyorlar: «Aleyhlerine hüküm gerçekleşenler dedi (ler) 
İd: «Rabbimiz, bizini aldırdıklarımız şunlar. Biz azdığımız 
gibi onları da azdırdık.» Kendimize ne yaptıksa onlara 
da onu yaptık. Önce biz azdık ve saptık, onlar da bize 
bakıp saptılar. Biz onları sana ortak koşturmaktan be¬ 
riyiz. Onların kulluk ettikleri şeylerden, başka şeylere 
tapmalarından biz sorumlu değiliz. Bize ibadet 
etmediler ki. 

Bunların hepsi boştur. «Benim ortaklanın sandığınız 
şeyler nerede?» sorusunun cevabı değildir. Cenabı 
Hak bu sözleri bırakıyor ve onları asıl mevzuun karşısına 
getiriyor: «Dendi İd: Ortaklarınızı çağinn.« Onlar da 
ortaklarını çağırıyorlar. Gelmiyeceklerini bildikleri halde 
çağırıyorlar: «Çağırdılar, fakat onlara icabet 

etmediler.» Çağırılarma bir cevap alamıyorlar, azapla 


199 




karşılaşıyorlar. Sanki azap, çağırmalarının cevabı 
oluyor: «Azabı gördüler.» 

Tam bu çetin anda gözlerini dünyadaki hidayete 
çeviriyorlar. Ona uysalardı, o, kendilerini bu elîm 
âkibetten korurdu. «Ah keski hidâyet üzre olsalardı!» 
diye yakmıyorlar. Ah, ah ama yine de kendi bataklıklar 
nida yuvarlanıp gidiyorlar, hidayete gelmiyorlar. 

Dünyaya kısa bir bakıştan sonra tekrar o sahneye 
dönüyoruz; Başka bir sesleniş ve başka bir soru: «O gün 
onlara seslenerek der: «Peygamberlere ne cevab 
verdiniz?» Allah onlarınne cevap verdiklerini bilir, onlar 
da biliyorlar ama şaşırmışlar: «O gün haberler onlara 
kör olur.» Cevaplar onlardan kesilir. Sükût içerisinde 
şaşkın kalakalırlar. «Birbirlerine de soramazlar.» «Tevbe 
edip inanan, ve salih amel işliyen kimsenin feiâhâ 
erenlerden olması umulur.» Sapıklar ve yalancılar 
sahnesi gösterilirken bu söz, tevbeye ve imana 
çağırmadır. 

3 - Sonra, siyak devam ediyor, bu dünyadan, 
insanların kendi nefislerinden alınmış gayet müessir 
sahneler takdim edilir Bunlar Allah'ın bir olduğuna, bu 
kâinatı ve insanları O' mm idare etttiğine delâlet eder. 


200 



Bunları müteakiben üçüncü bir kıyamet sahnesi getirir 
ki bu sahne ikinci ile müttefik, onun bir parçasıdır. 
Ancak biraz değişiklik vardır. Buradaki nida da ikinci 
sahnedeki nidanın aynıdır: «Ortağım sandığınız şeyler 
nerede?» Fakat burada onları cevap vermeğe terk et¬ 
miyor. Her ümmetin resulünü çağırıyor ki ümmetine 
şahidlik etsin. 

:Her ümmetten bir şahid çıkardık, dedik ki: Delilinizi 
getirin» 

Tabii delil falan yok. Maksat, müşrikleri güç 
duruma düşürüp rezil ve zelil etmektir. «Anladılar ki hak, 
Allah'ındır.» Anladılar ama iş işten geçtikten sonra. 
«Ve'uydurup taptıkları kendilerinden kayboldu.» 
Uydurdukları ile kendileri katiyyen bir araya 
gelemiyorlar. Çünkü iftira, gerçek önünde erir gider. 
Güneşin karşısında karanlığın kalmaması gibi. 

4 - Ve «Karun» kıssasını takibeden dördüncü bir 
sahne geliyor. O Karun ki kendisine o derece yer 
hâzineleri ve dünya malı verilmişti ki kavminin gözleri 
onun malında, onun evinde idi. Onlar da onun gibi 
mala ve onun gibi eve sahib olmak istiyorlardı. Sonra 
kendisi de, evi de yerin dibine batırıldı. Batı ki diin ona 


201 




imrehenler, arzularında hatâ ettiklerini anlasınlar. Bu 
kıssada büyük bir evden bahsedildiği için âhiret teki 
tabloda da ev geçmektedir: hiret evi. Onu yer 
yüzünde böbürlenmek ve fesat çıkarmak 
istemiyenlere vereceğiz. Âkibet müttekilerindir» îşte 
dünyada böbürlenenlerin, fesat çıkaranların evine 
mukabil, Allah' tan korkup böbür ienmiyen, fesat 
çıkarmıyanların evi. Kur'an tablolarında her zaman 
mevcudoîduğu gibi burada da ifadede ve tasvirde 
tam bir ahenk ve insicam vardır, boi 

İsra SuresiMU 

1- «Cehennemi kâfirlere bir knşatıcı (zindan) 
laldık? 

2 - «Her insanın şumunu (günahını) boynuna 
dolarız ve onu kendisine kıyamet gününde ap açık 
karşılaşacağı bir kitap olarak çıkarırız. «Kitabını oku, 
bugün kendi kendine hesabını görmeğe yetersin.» 

3 - «O gün her milleti kendi önderleriyle çağırırız. 
Kimin kitabı sağından verilirse onlar kitaplarını okurlar 
ve zerre miktarı zulmedilmezler. Kim burada kör olursa 
o, âhirette de kördür ve yolunu daha şaşırmıştır.» 


202 



4 - «Onları kıyamet günü yüzleri üstü kör, lal ve 
sağır olarak hasrederiz. Gidecekleri yer cehennemdir. 
(O cehennem) ne zaman sönmeğe yüz tutarsa biz 
onun ateşini artbrınz.» 

Bu suredeki sahneler küçük ve kısadır. Fakat yep 
yeni tablolardan örnekler takdim edilmiştir. Birinci 
tablo, cehennemin, kâfirleri kuşattığını, hepsini içine 
aldığını, çepeçevre onları sardığını tasvir etmektedir. 

İkinci tablo, amel defterlerini muska gibi sahibinin 
boynuna asılan açık bir kitap şeklinde tasvir ediyor, ve 
herke kendi kendinin şahidi oluyor. 

Üçüncü tablo yeni bir davet şeklini arz etmektedir. 
Her ümmet, âhirette önderinin ismiyle çağrılacaktır. 
Kitabı sağ tarafından verilen bu kitabı okuyacaktır. 
Kitabı solundan verilen, nasıl dünyada kör ise, âhirette 
de kördür; nasıl dünyada yolunu yitirmiş ise âhirette de 
yolunu yitirmiştir. Burada körlük, okumanın karşısına 
konmuştur. Okuma göz ister. Göz ise, sapıklığın 
karşısındaki hidayettir. 

Dördüncü tablo kâfirlerin yüzleri üstü sürülüp 
cehenneme toplandıklarını gösteriyor ki yüzleri üstü 
haşredilmeleri daha önce de geçmişti fakat bu kere 


203 




onlar eskiden gördüğümüz gibi yalnız kör değil, aynı 
zamanda lal ve sağırdırlar. Haşriı kasveti, cehennemin 
azabından ayrı olarak kör, lal ve sağır. Kör sağır ve 
dilsiz olanının azabı, gözü açık, konuşan ve işitenin 
azabından bin beterdir! Bu tabloda cehennemin ateşi 
'te daima aynı şiddette yanıcı gözükmektedir. 

Her sönmeğe yüz tuttukça onun ateşini artırırız.» 

Burada tablolar çabuk çabuk geçmekte, 
gözüküp kaybolmaktadır. Bununla beraber yeniliği ve 
ap ayrı bir nevi'de oluşu dikkatimizi çekmektedir. H2i 


204 




3.BÖLÜM 


YÛNUSSURESÎm 

1- «İman edip salih ameller işliyenleri, Rablan 
imanla-riyle doğru yola eriştirir; nimet cennetlerinde 
onların altlarından nehirler akar. Oradaki duaları: 
«Allah'ım, sen münezzehsin», ve oradaki tehiyyeleri 
«Selâm», son duaları da: «Alemlerin Rabbi Allah'a 
hamdolsun» dur.» 

2 - «İyilik edenlere iyilik ve fazlası var. Onların yüzle¬ 
rini ne toz duman ve ne de zillet bürümez. Onlar 
cennet sahipleridirler. Orada ebedî kalacaklardır. 
Kötülükler kazananlara da aynen kötülüğün cezası 
verilir. Ve onları zillet bürür. Onlan Allah'tan kurtaracak 
kimseleri de yoktur. Sanki yüzlerini karanhk geceden 
parçalar örtmüştür. îşte onlar cehennem sahipleridir. 
Orada ebedî kalacaklardır.» 

3 - «o gün onların hepsini hasrederiz. Sonra şirk 
koşanlara: «Siz ve ortak koştuklarınız, olduğunuz yerde 
durun!» deyip onları birbirinden ayırırız ve ortak 
koştukları (onlara,) der ki: «Siz bize tapmıyordunuz. 
Bizimle sizin aranızda Allah' m sah İ dolması yeter (Allah 


205 




şalı iddir) ki biz sizin bize taptığınızı tanımıyorduk.» îşte 
orada herkes daha önce ne yapmış olduğunu bilir. Ve 
onlar gerçek m evi âl arı olan Allah'a döndürülürler. Ve 
uydurup taptıkları (putlar) kendilerinden kaybolur.» 

4 - «Onları hasredeceği gün, sanld gündüzden 
sadece bir saat (dünyada) kalmış gibi olurlar. 
Aralarında tanışırlar. Allah'ın huzuruna çıkmayı 
yalanlıyanlar hüsrana uğramıştır, doğru yolda 
değillerdir.» 

5 - «Azabı gördilddri zaman içlerinde pişmanlık 
gizlerler. Aralarında adalel Onlar zulmedilmezler.» 

1- Birinci tablo yegâne bir tablodur. Burada 
cennette bir kavim var: 

Orada davaları, Allah'ım sen münezzehsin» dir. 
Sanki bu dua, onlan meşgul eden tek konudur. Ya da 
tek duaları budur. Bundan başka bir şey bilmiyorlar. 

rOradd, selamlaşmaları da selâm'dır.» Çünkü 
huzur, güven ve itmi'nan hep bu kelimededir. Son 
duaları da :«el-Hamdülilla-hi Rabbilâlemîn» dir. 
Böylece bütün varlık, onlar yanında Allah'ın teşbih, 
temcîd, şükür ve hamdine sarılmıştır. Teşbih ve hamdın 


206 




arasına başka şey girmiyor. Yalnız birbirlerini güzel 
anışları ve selâm sözleri giriyor. 

2 - İkinci sahne, yüzlerim siyahlık, zillet büiiiyen kâfir¬ 
ler sahnesidir. Yüzlerini tasa ve zulmet kaplamış olarak 
görülüyorlar. Mü'minlerin yüzlerini siyah bürümüyor. 
Onların yüzlerinde sevinç ve rıza ışıklan parlamaktadır. 
Bu sahne. Abese ve Kıyame surelerinde de geçmişti. 
Burada taze bir ifade ve ayrı bir çeşni ile 
sunulmaktadır. «Kötülükler kazananlar» m yüzleri, 
karanlık gecelerden parçalarla Örtülmüş gibidir. Böy- 
lece gece, görülür maddî bir cisim haline gelmiştir. O 
cisimden parçalar kesiliyor ve bu parçalarla yüzler 
örtülüyor. Ve harika bir sahne vücut buluyor! 

3 - Putlarla beraber onlara tapanların hasredilmesi 
sahnesi de bilinmektedir. Fakat burada yine taze bir 
şekilde takdim edilir. Nida, hem bunlara, hem onlara 
teveccüh ediyor: 

«Siz ve şerikleriniz yerlerinizde durun», hareketsiz 
durun. Duruyorlar. Hareket duruyor, sesler kesiliyor. 
Sonra yeni bir hareket oluyor. Bunlar ve onlar 
birbirinden ayrılıyorlar: 


207 







Aralarıni ayırdık.» Bir de bakıyoruz ki şerikler ayrılmış 
panlar ve tapılanlar ayırdedilmiş. işte burada suçu 
üzeri atma meselesi başlıyor: 

Şerikleri dediler: Sîz tapmıyordunuz! kim? Kimi 
sahid getiriyorlar? Allah'ı! 

Bizün sizin aranızda Allah'ın şaMdolması yeter.» 
Allah şahid ki biz sizin bize taptığınızı bilmiyorduk. O 
tapmayı asla tanımamış ve önem vermemiştik. O 
halde biz o tapınmadan mesul değiliz. 

Bu, gülünç, aynı zamanda acı bir sahnedir: 
«Gerçek mevlâları olan Allah'a döndürülürler.» Anlaşılır 
ki bütün şirk koşmaları tamamen sapıklıktır. Ve uydurup 
taptıkları putlar da ortadan kaybolup gider. Hak 
karşısında batıl yok olur. 

4 - Hasredilenlerin, kabirlerinde pek az kaldıklarını 
zannettikleri sahne de önce geçmişti. Yalnız burada 
bir fazla var: Bu sahnede onlar, kabirlerden kalktıktan 
sonra önce birbirlerini tanıyorlar. Bu, pek kısa bir zaman 
sürüyor, ikinci sayhayı işitir işitmez (birbirlerini tanıyorlar 
ondan sonra bu tanıma bitiyor.) Nitekim başka bir 
surede de geçmişti. 


208 





5 - Beşinci sahne, kısa bir sahnedir. Ama insanın 
ruhuna işliyen, gölgesini yüzlere bırakan acıklı bir 
sahne: 

Azabi gördükleri zaman içlerinde pişmanlık 
gizlerler.» Bu kısa ifade, gururlanırken birden azabı 
görüp eli üzerine kapanan, kaçacak yer olmadığını, 
mukavemet imkânı bulunmadığını anlayıp ruhunda 
pişmanlık gizliyen; duygusunu içine atan insanın halini 
tasvir etmektedir. îfade burada duruyor ve başka bir 
şey söylemiyor. Bu kadarını söyleyip artık yüzlerin 
alacağı şekli düşünmeği hayale bırakıyor. Bu, 
kelimelerin ifade edemiyeceği kadar derin bir üzüntü 
gölgesi, bir tasa halidir. 

îşte kısa bir tabir, tasvirdeki rolünü böyle başarıyor 
ve bu üzüntü ve tasa tablosunu böyle muvaffakiyetle 

çiziyor .121 

Hud Suresi 121 

1- Allah’a yalan iftira edenden daha zalim 
kimdir? Onlar Rablarına arz edilirler, şahidler de der ki: 
«İşte onlar Rablarına yalan söylediler. Allah'ın laneti 
zalimlere olsun.» 


209 



2 - «Andolsun M Musayi âyetlerimizle ve ap açık bir 
yetki iîe Fir'avn'e ve cemaatine göndermiştik. Onlar 
Fir'avn' m emrine uydular. Oysa Fir'an'ın emri de doğru 
değildi. O, kiyamat günü kavminin önünde gider ve 
onları ateşe götürür. Ne kötü bir gidilecek yerdir orası! 
Hem bu dünyada onların peşlerine lanet takıldı, hem 
kıyamet gününde. Ne kötü bir peşe takıştır.» 

3 - «îşte Rabbın, haksızlık eden kasabalar halkını 
yakalarsa O'mm yakalaması böylediler. Şüphesiz 
O'nun yakalaması elim, şiddetlidir. Elbette âhiret 
azabından korkan için bunda bir ibret vardır. O, 
insanların toplatilacağı bir gündür, o, görülmüş bir 
gündür. Biz onu sadece belirli bir zamana bırakıyoruz. 
O gün gelince her nefis, ancak Allah'ın izniyle ko¬ 
nuşabilir, içlerinden kimi bedbaht, kimi mesuttur. 
Bedbaht olanlar ateştedir. Onların orada zefîr ve 
şehîkleri vardır, (korkudan solurlar, göğüsleri kalkıp 
iner.) Gökler ve yer durdukça onlar orada ebedî 
kalacaklardır. Ancak Rabbm dilerse başka (O'nun 
dilediği çıkar.,) Şüphesiz Rabbın, dilediğini yapıcıdır. 
Mesut kılınanlar cennettedirler. Gökler ve yer 


210 




durdukça onlar orada ebedî kalacaklardır. Ancak 
Rabbm dilediği başka. Sonsuz bir lütuf!» 

1- Birinci sahnede teşhir ve tahcil (utandırma, rezil 
etme) unsuru göze çarpmaktadır. İşte dünyada 
Allah'a yalan iftira eden cemaat. Bunlar âhirette 
Rablarına arü ediliyorlar. O kadar insanın Önünde 
şahidler kalkıp: «Rablarına karşı yalan söyliyenler 
bunlardır» diyorlar. Böyle herkesin içinde onlan 
göstererek yalancı olduklarını teşhir ediyorlar. 

Sonra kime karşı yalan söylenmiş. Rablarına karşı! 
Başkasına değil. Bu daha şeni': «Allah'ın laneti zalimlere 
olsun!» Allah'a karşı yalan söylemelerini böyle lanetle 
teşhir ediyor. 

Bu ifade zaten yalan söyledikleri, Allah'a 
arzedilmiş insanlar; tamamen rezil etmektedir. 

2 - İkinci sahne bir anda dünya ile âhireti 
cemetmekte-dir. Sanki dünya ile âhiret arası bir 
adımdan ibarettir, insan bir adım atmca hemen 
.birinden diğerine geçiveriyor. İşte Fir' avn yalanlıyor. 
Dünyada kavmini de peşinden takmış. Onlar da onun 
gibi yalanlıyorlar. Hareket devam ediyor, kıyamete 
atlıyo?. Aynı şekilde Fir'avn, kıyamette de kavmini 


211 



peşine takmış, «Onları cehenneme getirdi.» Bir göz 
açıp yumuncaya kadar bir zamanda cehenneme 
getirdi onları. «Orası da ne kötü Mr gidilecek yerdir!» 
Dünyada başlıyan hareketin devamı böyle bir akıbete 
müncer oluyor. İşte her iki tablo bu şekilde birbirine 
uymaktadır. Dünyada Fir'avn, onların önlerine geçmiş 
onları dalâlete götürüyor, âhirette de önlerine geçmiş 
ateşe götürüyor. 

3 - Ve üçüncü sahne geliyor Lût kavmi, Hud kavmi, 
Salih kavmi, Fir'avn kavmi hikâyelerini, azgınlıklarını ve 
Allah' m onları nasıl cezalandırdığını anlattıktan sonra 
Rabbın, zulmeden, kasabaları dünyada böyle şiddetle 
cezalandırdığını ve cezalandıracağını bir sonuç olarak 
belirtiyor ve diyor ki: «Şüphesiz âhiret azabından 
korkanlar için bunda bir ibret vardır.» Bu cezalandırma, 
âhiret azabına benzer. Bu defa o günün azabını tasvir 
etmeğe başlıyor. 

O gün gelince hiç kimse O'nun izni olmadıkça 
konuşmaz.» Korkunç bir sükût, herkesi ve her şeyi 
kaplıyor ve soaj ra ayırma ameliyesi başlıyor. 

«Şakı olanları» cehennemde soluklan tutulmuş 
görüyoruz. «Orada bir zefîr, ve bir şehîkleri vardır.» 


212 





Sıcaktan ve sıkıntıdan, bunalımdan zor zor nefes 
alıyorlar, «Mesut kılınanlar» da cennette sonsuz, kesiksiz 
lütuf ve nimet içerisinde görüyoruz. Bunlar da ötekiler 
de gökler ve yer durdukça ebedî kalacaklardır. Bu, 
zihinde ebediyyeti canlandıran bir ifadedir. Gerçi 
gökler ve yer ebedî değillerdir ama ebedilik manasının 
anlaşılmasına yardım ederler. İfadelerin kendilerine 
has gölgeleri vardır. Bu ifadenin de ebfediyyet gölgesi 
vardır. Ebedîlik manasını belirtir bu ifade. Kasdedilen 
de budur.Hi 

Hîcr Suresî ^ 

«Benim kullanma senin bir gücün yetmez. Yalnız 
sana uyan bazı azgınlara sözün geçer. Cehennem, o 
(senin sözüne uyan) ların gideceği yerdir. Onun yedi 
kapısı vardır. Her hapı için onlarda? bir bölük taksim 
edilmiştir.» 

«Müttekiler, cennetlerde ve çeşmelerdedirler. 
«Oraya selâm ilff emin olarak giriniz. Göğüslerindeld 
kini (tasayı) çıkardık. Tahtlar üzerinde kardeş kardeş 
karşılıklı (otururlar.) Orada onlara bir yorgunluk 
dokunmaz ve onlar oradan hiç çıkarılmazlar.» 


213 



Bu kıssa, Âdem'in îblısle olan kıssasından sonra 
gelir. Burada hitap, iblisedir. Sahnedeki yenilik de 
cehennemin yedi kapısı olmasıdır. Burada ilk defa 
cehennemin yedi kapısı olduğu zikrediliyor. Cennet 
sahnesindeki tazelik de şudur: «Onlara orada bir 
yorgunluk dokunmaz ve onlar oradan çıkarılmazlar.» 
Artık şeytan, onları tekrar oradan çıkaramıyacak-tır. 
Yahut da onları, önce olduğu gibi dayanılmaz 
yorgunluğa döndüremiyecektir. .Müttekilere lütfedilen 
o saf sevgi de nimettendir: «Göğüslerindeki kini 
çıkardık.» Bu, hiçbir şaibenin girmiyeceği ve hiçbir kotu 
hatıranın bul andırmadığı mutlak selâmdır. Bu, 
kalblerini Rabbulâlemîn olan Allah'ın korkusundan 
başka her şeyden temizlemiş olan müttekilere lâyık 
selâmdır. 

En'am Suresi £1 

1- «De ki: «Ben Rabbıma isyan edersem, büyük bir 
günün asabından korkarım. O gün kim azaptan beri 
kalırsa Allah ona rahmet etmiştir, işte bu, an açık bir 
kurtuluştur.» 

2 - «O gün onları bir araya toplarız, sonra şirk 
koşanlara: «Sandığınız ortaklarınız nerede?» deriz. 


214 



Sonra: «Rab-bımıza ajsdolsua ki biz şirk koşumlardan 
değildik» demelerinden başka çareleri olmaz. Bak, 
kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve uydurdukları 
putlarda kendilerinden kayboldu!» 

3 - «Ateşin üzerinde durdurulduklarını, «Ah keski bir 
geri döndurülseydik, Rabbumzm âyetlerini bîr daha 
yalania-masaydik ve mU'ıninlerden olsaydık!» 
dediklerini bir görseydiniz! Hayır, daha önce gizledikleri 
onlara örtindü. Eğer geri döndürülselerdi yine yasak 
edildikleri şeye dönerlerdi. Doğrusu onlar yalancıdırlar. 
Dediler ki: Bu dünya hayatımızdan başka yok. Biz 
tekrar diriltilecek değiliz.» 

4 - «Onların Rablan huzurunda durdurulduklarını bir 
görsen. «Bu gerçek değil miydi?» dedi. 'Evet, Kalıbın.iz 
hakkı için gerçektir' dediler. O halde inkârınıza karşılık 
azal ladin' dedi. Allah ile karşılaşmayı yalanlıyanlar 
hüsrana uğramıştır. Birdenbire kıyamet saati onlara 
gelince ağırlıklarını (günahlarım,) arkalarına yüklenmiş 
oldukları halde «Dünyada haktan geri kalıp günah 
İşlememizden ötürü vah bize» dediler. Dikkat edin, 
yüklendikleri şeyler ne kötüdür!» 


215 




5 - «O gün onları tamamen hasreder. 'Ey cinler 
topluluğu, insanlardan birçoğunu yoldan çıkardınız'. 
Onların, insanlardan dostları: 'Rabbımiz, bir kısmımız bîr 
kısmımızdan faydalandı. Ve bize tayin ettiğin sürenin 
sonuna ulaştık' dedi. (Allah) dedi ki: 'Ateş sizin 
durağınizdır. Orada ebedî kalacaksınız. Ancak Allah 
dilerse başka. Şüphesiz Kaubın her şeyi yerli yerince 
yapandır, bilendir, tşte biz, zalimleri kazandıktan yüzün¬ 
den birbirlerinin peşine böyle takarız, 'Ey cinler ve 
insanlar topluluğu, aranızdan size, âyetlerimi okuyan 
ve sizi bugününüzl» karşılaşacağınız hakkında uyaran 
elçiler gelmedi mi?' Dediler ki: 'Kendi nefislerimize 
sahidoklıık.' Dünya hayatı onlun aldattı, kendilerinin 
kâfir olduklarına şahidlik ettiler.» 

Bu surede, cennet ve cehennemi» kısaca ismi 
gecen yerlerden ayrı olarak beş kıyamet sahnesi 
vardır. 

1- Birinci sahne, ifadenin saldığı gölge İle çizilmiştir. 
Şu azap o derece şiddetli, o derece korkunç bir~azao 
ki-sırf ondan o tarafa çevrilmek bile büyük bir rahmet 
ve apaçık- bir kurtuluş sayılmaktadır: 


216 




O gün ondan çevrilmiş olana Allah rahmet 
etmiştir. Hu, apaçık bir kurtuluştur.» Ya bu azaptan 
kurtulan, elbette onun kurtuluşu, sevabın son haddi 
sayılır. Bu husus, ifadenin gölgesinden anlaşılmaktadır. 

2 - îkinci sahne, putlar hakkında soru sorma 
sahnesi-dir. Fakat burada harika olan taraf, 
sorulanların, hiçbir gizlinin gizli kalmıyacağı âhirette 
bulunduklarım unutmaları ve bu soruya güldürücü, 
maskara bir tarzda cevap vermeleridir: 

lîabbımız Allah hakkı için biz müşrik değildik.» Tam 
bir belâ, ve fitne. «Sonra Kabbımiz AHah hakkı için biz 
müşrik değildik demelerinden başka çareleri kalmadı.» 
Görüyor musun kime karşı jalan söylüyorlar?! Zavallıları 
sıkıntı şaşırtmış, yalana sapmışlar. Kendileri de bunun 
yalan olduğunu gayet iyi biliyorlar ama bir kere başları 
sıkışmış! 

Bununla sahne, putlar ihtiva eden sahneler 
arasında yep yeni bir damga, bir Özellik kazanıyor. 

3 - Üçüncü sahne onları ateş üzerinde durdurulmuş 
iken gösteriyor -iradesiz, ihüyarsız orada 
durdurulmuşlar- içleri korku İle dolup taşıyor, korkudan 
mafsalları birbirinden kopacak vaziyette, elleri ayaklan 


217 



titriyor, birbirine dolaşıyor. Diyorlar ki: «Ah ne olurdu biz 
tekrar geriye döiidüriilseydik de Rabbıimzm âyetlerini 
daha yalanlamasaydik, mü'm inlerden olsaydık!» 
Korkudan böyle söylüyorlar, yoksa utanmıyorlar; «Eğer 
geri gönderi İseler, yine yasak edildikleri şeylere döner¬ 
ler. Onlar elbette yalancıdırlar!» 

4 - Dördüncü sahnede bunlar, Rablan huzurunda 
durdurulmuşlardır. Yüzlerini tasa bürümüş, utanç 
ruhlarına işlemiştir. Bu halde iken kendilerini hacîl eden 
hitap geliyor: «bu gerçek de£il miydi?» Ama suâl! 
«Dediler: Evet Rabbımız, ser çektir.» Hudu, zillet ve 
teslimiyetle boyun bükerek bu cevabı veriyorlar. Ve 
Allah: «Küfrünüze karşılık azabı tadın» diyor. Başka bir 
şey ilâve etmiyor. Allah'ın huzurunda dururlarken 
Günah yüklerini sırtlamış vaziyettedirler. -Büyük emir 
çıkıp cehenneme sevk edilinceye kadar böyle ağır 
yük altında hiç dinlenmeden öyle duruyorlar. 
Üzerlerindeki yük, birazcık olsun alınmıyor. Öyle 
kalıyorlar. 

5 - Beşinci sahnede cinler ve insanlar bir aradadır. 
Uyulanlar ve uyanlar beraber. Önce cinlere 
hitabediliyor: «Ey cinler, siz insanlardan pek çok 


218 




aldattınız.» Bu saptırıcı, azdıncı kütle, karşılarında pek 
çok tabilerini görünce, cevap veremiyorlar. İnsanlar 
arasında onlara uyanlar cevap vermeğe yelteniyorlar, 
diyorlar ki: «Rabbımiz, birimiz diğerimizden faydalandı.» 
Ortaklık, fayda üzerine kurulmuştu. Şeytanlar insanlara 
meta hazırlıyor, mukabilinde de onlara hakim oluyor, 
onları kendilerine uyduruyorlardı. «Bizim için tayin 
etliğin ecelimizin (vaktimizin) sonuna ulaştık.» İşte şimdi 
ba's gününde, senin huzurundayız ey Rabbımiz. O 
zaman reddi mümkün olmayan emir sadir oluyor: 
«Dedi: Durağınız ateştir. O-rada ebedî kalacaksınız.» 
Dünyada gafletten ve o uzun itiraftan sonra bu emir 
bekleniyordu. 

Sonra hem insanlar ve hem cinlere birlikte bir sual 
tevcih ediliyor: «Ey cinler ve insanlar topluluğu, 
aranızdan size âyetlerimi okuyan ve sizi bugününüzle 
karşılaşacağınız hakkında uyaran elçiler gelmedi mi?» 
Allah biliyor elçilerin geldiğini ama onların bu hususu 
itiraf etmeleri de onlar için bizzat azap olduğundan 
onları itirafa sevk için soruyor: «Dediler: Kendi 
aleyhimize şahid olduk.» Bugün gerçeği söylemekten 
başka çare yok. Bu şehadet, nefsin, azabı hak ettiğine 


219 




şehadettir. «Dünya hayatı onları aldattı» da bu âkibete 
sürükledi «Ve kendilerinin kâfir olduklarına, aleyhlerine 
şehadet ettiler.» Sen bu konuşmayı, bu soruyu, bu 
bilmezlikten gelmeyi ve bu cevapları görüyorsun. Bu 
tip ifae, bu konuşma, sahnenin anlatım tarzı, hâdiseyi 
anlatılan bir şey değil, fakat göz önünde cereyan 
eden bir olay haline getiriyor, ısı 

Sâffât Suresi m 

«O, ancak tek bir çığlıktır. Hemen bakıp kalırlar. 
Dediler: 'Vay bize, bu ceza günüdür. Bu, yalanlayıp 
durduğunuz hüküm günüdür!' 'Zulmedenleri, onların 
çiftlerini (onlarla iş birliği yapanları) ve Allah'dan başka 
taptıklarını toplayın, onları cehennem yoluna sokun. 
Onları durdurun. Zira onlardan sorulacaktır.» «Ne oldu 
size, niçin yardımlaşmıyor sunuz (yahut da niçin galip 
gelmiyorsunuz)» Hayır, onlar bugün teslim olmuşlardır. 

bize sağdan (hâk tarafından) gelirdiniz.» Onlar da: 
«Hayır, dediler, zaten siz kendiniz inanmadınız. Yoksa 
bizim size bir gücümüz yoktu. Kendiniz azgın bir kavim 
idiniz. Rabbımızuı sözü bize hak oldu. Biz tadacağız. Sizi 
azdırmıştık, çünkü bu de azmıştık. (Siz de bize bakarak 
azılını. Yoksa biz yalnız sizi azdırmadık.,)» Onlar o gün 


220 





azapta ortaktırlar, iîiz suçluları böyle yaparız. Zira 
onlara «Allah'tan başka ilâh yoktun) dense kibreder 
(söylemez) ler. Ve derler ki «Biz deli bir şair için 
ilâhlarımızı mı terk edeceğiz?» Hayır o, gerçeği getirmiş 
ve peygamberleri de tasdik etmişti. Şüphesiz siz, can 
yakan azabı tadacaksınız. Ne yaptınızsa onunla 
cezalanacaksınız. Ancak Allah'ın halis kulları başka. 
Onlar için bilinen bir rizık vardır: Meyvalar. Onlar, nimet 
cennetlerinde ağırlanırlar. Tahtlar üzerinde karşılıklı 
yaslanıp (oturur) lar. (Güzel hizmetçiler tarafından) 
kaynağından doldurulmuş, bembeyaz, içenlere lezzet 
veren kadehlerle çevrelerinde dolaşılır. O kadehlerde 
ne gaile vardır, ne de ondan başları döndürülür. 
Yanlarında el değmemiş, gözlerini yalnız kocalarına 
dikmiş, sanM saklı yumurtalar gibi (bembeyaz) ceylân 
gözlü dilberler vardır.» 

«Birbirlerine dönmüş (lerj dir, soruşuyorlar. 
Onlardan biri dedi ki: «Benim (dünyada) bir arkadaşım 
vardı, derdi ki: Sen de tasdik edenlerden misin? Biz 
öldükten, toprak ve kemik olduktan sonra mıA biz mi 
cezalanacağız yani? Dedi: Bakar mısınız nerede o? 
Baktı, onu cehennemin ortasında gördü. Dedi ki: 


221 




Vallahi az daha sen beni de mahvedecektin. Eğer 
Rabbı-mın nimeti olmasaydı ben de (cehenneme) 
götürülenlerden olurdum. Birinci ölümümüzden sonra 
bir daha Ölmiyeceğiz, biz azap görmiyeceğiz öyle mi? 

«Şüphesiz bu büyük bir kurtuluştur. Çalışanlar 
bunun için çalışsınlar.» 

«Bu konukluk mu iyi, yoksa zekkum ağacı m;? Biz 
onu zalimlere bir fitne yaptık. O, cehennemin 
kökünden biten bir ağaçtır. Tomurcukları şeytanların 
basları gibidir. Onlar ondan vivecekler ve karınlarını 
ondan dolduracaklar. Sonra de kaynar su katılmış içki 
içecekler. Sonra onların dön" elbette cehennemdir.» 

Biz, uzun, muhtelif yönlü, üslûbu çeşitli, birbirini 
takibeden, pak çok canlı manzaraları bulunan 
sahnelerden biri karşısındayız. Burada vasıflandırma ile 
konuşma bir aradadır. Önce hikâye tarzında yürüyor, 
sonra konuşma tarzjna geçiyor, tekrar ifade 
değiştiriyor. Olaylar, manzaralar arasına zaman zaman 
talikler giriyor. Bu tıpkı reklâmlarda, gösteri alanların da 
spikerlerin piyesin asıl maksadım izah etmelerine 
benzer. Bu suretle sahne, hayatın bütün veçhelerini 
içine alır. 


222 




Biz Öldükten, toprak ve kemik olduktan sonra mı, 
biz mi diriltileceğiz? Evvelki babalarımız mı?» diyenleri 
redd için gelmiştir. Önce bu söz şöyle reddediliyor: 

De ki evet, siz dahirsiniz.» Yani zilletle boyun büküp 
olacaksınız. Böyle dendikten sonra uzun arz başlıyor: 

O ancak şiddetli bir çığlıktan ibarettir. Hemen 
bakıp kalırlar.» işte böyle yıldırım gibi, bir çığlığı 
kaphyacak kadar bir zaman içinde her şey oluyor. 
Burada sayhaya zecre deniyor. .Ayrı bir şiddet çeşidi 
göstersin ve sayhayı çıkaranın yüceliğine delâlet etsin 
diye. O, her şeyi kuşatmıştır. Birden bu çığlık saldırınca 
aniden bakıgıp duruyorlar. Ve şaşırmış bağırıyorlar: 

Vay bize bu ceza günü.» Onlar bu şaşkınlıkları 
içinde bocalarken ummadıkları yerden bir ses onların 
basma yıldırım gibi iniyor: 

:Bu, yalanlamakta olduğunuz hüküm günüdür!» 

Bu suretle temat haberden hitaba intikal ediyor. 
Din gününü yalanlıyanlara hitabediliyor. Bu hitap, sert 
ve kesin bir başa vurmadan ibarettir. Sonra hitap, bu işi 
infhz ile görevli olanlara yöneliyor: «Zulmedenleri ve 
zevcelerini ve Allah'tan başka taptıklarım bir araya 
toplayın, onları cehennem yoluna sürün. Ve onlun 


223 





(orada) durdurun. Çünkü onlara sorulacaktır.» Bu 
emirde kesinlik yanında «Onları cehennem yoluna sü¬ 
rün.» ifadesinde açık bir alay da vardır. Ne tuhaf bir 
hidayet (sevk etme) ki dalâlet bundan hayırlı! Madem 
ki onlar dünyada doğru yolu bulmadılar, ona 
gelmediler, o halde âhirette cehîm yolunu bulsunlar. 

işte emir yerine getirildi. Cehenneme sevk edildiler 
ve sorguya hazır vazıyette durduruldular. Tam bu 
halde soru şeklinde ve alaylı bir tarzda bir hitap 
kendilerine çevrildi: 

Nigin yardımlaşmıyorsunuz?» Neden birbirinize 
yardım etmiyorsunuz? İşte hepiniz buradasınız? 
Taptıklarınız da beraber. Tabii cevap yok. Başlar öne 
eğik yüzler kızarmış. 

Burada gösterinin asıl mak3adını belirten bir talik 
geliyor: 

Hayır, onlar o gün teslim olacaklardır!» 

Sonra başka bir hikâye bağlıyor. Burada 
cehennemdekile-rin birbirleriyle mücadelelerini 
görüyoruz: «Birbirlerine döndüler, soruyorlar. Dediler ki: 
Siz bize sağdan gelirdiniz. Yani sağ tarafımızdan 
sokulur, vesvese verirdiniz. Genellikle gizli şeyler, sağ 


224 



taraftan sokularak kulağa fısıldanır. Onun için «Siz bize 
sağdan gelirdiniz.» diyor. İşte o iğvanız dolayısiyle bu 
hale düştük. Bizim bu durumumuzdan siz sorumlusunuz. 
Tabu derhal ittiham edilenler, kendilerini temize 
çıkarmak- ve suçu üzerlerinden atmak çabasına 
düşüyorlar: «Dediler: Hayır, zaten siz inanıcı değildiniz. 
(Siz kendi linetinizle imandan çevrildiniz), yoksa bizim 
sizi mecbur edecek, fikrimizi zorla kabul ettirecek bir 
gücümüz yok. Siz kendiniz azgın bir kavim idiniz.» İman 
kalblerinize geçmiyordu. İyinin ve kötünün sınırı eize 
belirtilmişti. O şuurda durmuyordunuz. «Muhakkak biz 
Rabbımızin azabım hak ettik, tadacağız.» Bu azabı 
azgınlığımızla hak ettik. «Biz azdığımız için sizi de 
azdırdık.» Siz de zaten azmağa kabiliyetli imişsiniz, bize 
uydunuz, azdınız. Yoksa biz size zor kullanmadık. Zor 
kullanacak gücümüz de yoktu. O halde biz sizden 
sorumlu değiliz. 

Burada başka bir ta'lik cümlesi geliyor. Sanki bu 
ta'li. hepsine bulundukları halin gerekçelerini ve 
sebeplerini açıklı yan bir hüküm mesabesindedir." 

Onlar o gün azapta ortaktırlar. Biz suçlulara böyle 
yaparız. Zira onlara «Allah'tan başka ilâh yoktur» 


225 





denildiği zaman Mbrederlerdi. Ve «Biz bir deli şair için 
ilâhlarımızı mı terk edeceğiz?» derlerdi.» 

Talikin sonu şu şekilde mükezziplere çevrilerek 
tamamlanıyor: 

Hayır, (o, ne şairdi, ne deli idi), o gerçeği getirmiş 
ve peygamberleri de tasdik etmişti. Onlar (kibirlerinden 
dolayıj can yakan azabı tadacaklardır. Siz başka bir 
şeyle değil, ancak yaptığınız işlerle cezalanıyorsunuz. 
Yalnız Allah'ın halis kulları müstesna (onlar ceza 
görmiyeceklerdir).» 

Talik bu hitaba ulaşıp Allah'ın halis kullarının da 
zikri geçince bu defa halis kulların karşılaşacağı 
nimetleri arza başlıyor. Bu nimetler, manevi ve maddî 
nimetlerdir. Ruh da faydalanır, his de faydalanır 
bunlardan. Önce onlar, Allah'ın halis kulları (manevi bir 
nimet). Allah'ın halis kulları olmak, ne ikram, ne şeref! 
Ve onlar Allah'ın indinde ikram ediliyorlar, 
ağırlanıyorlar. Ni'metîerin en yücesidir bu. Bunun 
yanında onlara maddî nimetler de var: «Fevakih: 
meyvalar», «Surur: tahtlar» ve tam bir konfor. Sonra: 

Kaynağmdan doldurulmuş bembeyaz, içenlere 
lezzet veren bir gaile vermiyen, başdöndürmiyen, 


226 



bıktırmıyan içki dolu kadehlerle (hizmetçiler taraf 
nidan) çevrelerinde dolaşılır.» En güzel evsafta şarap 
budur. Şarap zevkini verir ama baş dönmesi yapmaz, 
aklı da gidermez, yanlarında da gözlerini yalnız 
kocalarına dikmiş İnler var.» Eşlerinden bagkasma 
bakmıyan huriler, gözlü ve eller değmemiş 

Saklı yumurta gibi», eller ve gözler değip 
örselenmemiş. 

Hikâye devam ediyor, bu kadar nimete gark olan 
Allah' m bu halis kulları, gayet serin kanlı, sükûnet 
içerisinde maziyi ve hali konuşuyorlar. Suçluların 
şiddetle birbirlerine çatmalarına mukabil bunlar gayet 
mülayim, tatlı tatlı konuşuyorlar. Tablolarda tam 
tekabül. îşte içlerinden biri arkadaşlarına hayatından 
bir parça anlatıyor: Kendisinin bir arkadaşı âhireti 
yalanlardı. Kendisine derdi ki: 

Sen de mi tasdik edenlerdensin? Biz Ölüp toprak 
ve kemik duktan sonra mı, biz mi ceza göreceğiz?» İşte 
o arkadaşı, dükten sonra dirilmeğe ve ceza görmeğe 
inandığı için kendi ni böyle ayıplardı. 

Hatırına gelmiş iken arkadaşının sonu ne oldu diye 
merak ediyor. Öğrenmek istiyor. Tabii cehenneme 


227 



gitmiş olmasını taiı min ediyor. Durup bakıyor, 
arkadaşlarının gözlerini de baktığı tarafa çeviriyor: 

Dedi: Bakarmısınız?» Sonra arkadaşı gözüne ilişiyor. 
Bak yor ki evet sandığı gibi: 

Baktı, onu cehennemin ortasında gördü.» 

0 zaman dostlarını koyuyor da cehennemin 
ortasında bulduğu o eski arkadaşına diyor ki: Ey 
adam, sen vesveselerinle az daha beni de 
alçaltacaktın. Ne ise Allah bana lütfetti de seni 
dinlemedim, yoksa ben de gitmiştim: 

Dedi ki: Tallahi sen az daha alçaîtacaktiH. Eğer 
nimeti olmasaydı ben de buraya getirilmişlerden olur¬ 
dum.» Sonra dünyada söylemiş olduğu sözleri onur, 
başına vuruyor: 

Nasıl biz ilk ölümümüzden başka Ölmiyecek ve 
azap gör-miyecek mi imişiz?» Ey meş'um arkadaş, nasıl 
srnin dediğin gibi mi? 

Yine burada gayeyi ruhlara perçinleyecek bit 
talik: 

İşte bu, büyük kurtuluştur, çalışanlar bunun için 
çalışsınlar,» 


228 




Bu talikten sonra göz, bu kurtuluşun, bu büyük 
nimetin karşısındaki tabloya, mükezziplerin 
yaslanacağı azap tablosuna gevriliyor. Bu iki hal 
arasındaki muvazene, tam uygun zamanında 
yapılıyor. Ve bu muvazene, zecre-i vahide'den sonraki 
ilk sahnede gösterilen hesap sahnesini müteakip 
başlayan azabın manasını daha mükemmel bir şekilde 
ediyor. 

Şu Zekkum ağacıdır. Bu ağaç, başka bir sahnede 
de geçmişti. Fakat burada Zekkum ağacının bazı 
vasıfları belirtiliyor ki bunu dinleyiciler bilmiyorlardı: 

O, cehennemin dibinde biten bir ağaçtır.» Ne 
acaip ki cehennemin dibinde bitiyor da yanmıyor 
Çünkü o da nem cinsindendir. Daha çok açıklama 
var, bakdirler: 

:Tomureuklan şeytanların başlan gibi.» Ey okuyucu 
şeytanların başları nasıldır biliyor musun?! Evet! İnsan, 
muhayyilesinde şeytani canlandırır. Kendince ona bir 
suret verir. Bu tahayyül edilen şey, insan ruhuna korku 
salar, insan o başı tasavvur ettikçe ürperir, 
cehenneme inenler, bu ağacın tomurcuklarını yiye¬ 
ceklerdir. Şeytanların başlarım yiyeceklerdir: 


229 



Çünkü onlar ondan yiyecekler ve kannini 
dolduracakla dır.» Boğazlan yanar, karınlan ağrır, 
içlerindeki yangını, alşi söndürmek için soğuk içki 
ararlar sıcak sudan başkasını blarvıaziar, bunu 
içecekler ondan sonra cehennemin azabına dûçar 

olurlar, üoi 

Lokman Suresi un 

1- «Onlan azıcık yaşatırız, sonra kaba bir azaba 
duçar kılarız.» 

2 - Ey insanlar, Rabbınızdan ittika edin ve şu 
günden korkun ki baba çocuğundan ceza görmez, 
çocuk da babasının cezasından bir şey çekmez.» 

1- Azabın kaba diye vasfı, manevî bir tecsimdir, 
manen onu cisimlendirmektir ki bu, azabın niteliğini 
görülür bir şekilde göz önüne getiriyor.'Bunun Kur'anda 
benzerleri çoktur. Bu, kitapta arz etmeğe çalıştığımız 
kıyamet sahnelerinden değildir. Ancak azabın 
mücessem bir şekli vardır burada. Bu şekilde tecsîmi, 
azabın ruhtaki tesirini daha da artırır. 

2 - ikinci tabloyu, kelimelerin satırlar araşma saldığı 
gölgeler resmetmektedir. İfadenin saldığı bu gölgeleri 
ruh görmektedir. Az daha duyular da görecek gibidir. 


230 




Bu, öyle bir hal ki insanlar arasındaki bütün bağlar 
çözülüyor, akrabalar, dostlar arasındaki dayanışma 
kalkıyor. Dayanışmanın en ilerisi baba ile oğul arasında 
olur. Ama o mutlak adalet, ne baba ile oğul arasında, 
ne de diğer akraba ve dost arasında dayanışma 
tanımıyor. Demek adalet mutlaktır, mes'uliyetler sınır¬ 
lıdır. Herkes kendi günahından sorumludur. Durum çok 
çetindir. Günün esas vasfını söylemeden, o günü 
böyle dolaylı olarak tavsif etmesi, onu daha korkulu bir 
hale getirmektedir. Korkuyu nefis, tam bir şekilde 
tasavvur ediyor. Baba ile oğul arasındaki o sağlam 
bağların dahi çözüldüğü gün, elbette gayet çetin, 
pek güç bir gündür. ü2i 

Seher Suuestu^ı 

1- «Yakalanıp Rablarının huzuruna durduruldukları 
man o zalimleri bir görsen: Zayıf görülenler o büyüklük 
tasai yanlara der (ler) ki: «Siz olmasaydınız biz 
inanırdık.» Büyükj liik tashyanlar da zayıf görülenlere 
der (lerkî: «Size nida yet geldikten sonra sizi Mdayetten 
biz mi çevirdik? Hayır, ten siz kendiniz mücrimdiniz.» 
Zayıf görülenler, kibredenle cevaben der ki: «Hayır, 
gece gündüz dolap (kurar, sğva verir diniz) Allah'ı inkâr 


231 




etmemizi, O'na menend koşmamızı emri derdiniz.» 
(Böyle alışırlarken) azabı gördüklerinde içlerinde; 
pişmanlık gizlerler, tnkâr edenlerin boyunlarına ağlâl 
koyduk, Yaptıklarından başkasiyle mi cezalanıyorlar?» 

2 - «O gün onları hep toplar, sonra meleklere der 
ki| «Bunlar size mi tapıyorlardı?» Derler ki: «Sen 
münezzehsin!! Bizim velimiz onlar değil, sensin. Hayır, 
onlar (bize değil) cinlere tapıyorlardı, çoğu onlara 
inanmıştı.» O gün biriniz diğerinize ne bir fayda, ne de 
bir zarar vermeğe kadir değilsiz. V» biz zulmedenlere: 
«Yalanlamakta olduğunuz ateş azabını deriz.» 

3 - «O telâşa düştükleri zaman bir görsen, hiç 
kaçamak yoktur, yakın yerden yakalanmışlardır. «Ona 
inandık» demek tedirier ama onlar için iffiak yerden 
almak nasıl mümkün olur? Halbuki daha önce onu 
inkâr etmişlerdi. Uzak yerden gaybet atıyorlardı. Artık 
kendileriyle arzu ettikleri şey araşma 

çekilmiştir, tıpkı bundan önce benzerlerine 
yapıldığı gibi. Çünkü onlar, işkilli tir şüphe içinde 
bulunuyorlardı.» 

Birinci sahne sapkınlardan tabilerle metbu'lar ara¬ 
sında geçen tartışma, çekişme sahneşidir. Bunun 


232 



benzerleri önce geçmişti. Burada yeni olan husus, ilk 
defa tabilerden 

:Zayıf görülenler, zayrflatilanlar» metbu'lardan di.: 

:Büyüklük tasliyanlar» diye bahsedilmesidir. 
Tartjşmada da ayrı bir renk vardır. Zayıflatıl anlar kesin 
olarak inanıyorlar ki kibredenler olmasaydı kendileri 
inanırlardı. Kibredenler de onları tezlîl ediyor, suçu 
kendilerinden atıyorlar: 

Size hidayet geldikten sonra sizi hidayetten biz mi 
çevirdik?» 

Sonra da onlara ağır bir hakarette bulunuyorlar: 

Zaten siz suçlu idiniz.» O zaman zayıf görülenler, 
ağızlarını açıp gözlerini yumuyorlar. Daha sert ve 
cesaretle günahlarını, onların gece gündüz kendilerine 
iğva vermelerine bağlıyorlar.. Onların tuzakları, Allah'a 
şerikler koşmayı emretmeleri yüzünden bu hale 
düştüklerini söylüyorlar. 

Ama bütün bunların faydasjzhğmı bildiklerinden 
pişmanlık ve hasretlerini içlerinde gizliyorlar ve derin bir 
umutsuzluk içinde âkibetlerine teslim oluyorlar. 


233 




Bu tartışma, hepsinin boyunlarına tomrukların 
konmasiy-le bitiyor. Hepsi de kâfir olduğu için 
boyunlarına tomruklar. 

konmuştur. Sahne bu ilâveyi taşıyor. Bunu 
söyledikten sonra hikâye üslûbundan, soru tarzında bir 
ta'lîka geçiyor: 

Yalnız yaptıkları amel ile cezalanmıyorlar mı?»îşte 
bu ta'li sahneyi hazır hale, dinleyicileri de seyirciler 
haline getiriyor. Şimdi her şey göz önünde cereyan 
ediyor hissini uyandırıyor. İkinci sahnede haşr 
meydanında melekler bulunmakr tadır. Haşr 
meydanında olan herkesin görüp işiteceği bir yer den 
bir hitap geliyor onlara: 

:Bunlar size mi tapıyorlardı?» Allah biliyor onlara 
tapmadık larmı ama herkesin önünde puta taponlan 
rezil rüsvay etmel için bu soruyu soruyor. Melekler bu 
günahtan masum oldukla) rını, Allah'ı ortaktan tenzih 
ettiklerini söylüyorlar: 

Dediler İd: Seni tenzih ederiz, bizim velimiz sensin. 
Onlardan sana sığınırız. Onlar cinlere tapıyorlardı. 
Çoğu onlara inanıyordu.» 


234 




Utandırma tamamlanmış, teşhir gerçekleşmiştir. 
Ve o zaman sanıkların karşısuıda şu hüküm sadir 
oluyor: 

Bugün hiçbiriniz diğerinize ne bir faide, ne de bir 
zarar vermece kadir değildir. Zulmedenlere deriz ki: 
Yalanlamakta olduğunuz azabı tadın.» Üçüncü 
sahneye gelince bu sahnenin şimdiye kadar benzeri 
hiç geçmemiştir. Hareket, şiddet, cezbe ve hayatla 
.dolu bir sahnedir. İçindeki şu hareketler sebebiyle 
sahne, hayat dolup taşmaktadır: 

îşte görüyorsun adamlar şaşırıp kalmışlar. Kaçmak, 
atlatmak istiyorlar ama 

Kaçamak yok,» Kaytarmak mümkün değil. Zira 
tutulmuşlar 

Yakın bir yerden yaftalanmışlar.» Teslim olmaktan. 

Ona inandık» demekten başka çare 
bulamamışlar. Bu telâş ve kaytarma çabası içerisinde 
iken yakalananca hemen imana koşmakla onlar, 
sanki imanı birden sıçrayıp almak, kapmak istemiş gibi 
bir durumdadırlar. Ama iman artık o kadar yüksek, 
uzak bir yerdedir ki ne kadar sıçrasalar elleri ona yetiş¬ 
mez: 


235 



Uzak yerden nasıl (uzanıp) alacaklar?» Tenavüş, 
almak de mektir ama zorlana zorlana sıçrayıp tırmanıp 
almaktır. Kelime, çıkardığı sesle bu hareketi tamamen 
canladırmıştır. Onlar için bu nasıl mümkün olur: 

Oysa daha önce onu inkâr etmişlerdi?» gözden az 
uzak olan gaybi görmeden taşlıyorlardı. Kesin olarak 
inkâr ediyorlar, bilmedikleri meçhule, azıcık inanma 
payı olsun bırakmıyorlardı. Tamamen inkâr ediyorlardı: 

üzaktan gaybe taş atıyorlardı.» Hallerini, azabı hak 
ettikleri tutumlarmı açıklıyan bu parantez* içindeki 
talikten sonra sahne şöyle tamamlanıyor, iş işten 
geçtikten sonra inanarak kurtulma, kaçma, kaytarma 
arzuları ile kendileri araşma perde çekildi: 

Daha önceki taraftarlarına yapıldığı gibi, 
kendileriyle ladıklan şey arasına perde çekildi.» Baştan 
sona bütün yali layıcılar için mukarrer cezadır bu: 
Çünkü onlar, işkilli bir şüphe içindedirler.» ihl 
Ğafir Suresi usı 

tasadan yutkunacakları kıyamet günü ile uyar. (O 
gün) zalimlerin ne bir dost», ne de dinlenecek bir 
şefaatçileri yoktur.» 


236 



2 - «Ey kavmim, ben o âh-ü figan gününden 
korkuyorum. O gün arkanızı dönün kaçmak istersiniz 
ama sizi Allah' m azabından kimse kurtaramaz.» 

3 - «Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken zayıf 
olanlar, büyüklük taslıyanlara der ki: «Biz size uymuştuk. 
Şimdi siz ateşin en ufak bir parçasını bizden savabilir 
misiniz?» Büyüklük tashyanlar da der ki: «Hepimiz de 
onun içindeyiz. Allah, kullar arasında (böyle) hüküm 
verdi!» Ateştekiler cehennemin bekçilerine der ki: «(ne 
olur) Rabbınıza dua edin de hiç değilse bir gün 
azabımızı hafifletsin!» Bekçiler: «Size elçiler delillerle 
gelmez miydi?» dediler. «Evet» diye cevap verdiler. 
Bekçiler: «O halde kendiniz yalvann» dediler. Kâfirlerin 
yalvarışı da. sapıklıktadır (boşa gider)! Doğrusu biz, 
elçilerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve 
şahidlerin kalkıp şehadet edeceği günde yardım 
ederiz, O günde zalimlere mazeretleri fayda vermez. 
Lanet onlaradır, kötü ev de onlaradır.» 

4 - «Kitabı ve peygamberlerimizle 
gönderdiklerimizi, ya-lanhyanlar yakında elbette 
bileceklerdir. Boyunlarında demir halkalar ve zincirler 
olduğu halde kaynar suya sürülürler, sonra ateşte 


237 




yakılırlar. Sonra onlara denir: «Allah'tan başka taptığınız 
putlar nerede?» Derler ki: «Bizden kayboldular. Hayır, 
biz zaten Önceleri hiçbir şeye yalvarmıyorduk.» işte 
Allah, inkar edenleri böyle saptırır.» 

1- Birinci sahne, «Âzife» sahneaidir. Âzife, kıyamet 
günüdür. Kıyamet sür'atli bir olay şeklinde tasvir 
edilmiştir: Göğüsler daralmış, soluklar tutulmuş, sıkıntı o 
dereceye varmış ki sanki kalbler yerinden kopup 
boğaza düğümlenmiş, insan bunalmış kalmıştır. 

Bütün bu sıkıntı içerisinde zalimlere el uzatan; 
boğazlarını sıkan, soluklarını tıkayan şu darlığı biraz 
hafifletip biraz onlara nefes aldıracak tek bir dostlan 
yok. Onları bu musibetten kurtaracak, bu belâyı 
onların üzerlerinden atacak sözü dinlenir bir şefaatçileri 
yok. Bu sıkıntı ve yalnızlık içerisinde ihmal edilmiş, kendi 
başlarına bırakılmışlardır. Bütün bu çetin ahval, 
resimlerle dolu, gölgelerle haleli birkaç kelime ile tasvir 
edilmiştir. 

2 - İkinci sahne, bütün, kıyamet sahneleri içerisinde 
tek sahnedir. Tik defa burada diriltilip mahşere sevk 
edilenlerden bir cemaati görüyoruz ki kendilerine 
seslenildiği zaman kaçmağa çabalıyorlar. Gerçi bu 


238 




kaçış, kendilerine bir fayda sağlamıyor. Onları 
Allah'tan alıp kurtaraoak kimse yoktur ama onların 
halini tasvir bakımından ifade önemlidir. 

Biraz önce temas ettiğimiz : 

Bir görsen onları şaşmışlar, kurtuluş yok, yalan bir 
yerden yakalanmışla*!» sahnesi de tek sahne idi. 
Bunun onunla benzerliği vardır ama orada yalnız 
şaşkınlık vardı ve bu şaşkınlığı müteakip 
yakalanıyorlardı. Burada ise fi'len arkaya dönüp 
kaçıyorlar ve kaçtıktan sonra yakalanıyorlar. 

3 - Üçüncü sahne, büyüklük taslıyanlarla zayıflar 
arasında geçen tartışma sahnesidir. Bu kabil sahneler 
daha Önce de geçmişti. Fakat buradaki sahne onların 
tekrarı değildir. Bu sahnede tafsilât bakımından tazelik 
vardır: 

Burada zayıflar, kuvvetlilerden, kendilerine olan 
borçlarını ödemelerini, çektikleri şu azaptan bir parça 
yüklenerek a.zabı biraz hafifletmelerini istiyorlar: 

:Bİz size tabi idik, şimdi bizden biraz ateş savar 
mısınız?» diyorlar, içinde iğneleme bulunan bu soruya 
kuvvetliler karşı koyuyorlar. Kendilerini son derece 
azap ile yüklü buluyorlar. Artık bir de zayıfların en ufak 


239 



azabını yüklenmelerine imkân yok. Bunun için Öyle bir 
cevap veriyorlar ki solukları tıkar: 

:Hepimiz de onun içindeyiz.» Peşinden de her işi 
Allah'a havale edip ululanma ve kibirlenme 
sıfatlarından soyuluyorlar. Zayıflar onları büyük 
gördüğünden biraz azap yüklenmelerini istemişlerdi. 
Bu inançlarından artık dönerek bu büyüklerin aslında 
diğer insanlar gibi kul olduklarını söylüyorlar: 

Allah, kullar orasında hükmetti!» 

Sonra her iki zümre de cehennemin bekçilerine 
dönüp yalvarıyorlar. Allah indinde kendileri için 
şefaatte bulunup yalvararak hiç değilse bir gün için şu 
azabın hafifletilmesini rica ediyorlar. 

Ama bekçiler hadlerini bilen kimselerdir. Ve bu 
ateşte yananların mazilerini de biliyorlar. Bu hal, onların 
istiğfarına cesaret vermiyor: 

Dediler: Size peygamberleriniz delillerle gelmezler 
miydi?» 

Bu bir azarlama ve hatırlatma sorusudur: 

Dediler: Evet gelirlerdi.»» O zaman bekçiler 
onlardan el çekiyorlar, alaylı ve hakaretiz bir tarzda 
onları umutsuzluğa terk ediyorlar. Boş yere 


240 



uğraşmanın, yalvarmanın faydası olmiya-cağım 
söylüyorlar halde yalvann, dediler.» 

Ve bu duâ üzerine perde arkasından bir ta'lik 
işitiyoruz: 

Kâfirîerin duası boşunadır.» Bu haktır ve Allah'ın 
adaletine uygundur: 

Biz peygamberlerimize ve iman edenlere hem 
dünya hayatında, hem de şahidlerin kalkacağı 
(şebadette bulunacağı) günde yardım ederiz. O gün 
zalimlere mazeretleri fayda vermez, lanet onlaradır, 
evin kötüsü de onlaradır.» Ateş ehlinin halini görüp 
evlerin en kötüsünün onların olduğunu anladığımız 
gibi. 

4 - Dördüncü sahne boyunlarına halkaların, 
ayaklara zincirlerin vurulduğu sahnedir. Cehenneme 
sürüklenme ve ateşte yakılma sahnesidir. Secru'l- 
kelb'den gelir. Secr köpeğin boynuna sacuru 
(tasmayı) takıp şiddetle çekip götürmek demektir. 
Bunların da boyunlarına zincirler vurulup şiddetle ce¬ 
henneme sürükleniyorlar. Sonra azar başlıyor: 

:Bizden kayboldular.» Bundan daha enteresanı da 
Zaten biz daha önce hiçbir şeye tapmazmişız!»îbadet 


241 





ettiklerimiz hiçbirşey değilmiş. Ve perde arkasından bir 
ta'lîk: üü 

Zümer Süresi uzı 

1- «De ki: «Asıl hüsrana-düdenler, kıyamet günü 
hem kendilerini, hem de ailelerini ziyana uğratanlardır. 
Evet, odur işte açık hüsran. Üstlerinden ateşten 
gölgeler, altlarından da gölgeler vardır orada. İşte 
Allah'ın, kullarını korkuttuğu şey odur. Ey kullarım, 
hesıden korunun. 

«Fakat Halılarından konulanlar için üst üste 
yapılmış, athırmdun ırmaklar akan cennetler vardır.» 

2 - «Kıyamet günü o kötü azaptım korunmağa nın 
hali nice olur? Zalimlere «Tadın, kazandığınızın tadım» 
denir. 

3 - Kıyamet güttü Allah'a karşı yalan uyduranların 
yüzlerinin simsiyah kesildiğini görürsün. Cehennemde 
değil mi kibirlenenlerin durağı? Allah, sakınanları 
başanlariyle kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz ve 
onlar mahzun da olmazlar.» 

4 - «Allah'ı gereği gibi bilemediler. Halbuki kıyamet 
günü arz, tamamen O'nun avucu içindedir. Gökler de 


242 




sağ elinde durulmuştur. O, münezzeh ve şirk 
koştuklarından yücedir.» 

«Sûr'a üflendi, göklerde ve yerde olanlar hep ölüp 
düştüler. Ancak Allah'ın dilediği müstesna. Sonra ona 
tekrar üflendi. Birden onlar ayakta bakışıyorlar. Arz, 
Kabbmın miriyle parladı. Kitap kondu, peygamberler 
ve şahidler getirildi (ler) Aralarında hak ile hükmedildi. 
Onlar zulmedilmezler. Herkese amelinin karşılığı verildi. 
O, onların ne yaptıklarım en iyi bilir.» 

«İnkar edenler, bölük bölük cehenneme 
sürüldüler. Oraya geldikleri zaman cehennemin 
kapılan açıldı, cehennemin bekçileri onlara şöyle 
dedi: «Size kendi aranızdan, Rabbmızm âyetlerini size 
okuyan ve sizi bugününüzle karşılaşacağınız hakkında 
uyaran elçiler gelmedi nü?» «Evet, geldi dediler, ama 
inkâr edenlere asap sözü gerçekleşti!» Denildi: 
«Cehennemin kapılarından girin, orada ebedi 
kalacaksınız. Kibirle-nenlerin durağı ne kötüdür!» 

«KaManndan korkanlar, bölük bölük cennete sevk 
edildiler. Oraya varıp da kapılan açıldığında bekçileri 
onlara: «Selâm size, hoş oldunuz, ebedi olarak oraya 
giriniz!» dediler. Onlar: «Bize verdiği sözü yerine getiren 


243 




ve bizi dilediğimiz yerde oturacağımız bu cennet 
yurduna koyan Allah'a hamdol-«iıı. Çalışanların 
mükâfatı ne güzelmiş!» dediler.» 

«Melekleri görürsün İd Arş'ın etrafını çevirmiş 
oldukları balde Rablarım hamd ile teşbih ederler. 
Aralarında hak ile hükmedilmiştir. «Hamd, âlemlerin 
Eabbına mahsustnildi.» 

1- Birinci sahne, Kur'an tasvirindeki bedîî 
sanat'sergilerinden bir sergidir. Rablarının âyetlerini 
yalanlıyanlar için gölgeler var. Ama ateşte gölgeler. 
Hani o Yahmum'dan olan gölge, üq dallı olup gölge 
vermiyen, ateşten de korumıyan gölge cinsinden bir 
gölge. Bu gölgeler onları hem üstlerinden, hem 
altlarından sarmıştır! Ateşten değil mi? Ateş de onları 
altlarından ve üstlerinden sarar! 

Rablanndan korkanlara gelince, onlar için 
ateşten gölgeler yerine yapılmış köşkler var. Bu 
köşklerin üstünde de aynı şekilde köşkler 
bulunmaktadır. Altlarında da ırmaklar akmaktadır. 
Sahne, gölgeler ve bunun karşısında bulunan köşkler 
ve ırmaklarla uyuml anmış tır. İkisi arasında tür 


244 



bakımından büyük fark var ama manzaradaki birlik 
bakımından Kur'an-daki ahenk Özelliği mevcuttur. 

2 - ikinci sahne, cehennemliklerden birinin, benzeri 
bu-lunmıyan bir halini çizmektedir: Bu adam' elleriyle, 
ayaklariyla ateşi kendinden savamıyor da yüziyle 
savmağa çalışıyor! Halbuki insan diğer uzuvlariyle 
yüzünü korur. Âdet böyledir. Bu hal, acz, şaşkınlık ve 
ızdıraptan doğan korkunç, bir haldir. 

3 - Üçüncü sahnede Allah'a yalan söyliyenlerin 
yüzleri siyah bir renkle boyanmıştır. Herhalde bu yüz 
üstü kalma ve rahk siyahlığıdır. Korunanlar ise, 
başanlariyle kurtulmuşlardır. Bu kurtuluş, kendilerine 
taksim edilen başarının bir neticesidir. Yüzlerin simsiyah 
kesileceği bu günde sırf kurtuluş, haddi zatında büyük 
bir basandır. Bu tür tasvirden, daha önce de söz 
edilmişti. 

4 - Şimdi dördüncü sahneyi özetliyelim: Bu sahne, 
parlak bir sahnedir. Önce hareketli başlıyor. Sonra 
yavaşlıyor, nihayet her hareket sakinleşiyor ve her ses 
kesilij'or ve bütün arz sahasını derin bir sessizlik, sükûn 
ve huşu kaplıyor. 


245 




İşte Arz sahibi, bütün Arz, O'nun celâl kabzasında 
ve bütün gökler sağ elinde durulmuş, (Bu hissi cûşa 
getiren, tasvirinden hayali âciz bırakan bîr manzaradır. 
Tenzih ve tecride son derece düşkün olan Kur'an, 
burada sahneyi görülür hale getirmek, hissi uyarmak, 
ruha tesir etmek için tahyîl ve iec-sîm usulünü 
kullanmıştır.) Ve işte birinci na'ra yükseliyor. Yer 
yüzünde ve göklerde bulunan bütün canhlar düşüp 
ölüyorlar. Ne kadar zaman geçti bilmiyoruz, ikinci na'ra 
yükseliyor: 

Birden hepsi kalkıp bakışıyorlar.» 

Artık bir gürültü patırtı olmadan, üçüncü bir sahne 
zikredilmeden bütün yaratıklar toplanıyorlar. t§te bu 
sahnede her şey sakin ve her şey sükûnet içinde 
hareket ediyor. Bu hal, baştan sona bütün sahnenin 
havasında bir ahenk bir düzen temin etmek içindir. 
Rabbımn arşını burada melekler tavaf ediyorlar. Sessiz, 
çünkü bu makama gürültü yakışmaz. 

Arz Rabbımn nuriyle parlamıştır.» Gösterinin 
tamamlandığı alanın toprağı, sakin bir nur ile, 
«Rabbınm nuriyle» aydınlanmıştır. O kadar ki az daha 
orası aydınlıktan çatlar hale gelmiştir. «Peygamberler 


246 




ve sahîdler getirilmiştir.» Bütün çekişmeler, tartışmalar 
özellikle bu sahnede katlanıp kaldırılmıştır. «Ara'srmda 
hak iîe hükmedilmiştir. Onlar zulmedilmezler. Her nefse 
karşılığı Ödenmiştir. O onların yaptıklarım pn iyi 
bilendir.» Söylenecek tek kelimeye, yükselecek tek 
söze bile ihtiyaç yoktur. îşte hesap ameliyesi burada 
böyle güzellik kazanıyor. Çünkü makam, heybet ve 
celâl makamıdır. Hesap tamamlanıp gidilecek yer belli 
olduktan sonra her fırka kendi yerine sevk ediliyor: 
«İnkâredenler bölük bölük cehenneme sevk edildiler.» 
Oraya geldiklerinde uzaktan cehennemin bekçileri 
onları karşılıyor ve onlara burayı hak ettiklerini 
hatırlatan sözler söylüyorlar: 

Size Babbınızm âyetlerini okuyan, ve sizi 
bugününüzle Karşılaşacağınız hususunda uyaran kendi 
aranızdan peygamberler gelmedi mi?» «Dediler: Evet 
geldi ama kâfirlere azap sözü gerçekleşti.» Burası 
anlayış, itiraf ve teslim yeridir. 

Denildi: Temelli kalmak üzere cehennemin 
kapılarından girin. Kibirlenenlerin yeri ne kötü imiş!» 

Rablarından korkanlar da o şekilde cennete 
tevcih edilmişlerdir. Oraya geldiklerinde cennetin 


247 




bekçileri onları selâm ve övgü ile karşılıyorlar: «Selâm 
size, hoş oldunuz, oraya ebedî olarak giriniz.» Ve 
cennet ehlinin sesleri hamd ve duâ ile tatlı tatlı 
yükseliyor: 

:Bize verdiği sözü yerine getiren ve bizi istediğimiz 
yerde oturacağımız bu cennet yurduna»okan Allah'a 
hamdolsun.» 

Ye sahne, bütün sahnenin havasına uyan, ruha ve 
hisse Allah'ın celâl ve azametinin korkusunu ve 
ürpertisini atan ve sahneyi en güzel bir şekilde 
kapatan bir ifade ile bitiyor: 

Melekleri görürsün ki Arşın etrafında tavaf ederek 
Rablan-m hamd ile teşbih ederler. Aralarında hak ile 
hükmedihnistir «Hamd alenilerin Kalıbına mahsustun) 
denilir.» 

Sure bitince perde kapanır ama gözde hayali 
kalır. His onun tayfları, izleri içinde kalır, hayal arkadan 
onu düşünür. Sahnede hakim olan huzur ve sükûn, 
uzun zaman hayalden gitmez. İnsan o zevk ile tatlı bir 
hayale dalar da gider, üm 


248 




Fussîlet Suresi usı 

1 - «Allah'ın düşmanlan o gün tevkii' olunu» 
cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman 
kulakları, gözleri ve derileri, aleyhlerine yaptıkları şeye 
şehadet ederler. Derilerine derler ki: «Niçin aleyhimize 
sehadet ettiniz?» Onlar da: «Her şeyi konuşturan Allah 
bizi konuşturdu. Sizi önce O yarattı. Tine O'na 
döndürülüyorsunuz.» derler. Siz kulağınız, gözleriniz ve 
derilenizin, aleyhinize şahidlik etmesinden, gizlenme¬ 
diniz. Zannederdiniz ki Allah yaptıklarınızdan çoğunu 
bilmez, işte Rnhbmıza karşı beslediğiniz bu zannınız sizi 
helake sürükledi de hüsrana düşenlerden oldunuz. 
Eğer sabredebilir-lerse ateş kendilerinin durağıdır. Eğer 
hoş tutulmalarını isterlerse artık onlar hoş tutulanlardan 
değildirler. Onların yanına birtakım yardakçılar da 
koyduk da onlara önce ve sonra yaptıklarını süslü 
gösterdiler. Kendilerinden önce geçen cin ve uıs 
milletleri içinde onlara da söz gerçekleşti (onlar da 
Ötekilerin akıbetini hak ettiler). Çünkü hepsi de 
hüsranda kalmışlardır, tnkâr edenler dediler: «Bu 
Kur'an'i dinlemeyin, okunurken gürültü edin, belki galip 
gelirsiniz.» înkâr edenlere şiddetli bir azap taddıraoağız 


249 





ve yaptıklarının en kötüsüyle onları nezalandıracağız. 
Bu, Allah düşmanlarının cezasıdır: Ateş. İnliârlarma 
karşılık orada onlara ebedî kalacakları ev vardır. 
Küfredenler dediler: «Rabbımız, insanlardan ve cinler¬ 
den bizi saptıranları bize göster de onlan ayaklarımızın 
altına alalını, alçaklardan olsunlar!» 

«Onlar ki: (Rabbımız Allah) dediler, sonra doğru 
oldular, işte onlara melekler (şu müjde ile) iner: 
«Korkmayın, üzülmeyin ve size va'dedilen cennet ile 
sevinin. Biz dünya hayatında da âhiret hayatında da 
sîzin dostlanıuziz. Orada size, nefislerinizin çektiği, 
İstediğiniz her şey vardır. Bağışlayıcı, merhamet 
saîübinden bir ağırlama olarak.» 

2 - «O gün (Allah) onlara: «Ortaklarım nerede?» 
diya seslenir. Derler ki: «Sana arz ederiz ki bizden hiçbir 
şahid yoktur (kimse görmedi onları). Daha önce 
yalvardıklan kendilerinden) kaybolmuştur. Ve onlar 
kendileri için hiçbir kaçamak kalmadığını 
anlanuşlardır.» 

Hayvanları, behîmeyi toplar gibi toplama, 
sürülerin başını sonunu toplayıp bir araya getirme gibi 
bir haşr sahnesi 


250 




Bu şekildeki sahne, hasredilenlerin ne derece 
düşük, edilmiş ve değersiz kimseler olduklarım gösterir. 

Oraya geldikleri zaman», zamîr ateşe raei'dir. O 
ateş gibilerini gözetlemektedir: 

Kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları işlerde 
aleyhlerine sehadet etmiştin). Burada sahne 
canlanmakta, hayret ve intibah artmaktadır. Baksana 
uzuvları ve derileri konuşuyor, onlara karşı düşman tavrı 
takınıyor, aleyhlerine şahid durumuna geçiyorlar. 
Halbuki onlar uzuvlaruıdan böyle bir şey hiç 
ummazlardı. Hattâ şu büyük sahnenin seyircileri dahi 
böyle bir şey beklemiyorlardı: 

:Derilerine dediler: Niçin aleyhimize şehadet 
ettiniz?» Belki de derilerin bu sözü söylemelerinin 
sebebi, derinin kendilerine yapışık olması ve derinin 
kulakları gözleri gibi yaptıklarını işitip görmemesidir. 
Derilerin şahidlik etmesi gariptir. Onlar da cevap 
veriyorlar: 

Her şeyi konuşturan Allah bizi konuşturdu.» Ve 
daha sonra 

bu derilerden bir serzeniş yükseliyor: «İlk defa sizi O 
yaratmıştı. İşte O'na döndürülüyorsunuz (Anlamıyor 


251 




musunuz bizi O'nun konuşturduğunu?)» Bu garip 
konuşma ile bu sahne, hayat nabzının çarptığı bir 
sahnedir. 

Birbirleri arasındaki konuşma, kendileriyle; halâ 
vücutlarına bitişik iken adeta onlardan ayrı gibi 
aleyhlerine şehadet eden derileri arasında cereyan 
eden bu konuşma sona erince başlarca bir azar, bir 
ayıplama dökülüyor: 

Ne kulağınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin 
aleyhinize şahitlik etmesinden gizlenmediniz.» Hatırınıza 
biie gelmezdi onların şahidlik etmesi. Yaptığınızı 
yapardınız, uzuvlarınızın, derinizin sizi gözetlediğini 
düşünmezdiniz ki onlardan gizli yapasımz. Onlardan 
gizlenmeğe muktedir değilsiniz! Siz bunu 
beklemiyordunuz. 

Zannederdiniz ki Allah yaptıklarınızdan çoğunu 
bilmez.» Gizli yapıyordunuz, kimse bilmez sanıyordunuz. 
Gözlerden gizlendiniz. Böylece yaptığınız kötülüğün 
gizli kaldığına iyice inandınız. Ama ne yazık ki kendi 
gözlerinizden, kulaklarınızdan ve derilerinizden 
gizlenemediniz. Sizin gizli yaptığınızı sanmanıza kendi 
gözleriniz, kulaklarınız ve derilerinizden nice alaylar 


252 



yükseldi Allah hakkında ne kötü zanda bulundunuz. Bu 
kötü zanda helak olma vardı, bu zan, hüsranın tâ 
kendisi idi: 

İşte Rabbınıza karşı beslediğiniz zan sizi helak etti, 
hüsranda kalanlardan oldunuz.» 

Burada serzeniş, iğneli alay ve kızgınlık sona eriyor. 
Cenab-ı Hak, cehenneme gittiklerini bildiğimiz o 
kimselere sözü getiriyor da diyor ki: 

Eğer sabrederlerse, ateştir onların durağı.» Yerleri 
o 

İster sabretsinler, ister sızlansınlar, çare yok. 

Eğer 'atb isterlerse artık onlar mu'tebînden 
değildirler.» 

Atb durumun düzelmesini istemekten kinayedir. 
Fevt edilenden özür dileme anlamını taşır. Yani 
hallerinin düzeltilmesini isterleıse bu arzuları yerine 
getirilmiyecektir. Sabretseler de; rahat isteseler de yine 
cehennemdedirler. 

Buraya gelince dinleyicilere onların bu duruma 
nasıl düştüklerini anlatmak istiyor. Bu minval üzre siyak 
devam ediyor. Onların, dünyada iken her yaptıklarını 
süslü gösteren, bu suretle kendilerini kötülüklere. 


253 




şehvetlere iten dostlan olduğunu, bu yüzden 
günahkârlara katılmayı hak ettiklerini anlatıyor: 

Kendilerinden önce gecen cin ve insten olan 
milletler içinde. Zira onlar hep hüsranda idiler.» 

Daha sora kâfirlerin, Kur'an'ı dinlemem 
hususundaki sözlerini hikâye ediyor: Kur'an'ı 
dinlemeyin, onda gürültü edin, belki galip gelirsiniz.» 
Ve onları, kendilerini bekliyen, biraz önce tasvir ettiği 
sahnecki azap gibi bir azap ile tehdit ediyor. Söz, inkâr 
edenleri bekliyen azaba gelince hemen bir azap 
sahnesi takdime başlıyor. Azap sanki oluyormuş, hazır, 
karşımızda imiş gibi: Cin- ve ins dostlarının 
süslemelerine uyarak inkâr edenlerin sahnesini 
anlatıyor. Dünyadaki o sevgili dostlarına şimdi kin ve 
ateş püskürenlerin sahnesi: 

İnkâr edenler dediler ki: Rabbımız, cinlerden ve 
insanlardan bizi saptıranları bize göster de onları 
ayaklarımızın altına alalım, alçaklardan olsunlar!» 
Kelimeler, kendilerini bu akıbete sürükliyen arkadaşlara 
karşı kin fışkıran, öfke taşan yüzler çizmektedir. Bu 
insanlar, ellerinden gelse Ötekileri dişleriyle 
çiğniyecekler, çiğ çiğ yiyeceklerdir. 


254 



Bu münasebetle siyak, inananları ve onların, 
meleklerden olan dostlarını da tasvir etmektedir. O 
melekler «Onların dostlandırlan>. Onlar «Onlara 
sevdikleri için yanlarına iniyorlan>, onlara huzur 
veriyorlar, onları hayr ile ve kendilerine va'dedilen 
cennetle müjdeliyorlar. Böyle idiler. Yani böyle 
müjdeliyorlardı. Böyle yapmaktadırlar. Şimdi bizler 
ahirette-yiz. Bu sahne ileride olacak değil, şimdi 
olmaktadır. Dünya geçmiş gerilerde kalmıştır. Böyle idi. 
(İfade tarzına dikkat), işte cennetlikler, orada 
nefislerinin çektiğini yiyorlar. Diledikleri §eyi 
istiyebiliyorlar ve istedikleri her şey derhal tahakkuk 
ediyor, oluyor! 

Surenin sonunda, benzerleri daha önce geçen 
diğer bir sahne gelmektedir: 

O gün onlara: «Ortaklarım nerede?» diye seslenir.» 
Burada taze olan, verilen cevaptır: 

Dediler: Sana arz ederiz İd bizden gören yok.»îzin 
ve bilgiyi sana bıraktık, onlardan hiçbir şey bilmiyoruz. 
Onların yüzünü bile görmedik. Böyle deyip etrafa 
baktılar. Baktılar ki bütün deliller gösteriyor ki bu 
durumdan kaçmak mümkün değil. 


255 




Kendileri için hiçbir kaçamak kalmadığını 
anladılar.» I2Q1 

Şûra Süresi.^u 

1- «Yaptıkları şeyler başlarına gelirken, zalimlerin 
korkudan titrediklerini görürsün, tman edip salih 
ameller işlyenler ise cennet bahçelerindedirler. 
Rablannın huzurunda di lediklerinî alırlar. İşte budur 
büyük lütuf.» 

2 - «Azabı gördükleri zaman zalimleri görürsün, 
derler ki: «Dönecek bir yol yok mudur?» Yine onlan 
görürsün ki aşağılıktan başlan Öne eğilmiş, göz ucuyla 
gizli gizli, bakarken ateşe sunulurlar.» 

«inananlar dediler «Hüsranda olanlar onlardır ki 
kendilerini de, ailelerini de kıyamet gününde hüsran?- 
uğrattılar». îyi bilin ki zalimler sürekli bir azap 
içindedirler. Allh'a karşı onlara yardım edecek bir 
dostlan yoktur. Allah kimi saptınrsa artık onun bir çıkar 
yolu olmaz. Allah'tan, reddine çare olmayan bîr gün 
gelmezden önce Rabbuıızın davetine uyunuz. 

Sizin için ne sığınacak bir yer vardır o gün, ne de 
inkâra çare.» 


256 



İki şaline birbirine yakındır. Ancak İkincisi daha 
bariz, vazıh ve daha mufassaldır. Bununla beraber 
aralarında tekrar oiduğu zannını gideren bir ayrılık 
mevcuttur. Birinci sahnede zalimler, dünyada ellerinin 
topladığı kötülüklerden ve zulümlerden korkup 
ürpermektedirler: «O yaptıkları başlarına gelmektedir.» 
Yalnız yaptıkları amel cinsinden ve o bebeple ceza g- 
Öriiyorlar. Onlar ceza görürken salih amel işliyen 
mü'minler de cennet bahçeîerindedirler. Bütün 
arzulan, dilekleri Rab-ları katında kabul edilmiş, her 
istedikleri kendilerine verilmiştir. 

İkinci sahnede zalimler azap görüyorlar ve ateşe 
sunuluyorlar. Boyunları bükülmüş, takvadan ve 
hayadan dolayı değil, aşağılıktan, zilletten bükülmüş. 
Ateşe sunuluyorlar; gözleri kapalı, aşağılıktan, 
utançtan gözlerini açıp bakamıyorlar da «göz uciyle 
gizli gizli bakıyorlar». Bu ifade, aşağılık bir hali 
canlandırmaktadır. Onlar bu züll ve umutsuzluk içinde 
birbirlerine soruyorlar: 

Dönecek bir yol yok mudur?» Bu sırada 
mü'minlerin, orada bay, mes'ut, bahtiyar oldukları 
tebarüz ediyor. Mü'minler di aralarında konuşuyorlar. 


257 




karar veriyorlar, diyorlar ki: «Hüsranda olanlar, 
kendilerini ve ailelerini kıyamet gününde ziyana 
sokanlardır.» îşte onlar şu «Aşağılıktan başı dönmüş 
olarak ateşe sunulanlardır!» 

Burada ateşe sunulanların halini beyan edecek 
genel bir ta'lik geliyor: 

İyi bilin ki zalimler, sürekli bir azap içindedirler.» 
Orada kendihrine hiç kimse yardım edemez. «Ve 
Allah'tan başka kendilerine yardım edecek dostları da 
yoktur.» 

Başı düşmüş, dostsuz, yardımcısız kalmış, 
büyüklükleri, kibirleri kırılmış, azgınlıkları erimiş, 
parçalanmış zalimler sahne gösterildiği şu anda, evet 
tam. bu anda siyak dünyaya dönüyor, bu korkunç 
sahneden insanları kaçındırıyor: 

Allah'tan, geri çevrilmesi mümkün olmıyan gün 
gelmezden öuce Rabbmızm davetine uyun. O gün 
sizin sığınacak bir yeriniz yoktur ve sizin bir inkarcınız da 
yoktur.» Ya bu halinizi inkâr eden, ya da sizin bu 
korkunç halinizi kötü görüp sizi bu vahim durumdan 
kurtaracak bir kimse yoktur. 1221 


258 



Zuhkuf Suresi 12a 

1- «Kini Rahman'm zikrine kör olur (Kur'iin'ı görmez¬ 
likten gelir) se ona bir şeytan sardırırız, o onun 
arkadaşıdır. Oiiiar bunları yoldan çıkarıyorlar, bunlar 
oman doğru sam-yorjar. Nihayet bize geldiği vakit: 
«Ah der, keski benimle senin aranda doğu ile batı 
arasındaki kadar uzaklık olsaydı, se:ı ne kötü arkadaş 
imişsin!» Böyle demenin bugün size hiç faydası yoktur. 
Çünkü haksızlık ettinizA hepiniz azapta ortaksınız.» 

2 - «O kıyamet saatinin, hiç farkında değillerken 
ansızın başlarına gelivermesine bakmıyorlar mı? O gün 
dostlar, birbirlerine düşmandır, ancak müttekiler 
müstesna. «Ey kullarım, bugün size korku yoktur, sîz 
üzülnıiyecekshıiz de.» Onlar, âyetlerimize inanmış, 
teslim olmuşlardı. «Girin cennete, siz ve eşleriniz. 
(Orada) ağırlanırsınız. Onlar için altun kadeh ve 
tepsiler dolaştırılır. Orada canlarının istediği, gözlerinin 
hoşlandığı her şey var. Siz orada ebedi kalırsınız. Bu 
cennet, amellerinize karşılık size verilmiştir. Orada sizin 
için çok mey-va var. Onlardan yersiniz.» 

«Suçlular da cehennem azabında ebedîdirler. 
Kendilerinden o azap hiç gevşetilmez. Ve onlar orada 


259 



tamamen ümitsizdirler. Biz onlara zulmetmedik, fakat 
kendileri zalim idiler. Bağırdılar: «Ey Malik, Eabbın bizi 
Öldürsün!» Malik dedi: «Siz böyle kalacaksınız!» 

1- Birinci sahne dünya evinden âhiret evine 
uzanır. Burada başlar, orada son bulur. Dünyada biz, 
Rahman'ı anmağa körlük gösteren, Rabbım anmıyan, 
yaptığı işin sorunu hesap etraiyen bir yaratık 
karşısındayız. Bu hareketinden dolayı kendisine bir 
şeytan arkadaş olmuş, onu azdırmaktadır. O bunu 
doğru yoldan çıkarıyor, öteki de kendisini doğru -yolda 
sanıyor. Öbürü bunu doğrudan saptırıyor, bu da 
zannediyor ki, doğru üzerinde gitmektedir! Hikâye 
böyle devam ediyor. Sonunda kıyamet günü «Bize 
geldikleri zaman kendisini saptıran arkadaşına: «Dedi: 
Ah keski benimle senin aranda doğu ile batı 
arasındaki saptıran uzaklık olsaydı!» Ey beni sapıklığa 
sürükliyen arkadaş «sen ne kötü arkadaş imişsin!», beni 
azdırdın, beni saptırdın! Bu, âhirette böyle olacağına 
göre artık geleceği beklemeğe lüzum yok. Kur'an 
metoduna göre biz hemen âhirette vukubulacak bu 
sahnenin önüne götürülüyoruz. Artık manzara, gelecek 
bir olay değildir, karşımızda cereyan eden 


260 




bir'hadisedir. Baksana buna da öteki arkadaşına da 
şı? İlâhî hitap teveccüh ediyor: «Bu yakınmalardan 
bugün size bir fayda yok. İkiniz de azaba 
katılacaksınız!» Bunun size asla bir kârı olmıyacak, 
azabınızdan en ufak bir şey hafifletilmi-yecektir. 

2 - İkinci sahne, kıyametin ani geliş sahnesidir. Bu 
anî-lik, garip bir olay meydana getiriyor: 

O gün dostlar, birbirlerine düşmandım Önce dost 
iken o gün düşman. Düşmanlıklarına sebep de 
dünyadaki sevişmeleri, dostluklarıdır. Onlar daha önce 
şer üzerinde birleşir ve birbirlerini sapıklığa yöneltirlerdi. 
Bugün de birbirlerini ayıplıyorlar, sapıklık sorumluluğunu 
birbirlerine atıyorlar. Önce samimi dost olan bunlar, 
şimdi düşmandırlar.» 

Yalnız müttekiler müstesna.» Onların sevgisi, 
dostluğu bakidir. Çünkü onlar hidayet üzre birleşirlerdi. 
Birbirlerine hayrı öğütlerlerdi. Artık aralarında 
anlaşmazlığın, birbirlerini inkâr etmenin yeri yoktur. 

Bırakalım dostlar çekişsinler, birbirlerini ayıplasınlar 
da biz müttekilerin nail olacağı İlâhî ikrama kulak 
verelim: 


261 



Ey kullarım, bugün size korku yoktur ve siz 
üzülmiyeceksi-niz.» Onlar ki inandılar ve müslüman 
oldular. «Cennete girin, sîz ve eşleriniz 
ağırlanacaksınız». O kadar seyineceksiniz ki içinizdeki 
sevinç, yüzlerinizden belli olacak. Sonra bakıyoruz ki 
altımdan kadehler ve küpler bunlar arasında 
dolaştırılıyor ve kendileri için cennette nefislerinin 
çektiği, gözlerinin hoşlandığı her şey var. Bunların 
üstünde de ebedî kalma var. Ebedî hayatm üstünde 
de Allah'ın ikramı: 

İşte amellerinize karşılık size miras bırakılan cennet 
budur.» Sonra bu nimeti tekid ve tafsil ediyor: «Orada 
onlar için birçok meyva vardır, ondan yerler.» 

Peki biraz önce çekişmeğe terk ettiğimiz 
mücrimlerin hali noldu? Onlar da cehennem 
azabında ebedîdirler. Bu daimî bir azaptır. Çok şiddetli 
ve çetin bir ateş. Bir an bile ara verilmiyor ve bir an için 
olsun soğumuyor. Kendilerinde kurtulma ümidi de yok: 
«Ondan ümitsizliktedirler». 

Burada kulaklarımıza uzaktan, cehennemin 
sürgülenmiş kapıları ardından geldiği anlaşılan bir 
bağırtı ulaşıyor. Cehen-nemdekiler, ateşin muhafızı 


262 



Malik'e sesleniyorlar ki Rabbına duâ etsin. Kendilerini 
azaptan kurtarması için değil, buna ümitleri yok. Azabı 
hafifletmesi için de değil, bunda,n da ümitlerini 
kesmişlerdir. Kendilerini çabucak öldürmesi için. Ancak 
bu suretle kurtulabileceklerini düşünüyorlar. Başka çare 
yok!» 

Bağırdılar, ey Malik, Rabbın bizi Öldürsün.» Burada 
Ölmek, büyük bir kurtuluştur. Durum ne kadar vahim ki 
ölüm, gaye oluyor. Bu bağırtı, bu sesleniş, şaşkınların 
sıkıntı ve ızdırabını tasvir eden çizgiler bırakıyor. Bu 
yardım dileyen bağırtının arkasında bizler azaptan 
bunalmış ruhlar, ızdıraba dayanma sımrinı aşmış 
cisimler görüyoruz. Bundan Ötürü acı bir na'ra 
yükseliyor: «Ey Malik, Rabbın bizi öldürsün!» Ama 
cevap umutsuzluğa, tahzîle düşüren, onların yalvarışını 
hiç umursa-mıyan bîr cevap oluyor: «Siz böyle 
kalacaksınız!» Kurtuluş yok, ümit yok. Siz bu azapta 
ikamet edeceksiniz! 1241 

Duhan Suresi 12a 

«Doğrusu o hüküm günü, hepsinin bir arada 
bulunacağı gündür. O gün dost dosttan bir şey 
savamaz ve onlar yardım da olunmazlar. Ancak 


263 




Allah'ın acıdığı başka. Çünkü o, öyle güçlüdür, öyle 
merhametlidir. Şüphesiz o zekkum ağacı çok vebal 
yüklenenin yemeğidir. Pota gibi karınlarda kaynar. 
Sıcak suyu kaynaması gibi. «Tutun onü, yaka paça 
doğru ortasına sürükleyin. Sonra başının üstüne Hamım 
(kaynar su) azabından dökün. «Tad! Zira sen, azizdin, 
kerimdin (deyin). İşte sizin şüphe edip durduğunuz şey 
budur.» 

Şüphesiz mütiekiler, emin bir makamda: 
Cennetlerde, pınar. İnce ipekten ve parlak atlastan 
giyinerek hars&klı otururlar. Evet öyle. Hem onları iri 
gözlü hurilerle de evlendirmişiz. Orada güven içinde 
her yemişi ister, getirtirler. Orada ilk ölümden başka 
ölüm de tadmazlar. (Allah) onları azabından da 
korumuştur. Bütün bunlar, bir lûtfudur, ikramıdır. İşte bu, 
büyük kurtuluştur.» 

Biz, eski-yeni bir sahne karsısında bulunmaktayız. 
Sahnenin bir kısmı önce geçmişti, bîr kısmında da 
yenilik vardır. O gün bir dost, bir dosttan hiçbir şey 
savamıyor. Bunlar da ötekiler de bir kurtuluşa ve bîr 
yardıma nail olamıyorlar. Biz daha Önce de Zekkum 
ağacının, günahkârların yemeği olduğunu biliyorduk. 


264 



Fakat Zekknm ni'dir, karınlarda ne yapar, bunu 
bilmiyorduk. Evet Zekkum lâfzından, sert sesinden, şey¬ 
tanların başları gibi olan tomurcuklarından anlamıştık 
ki o, boğazı ve karnı perişan eder, tahrib eder. Yine 
önceki bir sahneden öğrenmiştik ki bu ağaçtan 
yiyenler, bunun üzerine çok sıcak bir su içiyorlardı ve 
susuzluk illetine yakalanmış develer gibi ne kadar su 
içerse içsin doymıyan develer gibi içiyorlardı. Şimdi ise 
mücrimler, uzanıp bu Zekkumdan alıyorlar ve' bu, 
zeytin yağının tortusu gibi karınlarda yanar, sıcak su 
kaynaması gibi kaynar. Bugün mücrimi sahanın içinde 
durmuş görüyoruz. Ve zebanilere teveccüh eden o 
geri çevrilmez emri işitiyoruz: 

Tutun onu, yaka paça cehennemin ortasına 
sürükleyin! Cehennemin ortasına götürün, şiddetli, sıkı 
sıkıya bağlayın ve orada yüzleri haşlıyan kaynar suyu 
başından aşağı dökün.» 

Bütün bunlar gözümüzün önünde olup bitiyor. Ve 
sonunda da şu azarı duyuyoruz: 

Tad, zira sen azizdin, kerîmdin!» Bu âdeta yüksek 
dağlar gibi peygamberlere kargı kabarıp 
kokorazlaşan kibirlilerin cezasıdır. 


265 




îşte şek ve şüphe ettiğiniz şeyi» 

Bir tarafta Öyle yakalama, azap, azarlama 
cereyan ederken gözümüzü öbür tarafa çeviriyoruz. 
O, bakıyoruz ki müttekiler: «Emin'bir makamdadırlar». 
Ne bağlama var, ne çekme, sürütme var, ne şiddet 
var. Envai çeşit ince ipekler içerisinde karşılıklı 
koltuklara geçmiş dayanmış sohbet ediyorlar. Aynı 
zamanda ev sahibidirleı. «Orada her istediklerini ra¬ 
hatça ister, getirtirler». Onlar orada ebedîdirler: 
«Orada ölümü tadmazlar». Ölüm, sadece insanı 
dünyadan âhirete nakleden ilk ölümdür. Ondan sonra 
orada artık bir daha ölüm tadmazlar.: 

Ve (Allah) onlan cehîm azabından da 
korumuştun), işte yalnız bu azaptan korunma dahi 
büyük bir başarıdır. Bu da âlemlerin Rabbınm lütfü ve 

keremidir. 126i 

Casîye Suresi 12a 

«Kıyamet saati kalktığı gün, evet o gün iptal 
ediciler hep hüsrana uğrayacaklar j ve her ümmeti diz 
üstü çökmüş göreceksin. Her ümmet kitabına çağırılır. 
«Bugün size İşlediğinizin karşıliğı verilecektir. îşte 


266 




kitabımız size doğruyu söylüyor. Çünkü yaptıklarınızı 
hep yazıyorduk.» 

«İnanıp iyi işler yapanlara gelince Kablan onları 
rahmetine sokar. Bu da apaçık kurtuluştur.» 

«İnkâr edenlere (de der ki): «Size âyetlerim 
okunma/ mıydı? Siz büyüklendiniz ve suçlu bir millet 
oldunuz değii mi?» «Allah'ın va'di haktır, kıyamet 
saatinde de şüphe yoktur? dendiği zaman: «Kıyamet 
nedir bilmiyoruz, yalnız zannediyoruz, kesin 
inanmıyoruz» derdinizi» 

«Derken yaptıklarının kötülükleri kendilerine 
göründü ve o alay edip durdukları şey kendilerini 
kuşattı. Ve dendi: «Bugün biz sizi unuturuZj nasıl siz 
bugününüzle karşılaşacağınızı unuttunuzsa. Sizin 
varacağınız yer ateştir. Sizin için yardımcılar da yoktur. 
Bu böyle oldu, zira siz Allah'ın âyetlerini eğlence yerine 
koydunuz ve dünya hayatı sizi aldattı.» O gün ne 
oradan çıkardırlar, ne de Özürleri kabul edilir.» 

Bütün milletler geniş arz sahasında toplanmıştır. 
Herkes diz çökmüş, hesap nidasını bekliyor. Herkese 
hitabeden nidayı duydular: «Bugün size yaptıklarınızın 
karşılığı verilecek. İste kitabımız, size gerçeği söylüyor. 


267 





Çünkü biz, yaptığınız herşeyi yazıyorduk.» Bütün da'va 
dosyalan şahidlerin önünde hazırdır! 

iman edip iyi işler yapanların işleri kolay. Bir anda 
hesaplan görülüyor. Hemen Rabları onlan rahmetine 
sokuyor, uzun bekleme sıkıntısından, üzüntü ve 
ızdıraptan kurtulup rahat ediyorlar. Ya ötekiler. Bir de 
gözlerimizi o tarafa çevirelim: Azarlama, azarlama, 
rezil ve rüsvay etme: 

Âyetlerim size okunmaz mıydı? Siz de kibirlendiniz 
ve suçlu bir millet oldunuz değil mi?» Bugünü 
bilmezlikten geldiniz, bugünü önemsemediniz, 
umursamadınız Öyle mi?» 

Size Allah'ın vadi haktır, kıyamet saatinde şüphe 
yoktun) dendiği zaman, «Saat nedir bilmiyoruz., 
sadece zan besliyoruz, 

kesin inanmıyoruz» derdiniz ha !» Kıyamet nedir 
bilmiyoruz?! Onlar kıyametin künhünü bilmiyorlar, onun 
hakikatini idrak etmiyorlar, ne olacağını, nasıl 
olacağını kestiremiyorlar! 

Bir aralık oradaki seyircilere kısa bir göz atıyor, o 
büyük arz sahasındaki kavmin halini ta'lik tarzında 
haber veriyor; 


268 




Yaptıkları amellerin kötülükleri onlara göründü ve 
alay ettikleri sey kendilerini kuşattı.» Bu talikten sonra 
tekrar mücrimlere dönüp herkesin önünde onları 
azarlamasına ve rezil 

etmesine devam ediyor: 

: Siz nasıl bugününüzle karsdacağınızi unuttunuzsa 
biz de sizi bugün unuturuz. Varacağınız yer ateştir. Sizin 
için yardımcılar da yoktur. Böyle oldu, zira siz Allah'ın 
âyetlerini eğlence yerine koydunuz ve dünya nayafa 
sizi aldattı.» 

Sonra tekrar seyircilere dönüp diğer bir ta'lîk ile 
sahne" kapatıyor: 

Bugün artık ne ondan çıkanlrrlar, ne de onların 
özürleri kabul edilir.» Şimdi onları orada bırakıp 
dönelim. Bundan sonra sahnede bir değişiklik yok. 1281 

Ahkaf Suresi 1221 

1 - « O gün inkâr edenler, ateşe sunulurlar: 
«Dünyadaki hayatınızda güzel t>lan şeylerinizi 
harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Ama bugün 
yeryüzünde haksız yere büyüklük tasla-manızuı ve fısk 
işlemenizin karşılığında alçalücı bir azap göreceksiniz.» 


269 





2 - «O gün inkâr edenler ateşe sunulur: «Bu gerçek 
değil miydi?», «Evet, Rabbımızm hakla için gerçek», 
dediler. «O halde, dedi, inkârınıza karşılık azabı tadın, 
iki sahnede de kâfirlerin ateşe sürülüşü, azarlama 
sorusu, son kararın verilisi gösterilmektedir. Birincisi, 
yüzlerine hitabedip kararı bildirme sahnesidir: «Dünya 
hayatınızda bütün güzel şeylerinizi giderdiniz, onların 
zevkini sürdünüz.» Sanki bu güzel şeyler dünyada bitti. 
Dünyada her şeyi kendilerine sınırsızca mubah 
görmelerinden, herşeyi hesapsız tadmalanndan dolayı 
âhirete bir şey bırakmadılar. Bugün, dünyadaki 
büyüklenme ve fısklarına karşılık, alçaltıcı bir azaptan 
başkasını bulamıyorlar. 

İkinci sahne, kararla sonuçlanan bir konuşmadır: 

Bu gerçek değil miydi?» Gördüğünüz bu ateş hak 
değil miydi? Cevap boynu bükerek teslimiyeti itiraftır: 

Evet Rabbunız hakkı İçin gerçek». Ya yemin de 
ediyorsunuz ha?! Ama burada inanmağa hacet yok. 
Faydası da yok inanmanın burada: 

İnkârınıza karşılık azabı tadın. 


270 





Bu sür'at içinde konuşma tamamlanıp karar sadır 
oluyor. Her şey açık. Vak'a sabit, cânî suçunu itiraf 
ediyor. Doğru cehenneme! 

Burada sahnenin sür'atli oluşu istenmiştir. Yüzyüze 
gelinmiştir. Kaçamak yapmak, inkâra sapmak 
mümkün değildir. Adamlar ateşi inkâr ediyorlardı. 
Şimdi ne cidale, ne de inkâra imkân yoktur, tsoı 

Zariyat Suresi £U 

Boş tahmhıe saplanan yalancılar kahrolsun, onlar 
bir sarhoşluk içinde yaptığını bilmezler. Soruyorlar: 
«Ceza günü ne zaman?» O gün onlar ateş üzerinde 
kıvranırlar: «İşte fitnenizi tadın, sizin acele ettiğiniz bu 
idi.» Müttekiler cennetlerde ve su başlarında Rablarının 
kendilerine verdiğini alırlar. Çünkü onlar bundan önce 
ihsan ederlerdi. Gecenin az kısmında uyurlardı, 
seherlerde istiğfar ederlerdi. Mallarında da ciye ve 
yoksula bir hak vardı.» 

Sahne dünyada başlıyor, âhirette bitiyor. 
Sapıklığın vei diği sarhoşlukla Allah'ın âyetlerine 
bakmıyan, âhireti düşül miyen, devamlı bir şüphe ile: 
«Ceza günü ne zaman?» diye kâr tarzında sorup 
duran şüpheci yalancılara lanet etmekle başlıyor. 


271 



Onların bu sorularına, bir kıyamet sahnesiyle 
cevap veriyor. İşte ip ti lalarından dolayı ateşe 
sunuluyorlar. Ve işte şu söz ile azarlanıyorlar: 

Fitnenizi tadın, acele ettiğiniz bu idi!» Dünyadaki 
fitneyi tadmak, âhirette bu azabı taddınr. Bunun tadı 
ondan geldi! 

Bunlar ateşte fitnelerini tadarlarken bakıyorum ki 
müttekiler Cennetlerde, su başlarındadırlar». Huzur ve 
itmi'nan ile Rablarmm verdiği nimetleri kabul ediyorlar. 
Bu nimet, Rablari tarafından kendilerine verilmiştir. 
Allah onlara ne verse almak itiyadmdadırlar. Hele 
böyle sürekli nimet olursa!? Sonra onların bu nimete 
nail olmalarının gerekçelerini işitiyoruz: 

Onlar bundan önce ihsan ederlerdi. Gecenin 
azında uyurlardı, seherlerde istiğfar ederlerdi...» Demek 
ki onlar, bu nimete müstahaktırlar. Allah ihsan 
edenlerin ecrini zayi etmez. Onlar bugün alıyorlar, 
çünkü daha önce veriyorlardı, mallarında dilenciye ve 
yoksula hisse veriyorlardı. 1221 

Gaşîye Suresi 1221 

O Gaşiye haberi sana geldi mi? Birtakım yüzler o 
gün eğilmiş, zilletle düşmüştür. Çalışmış bitkin 


272 




düşmüştür. Kızışmış bir ateşe yaslanırlar. Kızgın bir 
kaynaktan sulanırlar. Onlara bir darî'den başka 
yiyecek yoktur. Ne semirtir (o darî), ne de açlıktan 
korur.» 

«Birtakım yüzler de o gün pırıl pırıldır. 
Çalışmasından hoşnuttur. Yüksek cennettedir. Orada 
boş söz işitmez. Orada akar bir kaynak vardır. Önada 
yüksek tahar, konulmuş kadehler, dizilmiş yastıklar, 
serilmiş nefis sergiler vardır, al Ğaşiye: Kıyamettir. 
Kıyamet, Dâhiye gibi her şeyi kaplıyor, örtüyor. Burada 
kıyamet haberinin geldiğini sorması, onun şanını 
yüceltmek ve dehşetini artırmak içindir. Sorunun 
cevabı, iki taraflı olan bir sahnedir: 

Bir tarafında eğilmiş, zelîl, yorgun, bitkin yüzler var. 
«Kızışmış ateşe yaslanırlar». Son derece sıcak bir 
kaynaktan sulanırlar. Bu su, ne serinlik, veriyor, ne de 
kandırıyor. Ve bunlara yemek olarak da bir diken 
verilir. Bu dikeni yaş iken develer yer, kuruduktan sonra 
yemezler. Bu diken «Ne (gıda olup) semirtir, ne de 
açlıktan korur.» Bu yüzlerde ruhî azap olan zillet ve hizy 
ile bedenî azap olan yorgunluk ve ateş birleşiyor. Açlık 


273 



ve susuzluk azabına, açlık ve susuzluktan daha beter 
olan bir içki ve yemek azabı ekleniyor. 

Bu sahnenin diğer tarafında bu yüzlerin tam karşıtı 
var: Mes'ut, pırı! pırıl, çalışmasından razı yüzler. Bunlar 
yüksek bir cennette, sakin, huzur içindedirler. Orada 
boş söz işitmezler. Orada iç açıcı, tatlı, serinletici, 
doyurucu bir kaynak var. Onlar yüksek tahtlarda rahat 
ederler, içmeleri için kendilerine kadehler 
doldurulmuştur. Dizi dizi yastıklara yaslanır, serilmiş 
sergiler üstünde ferah fahur yaşarlar. 

Bütün bu nimetler o Ğaşiye (Örten) günde 
olmaktadır. Bundan ötürü bunların Özel kıymeti vardır. 
İki sahnenin parçalarında bulunan tam tekabül, 
arzdaki uyum renklerinden biridir. Kur'an'da uyumun 
çeşitli renkleri vardır. 1241 

Kehf Suresi m 

1 - «Biz zalimler için duvarları onları kuşatan bir ateş 
hazırlamişizdır. Onlar yardnn istediklerinde erimiş 
maden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. 
Ne kötü bir içecek ve cehennem, ne kötü bir duraktır!» 

«İman edip iyi ameller isliyenlere gelince, biz güzel 
amel edenin ecrini zayi etmeyiz. Onlar için altlarından 


274 




nehirler akan Adn cennetleri vardır. Orada altını 
bilezikler takarlar, sündüs ve istebraktan yeşil elbiseler 
giyerler. Orada tahtlara yaslanırlar. Ne güzel bir 
mükâfat ve ne güzel bir duraktır!» 

2 - «O gün dağlan yürütürüz, Arzı çırılçıplak 
görürsün. Onları bir araya toplarız, hiçbirini bırakmayız. 
Dizi dizi Kab-bma sunulurlar: «Andolsım ki sizi ilk defa 
yarattığımız gibi bize geldiniz. Size hiçbir toplama yeri 
bırakmıyacağız zannetmiştiniz! Kitap konulmuştur. 
Mücrimlerin, onda yazılandan korkarak: «Vah bize! Bu 
kitaba ne oluyor ki küçük büyük hiç-birşey bırakmadan 
hepsini sayıp dökmüş?» dediklerini görürsün. 
Yaptıklarını hazır bulurlar. Rabbın hiç kimseye zulmet¬ 
mez. 

3 - «O gün (Rabbın) şöyle der: «Çağırın bakalım o 
benim ortağım sandıklarınızı.» Çağırdılar ama bunların 
çağrılarına gelmediler ve aralarına bir felâket yeri 
(cehennem deresi) koyduk. Suçlular ateşi gördüler, 
artık ona düşeceklerini anladılar da ondan savuşacak 
bir yer bulamadılar.» 

Bu surede âhiret gününe kısa işaretlerden ayrı 
olarak üç sahne vardır: 


275 




1- Birinci sahne zalimleri kuşatan çadır şeklindeki 
ateş sahnesidir. Bu ateş içinde hararetten ve 
susuzluktan yardım isterlerse kaynayan zeytinyağı 
tortusu gibi yüzleri ve derileri, boğazları ve barsakları 
haşlayıp kavuran bir su verilir kendilerine. «Ne kötü 
içkidir» o. Yaslanacak ve duracak yer olarak ateş ne 
kötüdür. Ateşin dayanılacak ve yaslanıp oturularak yer 
olarak zikredilmesinde iğneli bir alay vardır. Onlar 
orada yaslanacaklar, oturacaklar ama rahat etmek 
için değil, perişan olmak, haşlanmak için. Bu yaslanış 
cennette mü'minle-rin yaslanış ve oturuşuna 
mukabildir. Ama bu nerede, o nerede? 

Bunlar böyle azap içinde iken iman edip güzel 
ameller iş-. Üyen kimseler de Adn cennetlerindedir. 
Altlarından nehirler akar. Güzel sular için latîf nesimi 
teneffüs ederler. Bunlar kikaten oturup yaslanıyorlar: 

Orada tahtlara yaslanarak» kıymetli ipek 
elbiselere gark olmuşlar, altun bilezikler takmışlar. «Ne 
güzel mükâfat ve ne güzel oturulacak yer!» 

2 - İkinci sahnede maddî korku, yüksek dağları 
yürütmede, Arzm çırılçıplak kalmasında kendini 
gösteriyor. Daha önceki bir sahnede gördüğümüz üzre 


276 




Arz Ka'-ı Safsaf (dümdüz) idi. Ne bir çukur, ne de bir 
tümsek yoktu. Bundan sonra arkasından hiç kimseyi 
birakmıyan, hepsini kendinde toplayan haşr tahnesi 
geliyor. Herkes dizi dizi «Rabbına» arz ediliyorlar. 
Burada Önce yapmış oldukları bütün yalanlamalariyle 
yüz yüze geliyor. Yüzlerde zillet görüyoruz 

Andolsun ki sizi ilk defa yarattığımız gibi bize 
geldiniz». Ey kavim geldiniz, halbuki siz hiç 
gelmiyeceğinizi sanmıştınız. 

Zannetmiştiniz ki size bir buluşma yeri Şimdi ne 
görüyorsunuz, nasılmış bak, olan oldu?! 

Kitap konuldu». Burada benzeri olmayan bir 
sahne görüyoruz, işte mücrimler, o kitaptan ve onda 
olandan korkuyorlar. Onun bu kadar incelikle her şeyi 
yazmasından canları sıkılıyor: 

Dediier: Bu kitaba ne oluyor ki ne küçük ne de 
büyük bir şey bırakmadan hepsini saymış?» Evet Öyle 
ey dostlar! Bu ince tutanak defterinden kurtuluş, kaçış 
yok. 

Ne yapmışlarsa hepsini hazır buldular.» Yaptıkları 
şeyler, sanki kendi kendine çıkıp gelmiş canlı gibi. Bir 
getiren olmadan gelmiş. 


277 



Kabbın, hiç kimseye zulmetmez.» 

3- Kıyamet gününde şeriklerin (putların), 
müşriklerle yüzleşmesini canlandıran sahne genellikle 
hepsinde tekrarlanan sahnedir. Ancak burada yeni 
olan taraf müşriklere: 

Ortaklarım sandığınız şeyleri çağırın» denmesidir. 
Bu hitap üzerine müşrikler, âhirette olduklarını, bu 
putların ke bilerine ne bir fayda ne de bir zarar 
veremiyeceklerinî unutuyorlar. Korku onları şerikleri 
çağırmağa sevk ediyor: 

Çağırdılar fakat onlar onların üzerine iki fırka 
arasına bir uçurum kondu: çağnsnm gelmediler». 
Bunun 

Biz onların aralarına bir uçurum koyduk». Her iki 
fırka da bu uçurumun kenarcıdadırlar. Bu uçurum, 
ikisini birbirinden ayıran bir ayırıcıdır. Bu, ateşle dolu bir 
deredir. Mücrimler bunu görünce içine düşecekler 
diye korkudan yürekleri ağızlarına geldi, 
heyecanlandılar. Gerçekten de korktukları başlarma 
geldi: 

Bundan bir kaçamak bulamadılar»!^ 


278 



Nahl Suresi I2zı 

1- «Rabbınız ne indirdi dendiği zaman, evvelkilerin 
masallarını, derler ki kıyamet günü kendi veballerini 
yüklendikten başka bilgisizlikleri yüzünden saptırdıkları 
kimselerin veballerini de yüklensinler. Bak ne fena yük 
yükleniyorlar! Onlardan öncekiler hile yapmışlardı. 
Allah da yaptıkları binaların temellerinden geldi de 
üstlerindeki tavan başlarına çöktü ve azap, kundilorine 
hiç anlamadıkları bir yerden geldi. Sonra kıyamet 
günü onları rezil eder ve der ki: «Hani o haklarında 
tartış (ip fitne çıkar) diğımz benim eşlerim nerede?» 
Kendilerine ilim verilenler dediler ki: «Gerçekten bütün 
rezillik ve kötülük bugün kâfirleredir.» Onlar ki nefislerine 
zulmeden insanlar olarak melekler onlun vefat 
ettirirken «Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk» diye teslim 
çekerler. Hayır! Allah yapmakta olduğunuzu gayet iyi 
bilir. Cehennemin kapılarından ebedi kalmak üzere 
giriniz. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür edenlere: 
Babbımz ne indirdi denince «hayır» dediler. Bu 
dünyada iyilik edenlere iyilik vardır. Ahiret evi ise 
elbette daha hayırlıdır. Mütteldlerin evi ne güzeldir! 
Altlarından nehirler akan Ada cennetlerine girerler. 


279 




Orada istediklerini alırlar. İşte Allah, müttekileri böyle 
mükâfatlandırır. Onlar ki melekler onları güzel nisanlar 
olarak vefat ettirirken derler İd: Selâm size, 
yaptıklarınıza karşılık cennete girin.» 

2- «O gün her ümmetten bir gahid getiririz. Sonra 
inkâr edenlere ne izin verilir, ne de onların özürleri 
kabul edilir. Zulmedenler azabı gördükleri zaman artık, 
onlardan ne hafifletilir, ne de onlara mühlet verilir. Şirk 
koşanlar, koştukları ortaklan gördükleri zaman derler ki: 
«Nabbımiz, seni bırakıp yalvardı-ğımız ortaklarımız 
(putlarımız) işte şunlardır.» (Koştukları, ortaklar ) onlara 
şu lâfı atarlar: «Siz yalancılarsınız». O gün Allah'a teslim 
çekmişlerdir ve ydurdukları şeyler, kendilerinden sapıp 
kaybolmuştur.» 

3 - «O gün her nefis, kendi nefsini savunarak gelir. 
Her nefse yaptığı verilir. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.» 

Birinci sahne müşterek sahnelerdendir. Bu 
sahnedeki kafile, hareketine, dünya hayatından 
başlar, can verme haline gelir ve buradan âhiret 
hayatına atlar. İki hayat bu geçitle birbirine 
bağlanmıştır. Kafile yürümesine devam edip ceza hali¬ 
ne varır, oradan ya cennete veya cehenneme gider. 


280 



Burada sahne, sırtlarına veballer yüklenmiş 
suçluları göstermekle başlıyor. Evzâr, bir cisim şekline, 
sırtlara yüklenen yükler şekline sokulmuş günahlardır. 
Bunlar şahsî günahları ve gafü avlayıp saptırdıkları 
kimselerin günahlarının bir kısmıdır. Sonra arz, dünya 
sahasına intikal ediyor. Burada hile yapan bir milletin 
akıbetini görüyoruz: Allah evlerini temellerinden yıkmış, 
tavanları başlarına düşmüştür. Hiç ummadıkları bir 
zamanda evleri aniden başlarına yıkılmıştır. 

Buradan doğruca kıyamete geçiyoruz. Geçiyoruz 
ki orada o suçluların rezalet sahnesini görelim: Allah 
onlara soruyor: «-Haklarında müzminlerle tartıştığınız 
onlar yüzünden mü'minlere düşman olup dünyada 
fitneler, kavgalar çıkardığınız ortaklarım nerede?» 
Müşriklerden soru sorma sahnesi, tekerrür eden bir 
sahnedir ama her defasında ayrı bir taze yönü vardır. 
Buradaki yenilik de bu soruya «thn verilenlerin» cevap 
vermesidir. Müşrikler hacîl olup "susunca ilm verilenler 
diyorlar ki: «Bugün hacalet ve kötülük inkâr 
edenleredir». Sanki bu ilim verilenler oranın sahibidirler 
de bu hükmü veriyorlar ve kâfirlere alçak rezaleti lâyık 
ve gerekli görüyorlar. Sonra ilim verilenler söze devam 


281 




ediyorlar, bu kâfirlerin vasıflarını, eski tarihlerini 
anlatıyorlar: Melekler gelip canlarını alırken bile 
bunların nefislerine zulmettiklerini, eskisi gibi yalancı 
olduklarını söylüyorlar. Hiç değilse can verirken kibir¬ 
den vazgeçip melekleri, teslim olarak karşılasalardı ne 
olurdu? Ama hayır, onlar yine yalan söylemeğe 
çalışıyorlar: «Biz hiçbir kötülük yapmadık» diyorlar. 
«Hayır!» her haliniz belli. «Zira Allah yaptığınızı bilir!» 

Can verme sahnesinden hemen ceza sahnesine, 
Evden (dünyadan) ateşe (cehenneme) geçiyor: 

Cehennemin kapılarından, orada ebedî kalmak 
üzere Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür». 

Bu defa dönüp aynı yolda bulunan diğer bir 
kafilenin halini, müttekiler kafilesinin seyrini gösteriyor. 
Bunlar da aynı yollardan geçiyorlar ama ötekilerin 
gittiği şekilde değil, vardıkları yerde tamamen 
bambaşkadırlar. Bu husus, âyetlerden anlaşılmaktadır, 
izaha ihtiyaç yoktur. 

2 - İkinci sahne de yine şeriklerin sahnesidir. Ancak 
burada güzel bir unsur var. İşte inkâr edenler o 
korkunç haldeler. Kendilerine şefaat için izin verilmiyor 
ve kendilerinden özür de kabul edilmiyor. Bu halde 


282 




Allah'ı bırakıp taptıkları putları görüyorlar. Onları 
göstererek bağırıyorlar: 

Rabbıraız, işte senden başka yalvardığımız 
şeriklerimiz bunlardım. Belki cezadan biraz kurtulurlar 
ümidiyle bu şerikleri gösteriyorlar ama şerikler (putlar) 
şiddetle bu ittihamı reddediyorlar: 

Siz yalancılarsnnz». Böyle deyip Allah'a 
yöneliyorlar. Hani kendileri de tann idiler ya, artık 
tanrılığı bir tarafa bırakıp şuur ile Allah'a teslim 
oluyorlar. İş bitiyor ve herşey, tek elan Deyyân'a teslim 
olup boyun büküyor. 3 - Üçüncü sahne, daha önce 

Herkesin başından aşkın bir işi vardım âyetiyle 
tasvir edilen korku halini tasvir etmektedir. Her nefis, 
ancak kendi nefsi ile meşgul olabiliyor, başkasiyle 
uğraşmağa, ilgilenmeğe fırsat bulamıyor. Her nefis, tek 
basma gelmiştir oraya. Bu toplananların, bu 
kalabalığın arasında yapayalnızdır o. Kendinden 
başka bir şey göremiyor. Yalnız kendi kendini 
savunmağa çalışıyor. Kurtulmağa uğraşıyor ama 
kurtuluş imkânı yok. 

Her nefse yaptığı veriliyor. Münakaşanın faydası 
yok. Hüccet de kabul edilmiyor. Bununla beraber yine 


283 



zulmediyorlar, haksızlığa uğramıyorlar, yaptıklarının 
karşılığını buluyorlar. Zira her şey açık bir kitapta 

yazılmıştır. 128i 

İbrahim Suresi 021 

1- «Fetih istediler ve her inatçı zorba hüsrana 
uğrada Arkasından cehennem, (orada) irinli sudan 
sulanacak, onu yudum yudum içmeğe çalışacak 
fakat boğazmdan geçiremiye-cek ve her taraftan 
ona ölüm gelecek ama ölmiyecek; arkasın-dan da 
kaba bir azap.» 

2- «Hepsi Al lalı'in huzuruna çıktılar. Zayıflar, büyük- 
lenenlere: «Biz size tabi idik. Allah'ın azabından azıcık 
bir şey bizden savabilecek misiniz?» dedi. (Kibirlenenler 
de): «Eğer Allah bize hidayet etmiş olsaydı, biz de size 
hidayet ederdik. Şimdi sızlansak da sabretsek de birdir, 
bizim için kurtuluş yoktur.» dediler. îş bitince şeytan 
şöyle dedi: «Allah size doğru va'detti, bela de size 
vahdettim, ama ben size va'-tlimden caydım. Esasen 
sizi zorlayacak bir nüfuzum yoktu. Sadece sizi çağırdım, 
siz de bana uydunuz. Öyle ise beni ayıplamayın da 
kendi kendinizi ayıplayın. Ben sizi kurtaramam, siz de 
beni kurtaramazsınız. Zaten bundan önce beni 


284 



(Allah'a,) ortak koşmanızı da tanımamıştım. Doğrusu 
zalimlere etim bir azap vardır.» 

3- «halimlerin yaptığından Allah'ı gafil sanma. 
Yalra onları, gözlerin fırhyacağı bir güne 
ertelemektedir. Başlarını dikerek koşarlar, bakışları 
kendilerine dönmez ve yüreklerinin içi İKnnboş 
havadır.» 

4- «İnsanları şu günden uyar ki o gün onlara azap 
gelir de zulmedenler der kî: «Rabbımiz bizi yakın bir 
süreye kadar ertele de sciıiıı da'vetine gelelim, 
peygamberlere uyalım». Hani bundan önce sizin için 
zeval yok diye yemîn etmiyor muydunuz?» Nefislerine 
zulmedenlerin yerlerinde oturmamış mıydınız? Onlara 
ne yaptığımız size belli olmuş değil miydi? Size meseller 
vermemiş miydik? » 

5- «O gün Arz, başka arza, gökler (başka göklere) 
değiştirilir. Hepsi tek olan kahredici Allah'ın huzurunda 
durur. Ve o ftün mücrimleri birbirlerine yaklaştırılarak 
(veya elleri ayaklarına yaklaştırılarak) zincirlere 
vurulmuş gömlekleri katrandan ve yüzlerini ateş 
kaplıyor görürsün.» 


285 



Birinci sahnede yenilik var. Cehennem âhirete 
bırakılmıştır ama dünyada da vardır. îşte onlar 
dünyada Allah'tan fetih istiyorlar; Allah'tan, hak 
üzerinde olanları galip, batıl üzerimde olanları perişan 
etmesini istiyorlar. Allah da dualarını kabul ediyor ve 
«Her cebbar inatçı perişan oluyor.» Bu, bu dünyada 
oluyor ama arkasından da cehennem. O adan bir 
yarın kenarında imiş gibi cehenneme yakın. Hayır 
hayır, kenarında deşîîl, cehennemin içinde. Her 
taraftan ona ölüm sebepleri, geliyor ölüm nasib 
olmuyor, ölüp rahat edemiyor: 

Bunun arkasından da kaba bir azap var.» Her an 
onu bekli yen bir azap. 

Cidden dünyada cebbar dururken arkasından da 
cehennemin durup beklemesi «Onun arkasından da 
kaba bir azab» m bulunması harika bir sahnedir, 
insanın gözü önünde temes-sül eden, canlanan bir 
sahne. 

îkinci sahne kibirlenenîerle zayıfların sahnesidir. Bu¬ 
nun benzerleri geçmişti. Ancak burada güzel bir yenilik 
vardır. O da konuşmaya şeytanın da katılmasıdır. 

Bu sahnede hayale üç fırka canlandırılmaktadır: 


286 




Zayıflar: Ki bunlar kuvvetlilerin kuyrukları idiler. Hâlâ 
o za'flarmda, kısa akıllılıklarında, nefislerini hor 
düşürmede devam ediyor, yine dünyada kibredenlere 
iltica edip onların, kendilerini bu durumdan 
kurtarmalarını istiyorlar. Bu düşük, zayıf labiatlarinc 
uygun olarak diyorlar ki hayatta bizi siz kandırdınız. 
Bunun iğin onları yeriyorlar. Sanki kendilerinin hiç 
iradeleri, akılları yokmuş gibi onlar ne demişse öyle 
yapmışlar. Şimdi de bu za'flarmı belli ediyor, neden bizi 
aldattınız diyorlar da biz aldanmasaydık demiyorlar. 

Kibredenler: Bunların da kibirleri yıkılmış, burunları 
kırılmış, âkibetleriyle karşı karşıya gelmişler. Kendilerinin 
gördüğü îiillet ve azap yetmiyormuş gibi üstelik bir de 
şu zayıfların, karşılarında durup kurtuluş istemleri daha 
da canlarını sıkıyor. Kendilerine kurtuluş çaresi 
bulamazken onlara ner-den bulsunlar? Bir de gelmişler 
kendilerini kandırmış olduklarını söylüyorlar. Bunu 
söylemenin ne faydası var sanki? Can sıkmadan 
başka ne işe yarar bu hatırlatma? Bunlar da onlara 
bıkkınlık ve can sıkıntısı içinde cevap_ veriyorlar: 

:Allah bize hidayet etseydi biz de size hidayet 
ederdik!» Bundan ba^ka bir şey söylemiyorlar. 


287 



Şeytan: Bütün aldatıcı, hain, düzenbaz, hileci 
şahsiyetiyle şeytan. Yalnız burada itiraf ediyor, Allah'ın, 
onlara doğruyu va'dettiğini kendisinin de va'dedip 
caydığını söylüyor ve sonunda onları daha derin bir 
acıya sokuyor, onların işledikleri suçlardan elini, 
çekiyor, kendini temize çıkarmak istiyor. Diyor ki: - 

Benim sizi zorhyacak bir nüfuzum yoktu. Sadece 
sizi çağır dini,, siz de bana uydunuz. Şimdi beni 
ayıplamayın, kendi kenj diiiizi ayıplayın» Daha da ileri 
gidiyor: 

Zaten ben daha önce beni ortak koşmanızı da 
tanımamıştım 

Beni Allah'a ortak koşmanızı inkâr etmiştim. 

Gerçekten ne şeytanmiş be! 

Âyet, onların halini ne güzel tasvir etmektedir: Tâbi 
met bu'dan sıyrılıyor, metbu tâbi'i inkâr ediyor. Hoş 
birbirlerin inkâr etmeleri, ya da birbirlerine yapışıp arka 
olmaları fayd temin etmez ama bu suretle her 
zümrenin karakteri, o büyü gün karşısında açıkça 
ortaya çıkıyor. 

Burada şeytan mantıkçıdır. Aslen mantıkçı ve 
Kur'an' çizdiği şeytan suretinde mantıkçı. Zaten böyle 


288 



oyuncu, düzen baz, aldatıp yüz üstü bırakan, sonunda 
uzak duran olmas şeytan olmaz ki! 

Üçüncü sahne, şaşkınlığın, hacalet ve teslimiyyeti 
eşsiz bir levhasını çizmektedir. Bu tabloyu, solukları tıkay 
bir üzüntü halesi çevrelemektedir, işte gözler 
dönmüyor, ha reket etmiyor, sabit. Ve işte onlar 
başlarını kaldırmış koşu yorlar. Kibirden değil, vücutları 
odun gibi kaskatı kesildi için başlarını dikmişler. Gözleri 
dönmediği için gördüğü hiç-birşeyi kendilerine 
nakledemiyor. Kalbleri de bomboş. İçinde sadece 
şaşkınlık uçuşuyor. Hayret hakim. 

Her şeyi, her çehresi tamam bir sahne Korku 
sahnesi.estlerde, mimiklerde beliriyor ve gölgesini 
ruhun derinliklerine, insanın hücrelerine kadar salıyor. 

Dördüncü sahne zalimlerin sahnesidir: «Zalimlere 
azabın geldiği gün» ü tasvir ediyor. O gün onlar huzur-i 
İlâhîde öne çıkıp yalvarıyorlar: 

Rabbımız, bizi yakın bir süreye kadar ertele de 
senin da'-vetine uyalım!» Burada başlarına öyle bir 
azar dökülüyor ki: 

Bun dan önce sizin için hiçbir zeval yok dîye yemin 
etmiyor muydunuz?» Hayat sizi aldattığı zaman ölümü, 


289 




öldükten sonra dirilmeyi unutmuş, sizden önceki 
zalimlerin âkibetini görmez olmuştunuz. Halbuki onların 
akıbeti gözünüzün önünde idi. Zira onların yurtlarına 
oturmuştunuz «Onlara ne yaptığımız size belli olmuştu.» 
Bu size hiç tesir etmediydi. Size misaller verdik, siz 
onlardan hiç ibret almadıydınız. 

Burada sahne bitiyor, halleriyle baş başa 
kalıyorlar. Onlar için bir kurtuluş ümidi kalmadığı 
meydana çıkıyor, 

Beşinci sahne, insanların dünyada alıştıkları her şe¬ 
yin değiştiği sahnedir. Burada her şey onların gözlerine, 
duyularına yenidir: «O gün Arz başka arza değiştirilir. 
Gökler de.» Her şey değişmiştir. Onlar bugün yeni bir 
konumdadır: 

Hepsi tek olan Kahhar Allah'a bariz olmuştun) 
açıkça meydana çıkmıştır. Koruyucusu yoktur, örtüsü 
de yoktur. Allah' in önünde yapayalnız ve besbelli. Bu 
halde büyük bir korku vardır. Yeni bir âlemdeki 
garipliğin vahşeti ve kahredici tek Allah'ın huzuruna 
apaçık çıkmanın korkusu. 

Sonra dikkat et, tuhaf bir manzara göreceksin: «O 
gün mücrimleri birbirine yaklaştırılmış olarak zincirleie 


290 




vurulmuş görürsün.» Elbiseleri de var ama katrandan. 
Katran siyahtır, ısırır acıtır, yanmağa tutuşmağa 
elverişlidir. Bu adamlar ikişer ikişer kelepçelere vurulup 
sevk edilirler. Ya da demir halkalarla elleri ayaklarına 
yaklaştırılıp bağlanır. 

:Yüzlerini de ateş kaplar.» Artık hayal, katrandan" 
elbiseler içinde alevle tutuşma hareketini tamamlar! 

Korku hem maddî, hem manevîdir. Arzın 
değişmesi maddî, kahredici Allah'ın huzurunda açığa 
çıkmak manevi bir korkudur. Azap da hem maddi, 
hem manevidir. Ateşin yüzleri kaplaması maddî, demir 
kelepçelerle birbirlerine yaklaştırü-malan manevî bir 
azaptır. Bu hal, alçaltıcı bir haldir. HQ1 

Enbiya Sukesi mu 

1- «Doğru iseniz bu va'd ne zaman? diyorlar. Bu 
kâfirler yüzlerinden ve sırtlarından ateşi 
defedemiyecekleri, yardan da olunmiyacaklan 
zamanı bir buseydiler! Doğrusu o onlara aniden 
gelecek de onları şaşırtacak, ne onu reddebilecekler, 
ne de kendilerine mühlet verilecek.» 

2- Gerçek va'd yaklaştı, birden küfredenlerin 
gözleri donup kalır. «Vah bize, biz bundan gafildik, 


291 



hayır biz zalimlerdik!» Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız 
cehennemin odunusunuz, oraya gideceksiniz. Eğer 
onlar tanrı olsalardı oraya gitmezlerdi. Halbuki hepsi 
orada ebedî kalacaklardır. Onların orada bir zefirleri 
(iç çekişleri) vardır ki! Ve onlar orada gitmezler.» 

«Ama bizden kendilerine (ezelde) güzellik geçmiş 
olanlar, işte onlar ondan uzaklaştırılmışlardır. 
Cehennemin hışıltısın bile duymazlar. Onlar canlarının 
istediği nimetler ebedidirler. O en büyük korku onları 
üzmez ve melekler on (şöyle) karşılar bu, size 
va'dedilen gününüzdür.» 

«O gün kitapları dürer gibi gök'ü düreriz, ilk defa 
yamağa başladığımız gibi onu iade ederiz. Üzerimize 
söz bunu yapacağız.» 

1- Birinci sahnede ateş onları her taraftan 
sarmaktj dır. Onlar telâş ve korku içinde elleriyle, 
yüzlerinden, sırtlarından ateşi sürmeğe çalıştıkça ateş 
daha fazla onları sarıp sarmalamaktadır. 
Yapamıyorlar, ateş birden yutuyor onları; ne bir 
hareket yapmağa kudretleri, ne de düşünmeğe 
iktidarları kalıyor. Ateş her taraftan onları yerken onlar 
öyle aval aval bakıyorlar. Ne ateşi savabiliyorlar, ne de 


292 




azap onlardan geri bırakılıyor. Hiç mühlet verilmiyor. 
Niçin bu acele? Bu acele, onların önce yaptıkları 
aceleciliklerinin bir karşılığıdır. Çünkü onlar dünyada 
öyle acele ediyorlardı: «Bu va'd ne zaman eğer doğru 
iseniz?» diyorlardı, işte onlara verilen cevap da böyle 
anî, akıllan şaşırtacak derecede acele oluyor. Azap 
edilenler bunu geri çeviremiyorlar ve onlara hiç 
mühlet verilmiyor. Azap derhal tatbik ediliyor, hiç 
ertelenmiyor. 

2 - Söz devam ediyor. Birincide olduğu gibi yine 
anilik unsuru taşıyan bir sahne geliyor, aceleye maruz 
kalanları dehşete düşürüyor: 

Küfredenlerin gözleri bîrden bire donmuş kalmıştır.» 

Şahisa ta'biri arzu edilen sahneyi daha güzel 
çizmek için kullanılıyor. Sonra mevzu, resim ve 
tasvirden konuşmağa geçiyor. İşte gözleri belerip 
kalmış olanlar alanda konuşuyorlar: 

Vah bize, biz bundan gaflet etmişiz, hayır biz 
zalimler olmuşuz.» Birden ap açık hakikati görüp de 
neye uğradığını bile-miyen insan anlıyor, pişman 
oluyor, itirafı kusur ediyor ama iş işten geçtikten, 
zaman gittikten sonra! 


293 




Bu âni olayın şaşkınlığı içinde bu itiraf sadır olurken 
öbür taraftan kesin hüküm de sadir oluyor: 

Siz ve taptıklarınız cehennemin odunusunuz, 
oraya gideceksiniz.» 

Sahada bunların, tannlariyle beraber cehenneme 
hem de odun olarak gittiklerim seyrederken birden 
onlara şöyle bir delil hatırlatıldığını duyuyoruz: «Eğer 
bunlar tanrı olsalardı, oraya gitmezlerdi.» Bu, vicdanî 
bir delildir. Bu sahne vukubulmazdan nice çağlar önce 
olmuş gibi gösterilip hayale yerleştiriliyor ve sonra bu 
delil ile vicdanlara sesleniliyor! Sonra bunlar fi'len 
cehenneme sevk ediliyorlar. Onların cehennemdeki 
halleri tasvir ediliyor. 

Felâket ve azap karşısında akimi kaybetmiş 
insanın halki! Ve onlar ot Onlarm orada bir iç çekişi 
vardır işitmezler.» 

Onları burada bırakıyoruz ve onlardan tamamen 
uzak bu-hınan mü'minlerin yanma geliyoruz: «Onlar 
ondan uzaklaştırılmışlardır, onun hışıltısını bile işitmezler.» 
Hasis kelimesi de 

melodisiyle medlulünü tasvir eden 
kelimelerdendir. Deriyi ürperten, tüyleri diken diken 


294 



eden bir ses var bu kelimede.ateşin hasisi.» îste 
«Kendilerine bizden güzellik g< genler bunu işitmekten 
kurtulmuşlardır.» «O büyük korkudan» 

da emindirler. Üstelik melekler de kendileriyle 
arkadaşlık ediyor ki kalbleri tamamen mutmain olsun, 
içlerinde Feza'-i Ek-ber'in korkusu hiç kalmasın. 
Melekler şu selâmlama ile onların ruhlarına huzur ve 
güven sokuyorlar: 

İşte bu size va'dedilen gününüzdür.» 

Vs sahne, buna eşlik eden bir manzara İle 
bitiriliyor. B manzata şudur: Bugün gök, durulmuştur. 
Kitapçı nasıl oürer, katlarsa öyle durulmuştur. Uçları 
katlanmış, yüw sekliği toplanmıştır; yahut Kur'anda 
başka bir yerde 

Üzre tomar gibi yuvarlak durulmuştur. 

Bı bir inkılâp ve intiha sahnesidir. îlk yaratmağa 
başla dığımı gibi yaratmayı iade ederiz, yani tekrar 
yaratırız. Bir bizim va'dimizdir. «Bize söz olsun, biz bunu 
yapacağız.» 1421 

Mü'mînun Sukesi 143 i 

«Nihayet onlardan birine ölüm seldîgî «Kabbım, 
beni döndür. Belki ben geri birakt.ğon hayatta iyi Ur 


295 




amel işlerim.» Hayır, hayır! O bir kelimedir İd onu söyler, 
melerinden ise bir berzah varduta dirilecekleri ne kata 

«Sura üfürüldüğü zaman aralarında o gun 
nesepler yoktur bunu soruşturmazlar da. Kimin tartılan 
ağır gelirse «te elaha erenler onlardır. Kimin tartılan 
hafif gelirse, 19te nefislerim hüsrana uğratanlar, 
cehennemde ebedi kolanlar onlardır. Yüzlerini ateş 
yalar. Öyle ki( ateşin) içinde dişlen.Âyetlerim size 
okunmaz mı ve siz onları yalanlamaz Dediler: 
«Babbunız, bize şekavetimiz galip geldi ve biz sapkın 
bir millet olduk. Rabbımiz, bizi bundan çıkar, dönsek 
yine biz zalimleriz.» Buyurdu ki: «Sinin oraya, fconuşma- 
vrn' Zira kullarımdan bir zümre vardı ki: «Babbımız 
inandık; bizi bağışla, bize acı, sen merhametlilerin en 
hnyirhsısm.» diyorlardı da siz onlarla alay etmiştiniz. 
Nihayet size ben, akmayı unutturdular ve siz onlara 
gülüyordunuz. Ben bugün onan sabriariyle 
mükafatlandırdım. Kurtulup murada erenler onlardır 
onlar.. .. 

«Buyurdu: «Yeryüzünde ne kadar eğleştiniz?» 
Dediler. «Bir gün, ya da günün birazı, sayanlara sor!» 
Buyurdu: «Bilseniz, cidden pek az kaldınız. Biz sizi boş 


296 



yere mi yarathk ve siz biza dönmiyecek misiniz 
sandınız?» 

Sahne burada can çekişme manzarası, ölüm 
gelince tevbe -etme ve kaybedileni'telafi etmek İ6m 
tekrar dünyaya dönme isteğiyle beliyor. Biz manzarayı 
görür gibiyiz. Birden bu isteği red cevabı geliyor ama 
cevapta, temenni sahibine değil genel seyirciye 
hitabediliyor: «Hayır, bu bir sözdür ki soybyeiu odur!» 
Yani bu istek, manasız bir istektir, bunu söylıyene yar¬ 
dım caiz değildir. Ru söz şu korkunç hal dolayısiyle 
söylenmiş bir sözdür. Bu söz kabul edilmez ve bunun bir 
faydası olmaz. Bu anda ruh, bu sözün sahibini terk 
etmektedir: ötelerinde ise ta dirilecekleri güne kadar 
bir berzah (geçit) vardır.» 

Bu iki saha arasmdaki süre uzun sürmüyor. Hemen 
Sur'a üflendi, uyandılar. Uyandılar, fakat aralarındaki 
bütün rabıtalar üzülmüş: 

O gün aralarında nesepler yoktur.» Onları korku 
saikiy-le bir sükût kaplamış ki sorma. Hiç konuşmuyor, 
öyle duruyorlar. Birbirlerine bakmıyorlar bile. 

Bir biri erini sormuyorlar.» Sonra söz iyiliklerin ve 
kötülüklerin tartılmasına geliyor. Önceki bir sahnede 


297 




geçtiği üzre, Günah ve sevabm tartılması maddî bir 
şekilde gösterilmiştir. Bu da uzun sürmüyor ve yeni bir 
sahne başlıyor: 

Tartı işi sür'atle bitmiştir. Şimdi «nefislerini ziyana so¬ 
kanların adımlarını izliyelim.îgte sudurlar: 

Yüzlerini ateş yahyfcr ve onlar onun içinde öyle ki 
dikleri sırıtıyor.» Bu maddî azap bir kefede, karşılaştıkları 
azar, tahkir de öbür kefede. Şimdi şu uzun konuşmayı 
dinliyelim: 

Size âyetlerim okunmaz mıydı ve siz onları 
yalanlamaz mıydınız?» Burada kendilerine konuşma 
fırsatı veriliyor gibi geliyor. Arzularına müsamaha 
edilmiş gibi oluyor. Ricalarının kabulü için itiraf 
ediyorlar: 

Rabbımiz, şekavetimîz bize galip geldi, hakikaten 
biz bir kavim idik.» Dediler.» Bu acı bir itiraf, içinde 
şekavet bulunan bir itiraf: 

Rabbınuz, bizi bundan çıkar, dönsek de yine 
zalimleriz.» Şimdi artık bu sözleri ile haddi aşmış, 
terbiyesizlik etmiş oluyorlar. Çünkü kendileri yalnız 
sorulan soruya cevap vermeğe izinlidirler. Hattâ belki 


298 



de bu soru, hiç cevap istenmiyen bir sorudur. Bunun 
için şiddetle tersleniyorlar: 

Oraya sinin ve konuşmayın.» Sessiz durun, zelîl, 
mekhurlar gibi susun. Zira siz, bulunduğunuz hali hak 
etmişsinizdir. Çünkü benim kullarımdan bir fırka vardır ki 
şöyle derlerdi: 

:Rabbımız, inandık, bizi bağışla, bize acı, sen 
acıyanların en hayırhsısın.» Siz o kullarımla alay ettiniz 
de onlar size beni anmayı unutturdu (Yani onlarla 
uğraşmanızdan, alay etmenizden dolayı beni anmayı 
hatıra getirmediniz.) Onlara gülüyordunuz. «Sizin 
suçunuz, yalnız nefsinize münhasır Yalnız inkâr etmekle 
kalmadınız, üstelik mü'minlerle, Allah in rahme nivaz 
edenlerle alay edip onlara gülecek kadar alçaldınız.» 

Şimdi bakın, ben onları sabırlarına karşılık 
mükâfatlandırdım. Onlardır, kurtulanlar onlar!» 

Bu ağır reddi ve bu reddin sebeplerini 
açıkladıktan sonra ki bu açıklamada da ayrı bir azar 
ve hakaret vardır yeni bir soru başlıyor: 

Dedi: Yeryüzünde seneler sayısınca ne kadar 
kaldınız?» Ne kadar kaldıklarını bilmiyerek cevap 
veriyorlar: 


299 



Birgün veya bir günün birazı kadar bir zaman 
kaldık.» O 

kadar umutsuz, o kadar üzgündürler ki orada çek 
kalmışlar, az kalmışlar bir değeri yok. 

Sayanlara sor.» Biz hesap edecek durumda 
değiliz. Onların bu sözlerine şöyle cevap veriliyor: «Siz 
muhakkak fazla kalmadınız. İlerideki zamana kıyasla 
pek az kaldınız. Sizi çabuk dirilttik: 

Bizim sizi boş yere yarattığımızı ve sizin tekrar bize 
döndürülmiyeceği mi sanmıştınız» da inkâr ve fücura 
saptınız? Şimdi bakın sizin sandığınız nerede ve siz 
neredeniniz! H41 

Secde Suresini 

1- «Suçluları bir görsen, Bablan indinde baslarını 
öne düşürmüş dururlarken, Rabbımız, gördük, işittik, bizi 
geri döndür, salih amel işliyelim; artık inandık!» 

2 - «İman edip salih ameller işliyenlere gelince 
onlar için amellerine karşılık bir ağırlama olarak Me'va 
cennetleri var. Fisk edenlerin gideceği yer de ateştir. 
Ne zaman oradan çıkmak İsterlerse tekrar gerisin 
geriye oraya çevrilirler ve onlara: «Yalanlamakta 
olduğunuz ateşin azabını tadın» denilir.» 


300 



1- Birinci sahne, Rabları indinde başlan öne 
düşmüş suçlular sahnesidir. Utançtan alınları kalkmıyor, 
zilletten gözlerini çevirip bir tarafa bakamıyorlar. 
Sahneyi ihya için tema, hitap üslûbuna geçer. Bu 
vaziyette duran suçluların şöyle yal-vardıklarıni 
işitiyoruz. Bu yakarının ilk cümlesi, sanki sahnenin 
perdesini açmaktadır. Açıyor ki suçluların, öyle başı 
öne düşmüş vaziyetini görelim ve onların şu sözlerini 
işitelim: 

Rabbmıız, gördük, işittik. Bizi döndür, salih amel 
işliyelim. Biz artık yakînen inanıcılanz.» Şimdi iş işten 
geçtikten sonra ha?! 

2 - İkinci sahne. Medenî âyetlerdedir. Yeri Medenî 
Su-relerdeki kıyamet sahneleri arasındadır. Onun içir. 
Medenî surelere geldiğimiz zaman bunun üzerinde 
duracağız. Âyetlerin Medep'i olması, bunlann yerini ve 
tertibini Medenî surelere göre kıyaslamamızı 
gerektirmez. Yalnız biz düşünüyoruz ki bu âyetlerde arz 
edilen sahne, ileride gelecek olan Medenî Hac 
süresindeki sahneye çok benzer. Ve bizim kanaatimize 
göre birbirine benzer veya birbirine yakın sahneler, 
birbiri peşinden nazil olan surelerde gelmektedir. Ama 


301 




bu fikrimiz, sadece bir tahmîn ve faraziyedir. Çünkü 
nüzul tertibinde tam kesinlik yoktur. Hangisinin, 
hangisinden önce veya sonra geldiğini kesinlikle 
bilmek pek mümkün değildir. İnşallah okuyucu. Hac 
süresindeki sahneyi arz ederken bu sahneyi orada 
görecektir, hsi 

Tur Suresi^ 

«Tura andolsun; yapılmış ince deri üzerine satır satır 
yazılmış kitaba andolsun; ına'ımır eve (Kabe'ye) 
andolsun; yükseltilmiş tavana ve kaynatılmış denize 
andolsıuı ki: Muhakkak Kabbuı azabı vukubulacaktır. 
Onu defedecek bir şey yoktur. O gün ki gök bîr 
çalkanış çalkanır ve dağlar bir yürüyüş yürür, İşte o gün 
yalaıılayıcıların vay haline. Onlar ki daldıkları bir 
batakta oynayın) dururlar. O gün cehennemin ateşine 
itilip kakılırlar: İşte sizin yalan deyip durduğunuz ateş. Bu 
sihir mî, yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın ona.,, 
ister sabredin, ister etmeyin, sizin için birdir. Her 
yaptığınızın cezasını çekeceksiniz. 

«Fakat o Allah'tan korkanlar, cennetler ve nimetler 
içinde, Kablerinin kendilerine verdiğiyle zevk-u safa 
sürerler. Kabları onları cehîm azabından korumuştur. 


302 




«Yaptıklarınıza karşılık şimdi afiyetle yeyin, için. Sıra sıra 
dizilmiş koltuklara dayanarak.» Onları güzel, iri gözlü 
hurilerle de svîendirmişiz-dir. O iman edenler ki 
arkalarından zürriyetferi de iman İle kendilerine tabi 
olmuştur. Onları zürriyetlerine katmişızdır. Kendilerinin 
sevabından da bir şey eksiltmemişizA. Herkes 
kazandığına bağlıdır. Onlara bîr meyva ve iştahlarının 
çekeceği bir et yetiştirmişizdir. Orada bir kadeh 
çekiştirirler ki onda ne bir saçmalama vardır, ne de bir 
günaha sokmu. Kendilerine mahsus, saklı inci gibi 
ğibnanlar da çevrelerinde döner. Birbirlerine dönmüş., 
soruyorlar: «Dediler: Biz ailemiz içinde korkardık. Allah 
da bize lütfetti ve bizi o Semum azabından korudu. Bî? 
bundan önce O'na duâ ediyorduk. Doğrusu o çok iyî 
ve çok merhametlidir.» 

Bu sahnelerde bir çağrısını vardır. Suretlerin, 
hatıraların çağrışımı. Bu çağrışım o kadar ince bir 
şekilde yapılmaktadır ki ancak ince sezgili, tecrübeli bir 
duyu bunu anlıyabiîir. Zahiren aralarında uzak 
münasebetler bulunan muhtelif resimlerin ve 
hatıraların birbirleriyle nasıl ince bir çağrışım halinde 


303 



bulunduklarını, birbirlerini nasıl hatırlattıklarını insan 
derhal fark eder. 

Burada, bazı şeylerle, bazı şeylerin 
vukubulacağına yemin edilmektedir. Birinci kısım ile 
ikinci kısım eşya arasında bir çeşit -çağrışım ve uyum 
mevcuttur. Âdiyât ve «Mürsclâb surelerinde buna 
benzer iki ecşil tedai ve uyum daha geçmişti. Tabii o 
surelerin çağrışımları arasında bazı farklar vardı. 

Şimdi burada Tur'a yemin edilmektedir. Bu, -Kur"an 
okuyan kimseye Musa kıssasını ve ona dağda yazılan 
levhaları hatırlatır; Tur'a yeminden sonra Rakk-i Menşur 
üzerine satır satır yazılmış kitaba yemîn edilmektedir. Bu 
birimci çağrışım. Bunları takiben Beyt-i Mâ'mur'n. yemin 
edilir. Beyt-i Ma'mur, müslür.ıanîarca mukaddes olan 
yerdir. Tur da Muna İçin mu kaddes olan yerdi. Bu da 
ikinci çağrışım. Sakf-i Meıfu'a yemin edilmektedir. 
Burada Sakf-ı Merfu' ile gök kasdsdilmektedir. Bu da 
önce zikredilen şeylerin manen böyle yüksek olduğunu 
hatırımıza getirir. Sakf tavan demektir. Hem lâf zan 
hem de tasvir bakımından Beyt (ev) kelimesiyle 
çağrışın teşkil eder. Bu da üçüncü çağrışım. Bahr-i 
Mescura yemin edilmektedir. Bu da tasvir bakımından 


304 



gök ile çağrışım yapar. Deniz deyince gök hatıra gelir. 
Bu da dördüncü çağrışım. 

Bu çağrışımlar, yemine mahsus olan birinci 
kısımdadır. Üzerine yemin edilen şeylerdeki çağrışıma 
gelince orada da resimler ve hatıralar aynı ahenk ile 
birbirlerini hatırlatırlar. Şöyle ki: 

olsun» 

Tur'a andolsun ve satır satır yazılmış kitaba azabı 
muhakkak vaki olacaktır onu defedecek bir şey 
yoktur.» dedikten sonra azabın vaki olacağı günün 
sahnelerini göstermeğe başlıyor: 

O gün gök bir çalkanış çalkanır.» Bu, Sakf-ı Merfu' 
(yüksek tavan) ile çağrışım halindedir.» 

rDağlar bir yürüyüş yürür.» Bu da Tur ile çağrışım 
halindedir. 

: Veyl o yalanlayıcılara ki onlar bir bataklıkta 
oynuyorlar.» 

Havd (bataklık) kaynatılmış deniz ile çağrışım 
halindedir. Resimler ve hatıralar arasındaki bu gizli 
çağrışımı sncak ince duygulu bir his sezebilir. Bu 
çağrışım, sahnelere ve manzaralara ayrı bir ahenk 
katar. 


305 




Bu yeminden sonra azap tasvir edilmekte, 
ınükezzipleri bekliyen o veyl, tafsiHtiyle anlatılmaktadır: 
Igte gunlar 

Cehepnenıin ateşine kakılıyorlar» 

lâfzı, sesinin toniyle manasını tasvir ediyor. 
Dinleyici, mükez-ziplerin sırtlarımdan tutulup şiddetle 
cehenneme itildiklerini duyuyor. Sırtlarına pençe inince 
(A 1 .) diye bir ses çıkardıklarını görür gibi oluyor. Bu hal, 
onların dünyadaki havd ve lu'b halleriyle uyumludur. 
Bunlar yakalanıp şiddetle cehenneme savrulurken 
kendilerine cehennem gösterilerek: 

İşte yalanlamakta, olduğunuz ateş!» deniliyor. 
Sonra tahrir üslûbundan alay üslûbuna geçiyor: 

Bu sihir mî, yoksa siz görmüyor musunuz?» Bu 
ğözünüzl gördüğünüz sihir mi? Siz âyetlere ve bunların 
başında Kur' an'a sihir diyordunuz. Bunlar sihir mi, yoksa 
siz kör olmuştu nuz da gözünüzün önünde duran şeyi 
göremiyor idiniz' Sonra siyak, emir ve takrire intikal 
ediyor: 

Oraya girin» ister sabredin, ister etmeyin, sizin için 
birdir.» Bundan kurtuluş ve kaçış yok. «Ne yaptınızsa 


306 






onunla cezalanıyorsunuz.» Bu mukarrer bir cezadır. 
Sebepleri vardır, değişmez, 

Kur'an âdetine göre azap vp naîm birbiri yaiunda, 
ekseriyetle karşılıklı (zıd-simetrik) olarak gösterilir. Önce 
biri, sonra diğeri arz edilir. Siyak burada naîm sahnesin: 
arz ediyor. Burada naîm maddî ve manevidir. Bunun 
benzerleri önce anlatılmıştı. Yalnız burada bir yenilik 
var, o da ant. babaya tabi olan iyi zürriyetin 
zikredilmesidir. Bu, ne onların, ne bunların sevabından 
bir şey eksiltmiyor. Bunlar onlara katılmakla onlarıa 
derecesi azalmıyor. 

Naîm evinde müttekilerin içecekleri kadehi ifade 
eden yeni bir tabir dikkatimizi çekiyor. Onlar 

Onun için niza ediyorlar» Halbuki rıza evinde niza 
olmaz. Ancak bu niza, kavga değil, fazla sevinç ve 
hoşnutluktan aralarında dolaşan müşterek kadehe 
gösterdikleri meyli gösteriyor. Biri içiyor, ötekine veriyor, 
içenler usanmıyor, yine içmek için büyük bir sevinç ve 
iştah içinde bekliyorlar. Kadeh o kadar tatlı ki âdeta 
kapışıyorlar. Ama bu kavga değil, ziyade muhabbet 
ve safa. Sonsuz bir neşe ve sevgi. Keza bu kadehi 


307 



dolaştıran ğilman (genç hizmetçiler) de dikkatimizi 
çekmektedir. Bu ğilman, naîm ehline aittir; 

Çevrelerinde kendi ğulâmları dolaşır. Bunla? 
,güzellikten ve korunmaktan dolayı »anki sakh inci 
gibidirler.» Kadeh de: 

Onda ne bir boş söz ve ne de günah işletme 
(saçmalatma, azdırma) yoktur.» Dünya şarabını 
içenler, boş sözler söyler, saçmalarlar. Günaha 
yönelirler. Bu boş sözler ve günaha itme sanki içtikleri 
kadehin kendisinde var gibi tasvir edilir. İşte cennet 
kadehinde böyle boş söz ve günaha sokma yoktur. O 
boş sözden, günahtan temiz. Tertemiz, dupduru! 

Son sahne, yüksek tahtlara dayanarak doyurucu 
güzel kadehlerle şarap içenler, nefis meyvalar yiyenler 
arasındaki sohbet sahnesidir. Sohbet ve hatıraları 
anlatma sahnesi: 

Birbirlerine dönmüş, soruyorlar» Bugün safâsını u 
nimetlerin sebeplerini soruyorlar sürdükleri 

Dediler: Biz ailemizin içinde korkardık.» Bugünden 
ve bunla olaylardan korkardık ve biz «Ailemizin iğinde» 
inanıcılar İdik.» Allah da bize lütfetti ve bizi Semtim 
azabından koruda. 


308 



falanlayacıların yaslandığı o azaptan: 

Biz bundan önce O'na yalvarırdık. Şüphesiz O, iyi 
ve çok merhametlidir.» işte bugün bu nimet içinde 
bulunuşumuzun sırrı budur. 

Bu sahne ile zevk tablosu tamam oluyor. Bütün 
zevkler var bunda: His zevki, hatıra zevki, iç zevki, i^sı 

Mülk Suresi m 

1 - «Rablarmı inkâr edenler için cehennem azabı 
vardır. Ne kötü bir âkibettir o! Oraya atıldıkları zaman 
onun bir öfkeli homurtusunu işitirler, kaynıyor, az daha 
öfkeden pathyacak. Her topluluk, içine atıldıkça onun 
bekçileri sordu: «Sİ ze bir uyarıcı gelmedi mi?» Dediler: 
«Evet bize bîr uyarıcı geldi ama biz yalanladık ve Allah 
hiçbir şey indirmedi, siz ap açık bir sapıklık içindesiniz 
başka değil dedik.» Ve dediler ki: «Eğer biz işitseydik 
veya düşünseydik bu saîr (cehennem) liklerin içinde 
ohnazdık.» Günahlarını itiraf ettiler. O halde çılgın alevli 
cehennem ashabı kahrolsun. Fakat görmediği halde 
Rablarından korkanlar var ya işte onlar için bağış ve 
büyük ecir vardır.» 

2 - «Derler ki: Eğer doğru iseniz bu va'd ne zaman? 
De ki: Bilgi ancak AHaVm yanındadır. Ben sadece 


309 



açık bir uyarıcıyım. Onu yakın gördükleri zaman inkâr 
edenlerin yüzleri kötüleşti. Ve işte sizin çağırdığınız şey 
budur dendi» 

Teşhis, tasvir çeşitlerinden biridir. Tabloya canlılık 
verir, camid eşyaya ve hatıralara insan, şahsiyeti 
varerek hisse daha iyi nüfuz etmesini, ruhu daha güzel 
etkilemesini temia eder. Bu sahnede cehennem, 
hareket eden bir canlıdır. İnkâr edenîei- ona atılıyorlar. 
Kâbusa atıldıkları gibi. O da öfkeden patlar bir şekilde 
bunları homurtu ile karşılıyor. İçi öfke dolu. Öyle ki 
âdeta her tarafından kin fışkıracak gibi. 

Bu kalbleri çarptıran, tüyleri ürperten bir sahnedir. 
Onlar, kendilerini böyle homurtu ile karşılayan, kinden 
âdeta patlar hale gelen bu kâbustan son derece 
korkmuş iken bekçilerinin de her atılana herkese aynı 
suali sorduklarını görüyoruz. Hepsine aynı suali 
soruyorlar, çünkü hepsinin hali Tjirdir: 

:Size bir uyarıcı gelmedi mi?» Buna zillet ve utanç 
içinde cevap veriyorlar: «Evet! Bize bir uyarıcı geldi. 
Fakat biz yalanladık.» Hattâ inkârda direndik, ona 
hakaret de ettik: 


310 



Ailah hiçbir şey indirmedi, siz ancak açıkça 
sapıldık içinde-' siniz, başka değil» ey uyarıcılar. Doğru 
yol bizim yolumuzdur dedik. Sonra bakıyoruz ki itiraf ye 
zillet dalgası devam ediyor, kendilerinden işitmeyi, 
düşünmeyi de kaldırıyorlar: 

Dediler: Ah eğer biz işitir ve düşünür olsaydık, Sair 
ashabı arasında bulunmazdık.» Zira Saft-e, ancak 
hidayet sözünü işiten kulağını ve insanı hakka götüren 
akimi kaybeden gider. Başkası gitmez. 

Günahlarını itiraf ettiler. Kahrolsun Saîr ashabı!» 

Diğer tarafın haline Özetle işaret ediliyor: 

Görmeden Rablarmdan korkanlar», işte «onlar için 
mağfiret 

ve büyük ecir vardır.» 

2 - «İkinci sahne çeşit itibariyle garip bir şekilde 
tamamlanıyor: Onlar âdetleri veçhile âhiret gününü 
yalanlıyorlar ve şüphe ediyorlar: 

Derler ki: Eğer doğrn iseniz bu va'd ne zaman?» 
Cevap şu: 

Bilgi ancak Allah'ın yanındadır.» Bu cevap 
söylenirken öyle 


311 






hissediyoruz ki bu, ö ılann, o bilinen, günün 
vukubulduğundan 

habersiz bulundukları bir sırada söyleniyor ve 
söylenir söylenmem onlar, birden cehennemi 
kendilerine yakın görüyorlar. Şaşırıyorlar, soruyorlar 
birbirlerine. Tabiatiyle bü tahyîldir. 

Fakat söz akışı, sahneleri sür'atli bir şekilde 
döndürerek fikri buna hazırlıyor: 

:Onu kendilerine yakın gördüklerinde 
küfredenlerin yüzleri kötüleşti.» Sanki kötülük yüzlere bir 
atlıyor ve yüzler kotüle-şiveriyor, matlaşıyor: 

İşte iddia ettiğiniz şey budur:» deniyor. 

Sahnenin bu şekilde ani vukuu, histeki tesirini kat 
kat artırır. Çünkü bu, hiç ummadıkları bir zamanda 
başlarına geliyor» Hattâ onlar ne zaman .gelecek, ne 
zaman olacak deyip dururlarken birden geliveriyor! isoı 

Hakka Suresi 

«Hakka. Nedir Hakka? No bildirdi sana Hakka 
nedir? Semud ve Ad o Kari'ayı yalanladı. Bu yüzden 
Seıaud, Tâğiye ile öldürüldüler. Ad ise dondurucu, 
azgın bir fırtına ile. (Allah) unu, yedi gece sekiz gün, 
köklerini kesmek üzere onlara musallat etti. Bir de o 


312 




kavmi o müddet zarfında jılolakalmis-lar, ve sanki içleri 
kof hurma kütüklerine dönmüşler görürsün. Şimdi 
onlardan bir kalıntı görebiliyor musun? Fir'avn ve 
ondan öncekiler ve alt üst olmuş kasabalarda 
oturanlar da o suç ile gelmişti. Rablarının 
peygamberlerine isyan etmişlerdi. Bunun üzerine 
Rablan onlan şiddeti artıkça artan bir şekilde yakaladı. 
Su taştığı zaman, sizi süzülen gemide taşıdık ki bunu 
size bir öğüt yapalım ve anlayışlı kulaklar bunu anlasın. 
Sura bir üfürüş üfürüldüğü, Arz ve dağlar kaldırılıp bir 
vuruşla birbirine çarpıldığı zaman, işte o gün o vakia 
olmuştur ve gök yarılmış da o gün, porsumuş, sarkmıştır 

«Melekler onun çevresindedirîer; o gün Rabbının 
Arşını onların üstünde sekizi taşır. O gün huzura arz 
edilirsiniz, sizden hiçbir şey gizli kalmaz. 

«Kitabı sağından verilen der ki: «tşte alın, kitabımı 
okuyun. Ben hesabıma kavuşacağımı sanmıştım.» O, 
hoşnudedici bir yaşayış içindedir. Salkımları yakın 
yüksek cennettedir. Geçmiş günlerde yaptığımız 
amellere kargılık afiyetle yiyin,için. 

«Kitabı solundan verilen ise der ki: «Ah keşM bana 
bu kitabını verilmeseydt Keski ben bu hesabıma 


313 




ulaşraasaydim. Âh keski ölüm, işimi bitirmiş olsaydı. 
Malım beni koruyamadı, kudretim elden gitti.», «Tutun 
onu, bağlayın onu, sonra cehenneme yaslayın onu, 
sonra yetmiş arşın boyunda bir zincire vurun onu. Zira o 
büyük Allah'a inanmıyordu. Yoksulun yiyeceği ile 
ilgilenmiyordu. Bugün onun için burada bir dost yoktur. 
Kanlı irinden başka yiyecek yoktur, onu ancak günah¬ 
kârlar yer.» 

al-Hâkka, kıyamettir. Bundan sonra Âd ve 
Semud'un yalanlamasından bahsedileceğinden 
dolayı bu kelimenin seçilmesi mana bakımından daha 
güzel düşüyor. Onların yalanladığı kıyamet Hâkkadır. 
Yani gerçekleşecek olan şeydir. İlâhî adaletin, hayır ve 
şerre terettübeden cezanın tahakkuk edeceği bir 
vakiadır. Biraz sonra izah edileceği. 

Bu lâfzı seçmenin tasvir bakımından büyük hikmeti 
vardır. Zira bu kelime, kendine has bir tona sahiptir. Bu 
kelime, tıpkı büyük bir ağırlığı kaldırıp sonra yerine 
bırakmağa benzer. Ha'nra, elifle yukarı çekilmesi 
ağırlığı yukarı kaldırmak gibidir. Ondan sonraki şeddeli 
kat ve kafa bağlı olan sakin tâ ağırlığın yerine 
bırakılmasıdır. Ha, elifle yukarı kaldırılıyor, kafa vurunca 


314 



zak diye yerine oturuyor. Sonundaki durmayı temin 
eden yuvarlak hâ ise ağırlığın iyice yerleştiğini göste¬ 
riyor. (Kur'an kelimelerinin ve cümlelerinin tonu, 
manayı tasvir etmekte ve mananın hisse tesirinde 
büyük rol oynar.) «al-Hâkka» kelimesi üzerinde 
söyliyeceklerimiz bu kadardır. Şimdi ufuklarımızı daha 
genişletip bütün siyaka bakalım: 

Bu âyetlerde bütün hava korkutma, tervî, büyük 
göstermedir. Bu şekildeki ifade hisse bir taraftan büyük 
İlâhi' kudret şuurunu duyururken diğer taraftan da bu 
kudrete Hîsbetle şu insan varlığının pek zayıf ve pek 
cılız olduğunu siiîatır. Kelimeler, tonlanyle, manalariyle, 
terkipteki hey'eti mecmuasiyle ve bütün terkibin 
delaletiyle bu havayı yaratmağa vir etmeğe 
iştirak.eder: Tek bir kelime ile başlıyor: 

Nedir o Hakka?» Bu olayı idrak sahasından dışarı 
çıkarmak ve olayı büyük zihinlerde büyütmek için 
bir soru getiriyor: insanın kendi kendine tahmin edip 
bunu bilemiyeceğini söylemek suretiyle olayın korku ve 
dehşetini, muazzamlığını daha da artırıyor: 

:Sana üe bildirdi o Hakka nedir?» Ve seni bu soru 
ile baş başa bırakıyor, cevap vermiyor. Seni 


315 



anlamiyacağm ve anlamana imkân olmıyan korkunç 
bir hal karşısında bırakıyor ki, bu muazzam olayın 
korkusunu anhyasın, biraz düşünesin, bu güç yetmez 
hal etrafında dolaşasin. :Semud ve Âd, Karîa'yı 
yalanlamıştı!» 

Sen al-Hâkka'yi bilmiyorsun, işte o, Kari'adırî Nasıl, 
duyularının kapısını çalmağa başladı mı? Tesirini 
duydun mu? Âd vs Semud bu Kari'ayı (bu kapı çalanı) 
yalanlamıştı. Sonunda ne oldu? 

Semud, Tağiye ile öldürüldüler. Âd ise dondurucu 
azgın bir fırtına ile helak edildiler.» Tağıyenin tonunda, 
manası gibi tuğ yan (azgınlık, örtme ve boğma) vardır, 
ar-rîhu's-sarsaruıl-â-tiye de böyle bir tona sahiptir. Her 
ikisi de Kari'adan daha hafif ama bunlar Karia'yı 
kavramana yardım ediyorlar. Çünkü ikisi de Kari'a 
cinsindendir. İşte Âd ve Semud'a bu dünyada böyle 
hükmedilmiş, onlara bu Karia'nın bir parçası, bir cüz' 
iyle azabedilmişti. al-Hâkka'yi tasvirden idrakin âciz 
iseki âcizdir- o halde Sayha-i Tâğiye ve Rîlı-i Âtiye'yi 
düşün. Bunlar da o Hâkka'nm küçük bir örneğidirler. 
Bunların" isimleri ve vasıfları sana bir korku ve ürperti 


316 



verse de. Bir korku ki o körkuyu şü acaip tablo, 
duyularına naklediyor: 

Yedi gece sekiz gün süren, herşeyi altüst eden 
şiddetli fırtma manzarası ve ona yakalanıp içi boş 
hurma ağaçları gibi yıküan milletin manzarası. Bak işte 
onları görüyorsun, tablo karşısında Kavmi onda Bor'a 
görürsün.» 

Onların bir kalıntısını görüyor musun?» Hayır! Hiçbir 
kalıntı, hiçbir iz yok. O halde düşün, ibret al, hissin bu 
korku ile dolsun, ruhun meçhul gaybe iman etmeğe 
açılsın. 

Sonra sana başka bir sahne daha. Belki bu al- 
Hâkka'nin dehşetini, al-Kari'anm korkunçluğunu daha 
iyi belirtir. Fir'avn ve ondan önce gelenler, malûm Lût 
kavmi kasabaları o yanlış işi getirmişlerdi. Sanki o iş, alıp 
getirilen görülür, tutulur bir cisim. îlr'avn ve ondan 
öncekiler ve kasabalar o hatayı getirdiler.» 

Günahı tutup getirdiler. 

Rablannın resulüne isyan ettiler.» Bunlar bir tane 
değil birkaç peygamberdir ama hepsi bir tek 
peygamber mesabesindedir. Zira hepsi de bir tek 
İlâhtan, bir tek risaleti getirmişlerdir. 


317 




Allah onları gittikçe artan bir şiddetle yakaladı.» 
Burada ya kalama «râbiyedir.» Yani şiddeti artan bir 
ya kalay ıştır. Tâğiye ile uyum teşkil etsin diye bu kelime 
seçilmiştir. Azgınlık nasıl büyür, artarsa bu da Öyle 
artıyor. İkisi de şiddetleniyor, artıyor, taşıyor, 
mahvediyor. Manzaralardaki uyum, büyük tabloda da 
vardır. 

Madem ki korkunç tablolar, sahneler 
anlatılmaktadır! halde tufan, bu sahnelere gayet 
uygun düşer: 

Biz, mı azdığı zaman sizi süzülen (gemi) de taşıdık.» 
ki bu olay, gizin için ibret olsun, ondan öğüt alasınız, 
anlıyan kulaklar bunu duysun, bellesin. 

Şimdi artık mahdut olan beşer hissi, o Hâkka'nm 
gayrı mahdut korkunçluğunu idrake hazırdır. Şimdi his, 
bu azgın, artıcı; herşeyi altüst edici korkunç tabloları 
seyretmeğe hazırlanmıştır. İşte zaman geldi, büyük 
gösteri için herşey tamam. Perde açıldı: 

Sur'a bir üfürüş üflendiği. Arz ve dağlar kaldırılıp 
birbirine bir çarpıldığı zaman, işte o gün o vakia olmuş, 
göiî yarılmış, o gün o, (pörsümüşj sarkmıştır.» Bütün bu 


318 




olayların cereyan ettiği büyük sahneye bakıyoruz, ne 
görüyoruz? 

Hakka, Karia, Tağiye, Âtiye, Râbiye, Dekke-i 
vahîâe ve Vakia arasında çok bedö bir uyum 
görüyoruz. Kelirairferde, tonlarda uyum, manzaralarda 
uyum. Hepsi ayaklanan, ajan, herşeyi altüst eden bir 
hali insanın göm önüne getiriyor. Bunlar insan ruhunu 
genişlemesine ve derilemesine doiduruyor ve insanı ta 
derinden sarsıp titretiyor. 

Hiçbir sanatkâr ressam, yüksek azgın sayha, 
Jıerşeyi altüst eden azgın tayfun, şiddeti gittikçe artan 
kuvvetli yakalama, sularında gemilerin yürüdüğü azgın 
tufan, korkunç tek nefha, un ufak eden tek çarpış ile 
Vakıa vak'ası ve yarılmış sarkmış gök arasında bulunan 
bu fevkalâde uyumdan daha güzel bir uyum 
bulamaz. Bunlar hep aynı renkter., ayni hacimden, 
ayni nağmeden şeylerdir. Hepsi o büyük tabloyu mey¬ 
dana getiriyor. Kur'an'in istediği o genel hüdâyı 
resmediyor. 

Bir an için fırtına diner, sükûn avdet eder gibi 
oluyor. Heybetli ve sakin bir sahneyi başlatmak için bu 
aükûn gerekmektedir. Yine korku var ama durgun, 


319 




sakin bir korku. Kalkan, kabaran, dalgalanan korku 
dindikten sonra sakin korku sahnesi başlıyor: 

Melekler onun cevresindedir. O gün Rabbuun 
Ardını onların üstünde sekiz (melek) taşır. O gün arz 
edilirsiniz, sizden hiç birşey gizli kalmaz.» 

işte biz, ahzı seyrediyoruz. îslâmın en çok tecrid ve 
tenzih istediği ülûhiyyet zat ve sıfatına dair yerde bile o 
arz, hayalî olarak tecsîm edilmiştir. Maksad, o manayı 
güzel kav-ramaınızdir. İslâm burada tecrid ister fakat 
hissi nyarmak, vicdanı etkilemek için tasvirî ifade 
burada tecsîm metodunu seçer. 

Burada gök yarılmıştır, porsumuş» sarkmıştır. Bu 
büyük İlâhî gösteride melekler semanın etrafına 
dağıtılmıştır. Burada Arş-Rabbın Arşı-, hepsini azîm bir 
vakar içinde gölgeliyor, bunu taşıyıcıları taşımaktadır ki 
bunlar sekiz tanedir. Sekiz melek veya sekiz saf melek. 
Semâniye'deki musikî tonu bütün fasılaların toniyle 
ahenklidir. Burada kasdedilen, asıl sayı değildir. 
Sahnenin uyumunu temiri etmek ve sayılanların çok¬ 
luğunu belirtmek için sekiz adedi zikredilmiştir. Bu sayı, 
gerçek sekiz değil, çokluk ifade eden bir kelimedir. 
Burası hüküm meclisidir. Kalabalık tamam, salon doldu. 


320 



Gösteri başlasın. Bu büyük kalabalık içinde dışta ve 
içte hiçbir gizlinin kalmıyaca-ğı herşeyin meydana 
çıkacağı gösteri. 

Mücessem arzı tamamlamak için gösterilenler 
bölümlere ayrılıyor. Orada sağdan verilen bir kitap var, 
soldan verilen bir kitap var. 

Kitabı sağından verilen İmse» sevinç ve 
iftiharından o geniş sahneye sığamaz oluyor: 

Diyor: Ha işte kitabımı okuyun». Kari'adan çok 
korktuğumdan dolayı «Hesabımla karşılaşacağımı 
(hesaba çekileceğimi) sanmıştım». Birden baktım ki 
gufran ve nimetle karşılaştım. Sonra bu güzel 
armağaniyle mesut arkadaşımızın hali, bütün 
seyircilere gösteriliyor: 

O, lıosmuledici bir geçim içerisindedir. Salkımları 
yakın sek bir cennette.» Bu maddî nimetin yanmda 
manevî ikn da nail oluyor. îşte yücelerden şunu 
duyuyoruz: 

Geniş günlerde yaptığınız amellere karşılık yeyin, 
için.» Güzel amellerinizle siz bu ikramı hak ettiniz. 

Sahanın'diğer taraf ma bakıyoruz. Kitabı solundan 
verile nin halini görelim diye. Bakıyoruz ki: Adamcağızı 


321 



hasret kaplamış, sırtına pişmanlık binmiş. Perişan, bitkin. 
Şimdi kulak verelim', nasıl yakınıyor, nasıl dövünüyor. 
Sanki sahnede ondan bışka kimse yok. Bütün hareket 
durdu. Yalnız o çırpınıyor: 

Ah keski bana kitabım verilmeseydi, hesabıma 
yetişmeseydim. Ah keski ölüm herşeyi bitirmiş olsaydı, 
ölseydim de buna görmeseydim. Malım bana hiçbir 
fayda vermedi, kudretim elden gitti!» Fakat bu adam 
ne sahneyi terk etmek istiyor, ne de bu yakınmadan 
susmağa niyeti var. Ne olacak? Sahne böyle uzatılıyor 
ki o halin tesiri insan ruhuna işlesin, insan bu acı 
feryattan, etkilenip bu halden korunsun. Bu gaye 
tamamlan-: diktan sonra reddedilemiyen yüce emri 
duyuyoruz. Aman soluklarımızı tutalım, sessizce 
dinliyelim: 

Tutun onu, bağlayın ona. Sonra cehenneme 
yaslayın onu. Sonra boyu yetmiş arşın olan zincire 
vurun onu!» Burada her-şey mufassal, uzun anlatılmış. 
Edebî güzellik, vicdanî tesir, din! gaye bunun böyle 
olmasını gerektirir. Durumun uzaması, kasdedilen 
gayeyi gayet güzel tasvir ediyor. Burada kelimelerin 
tonu, ibarelerin ika'ı, boyu yetmiş arşın olan zincirle 


322 




sahneyi uzatmakta rol oynuyor. Bir arşın zincir de yeter 
ama böyle herşeyi uzun göstermek, seyirciler önünde 
sahneyi uzatıp onları etkilemek içindir. Sahnenin 
uzaması da burada ayrı bir uyum teşkil eder. 

Uzun pişmanlıktan, yakınmadan sonra yücelerden 
ulvî emir sadir oluyor. Sadir olan reddedilmez bu yüce 
emirle de iş bitmiyor, adamı azarlıyarak, başına 
kakarak suçunu bütü seyircilerin gözü önüne seriyor; 

O, büyük Allah'a inanmıyordu, fakirin yemeğiyle 
ilgile yordu». Tutulup zincirlere vurulduktan sonra buna 
ne ceza ve lecek acaba? Bunu arz sahasında 
bulunan herkes öğrenecekti 

Bugün onun için bir dost yok, ancak günahkârların 
yiyeceği ğislin ısı den başka da yiyecek yoktur.» Bu 
adam ğislin yiyerek bedenen muazzeb, dostsuz 
bırakılarak ruhen muazzebdir. Cisim ve ruh 
cehennemi, ikisi de tamam! 

O büyük korku, o Hakka, Karia 'hakkında yakılan 
bu canlı gösteriden sonra vicdanî etkilenme, zirvesine 
ulaşıyor. Bu anda bütün ruhî menfezler tamamen 
imana açılıyor. Öyle ohı-yör ki artık inandırmak için 
te'kide, yemine hacet kalmıyor. : Gördüğünüze ve 


323 




görmediğinize yemin etmiyorum (Bu büyük şeylere 
yemin etmiyorum, artık yemine hacet yok) ki o mu¬ 
hakkak kerim bir resulün sözüdür. O bir şairin sözü 
değildir. Pek az inanıyorsunuz. O bir kahinin sözü de 
değildir. Pek az Öğüt alıyorsunuz. Bu, âlemlerin. 
Rabbinden indirilmedir.» 

Bu harika sahne, kendinden sonraki gumanzaraya 
zemin hazırlamaktadır: ısı 

Mearic Suresini 

1 - «Bir soran, kâfirler için vaki azabı Onu savan bir 
kuvvet yoktur. Bu, yüksek dereceler sahibi Allah'tandır. 
Melekler ve ruh (Vna süresi elli bin yıl çeken hür gönde 
çıkar. 

O gün gök, erimiş maden gibi olur.» Eridi, 
siyahlandı. Mı Eriyen, ma'denlerin sıvı seklinde akması 
halidir. 

Dağlar da atılmış yün gibi» hafif, uçuşur haldedir. 

Burada his korku ile dolmuş, fikir anvale olmuş, 
kafa karmakarışık hale gelmiştir. Böylece üçüncü 
sahne, bu' korku karşısında bulunan insanların 
meydana getirdiği manzara başlıyor. Bu manzaraya 
yer ve gök manzaraları da iştirak etmiştir. Beklendiği 


324 




gibi toplanmış olan bu insanlardan hiçbiri kendinden 
başkasına hiç bakmıyor. Şuurunda kendinden başka¬ 
sını düşünebilecek en ufak bir nokta bulamıyor: 

Bir dost, bir dostu sormuyor». O dehşet ve o korku, 
aradaki bütün bağlan unutturmuş,' nefisleri kendi 
derdine düşürmüştür. Bakıyor, birbirlerini görüyorlar 
ama öyle bir haldedirler ki herkes kendi derdiyle 
meşgul, herkesin içi kendi endişesiyle, kaygusiyle 
doludur. Umum insanların hali böyle. Ya «suçlu» mm 
hali nice olur? Korku onun hissini yakalıyor, dehşet onu 
kendinden geçiriyor. O istiyor ki: «O günün azabından 
kurtulmak için fidye versin». Kimi? Kendine insanların 
en kıymetlisi, uğruna feda olduğu, onlar için savaştığı, 
canını vermeğe hazır olduğu kimseleri «Oğullarını, eşini, 
kardeşini, kendisini barındıran familyasını» fidye vermek 
istiyor. Kurtulmağa olan şiddetli ihtiyacı, onu nefsinden 
başka bir gey O halde biraz güzelce sabret. Onlar onu 
nzak görüyorlar, biz ise onu yakın görüyoruz. O gün 
gök, erimiş bir maden gibi olur. Dağlar atılmış elvan 
yün gibi olur ve bir dost bir dostun halini soramaz. 
Birbirlerine gösterilirler, suçlu o gün ister ki oğullarını, 
eşini, kardeşini, kendisini barındıran familyasını ve 


325 



yeryüzünde bulunan herkesi o günün azabından 
kurtulmak iğin fidye verse de kendini kurtarsa. 
Amahayir! O deriyi kavuran, soyan salgın bir ateştir. 
Sırtını dönüp giden, (mal) toplayıp kasaya yığanı 
çağırın). 

2 - «Bırak onları, vazedildikleri gün gelip catincaya 
kadar dalsın, oynasınlar. O gün kabirlerden süVatle 
çıkacaklar, dikmelere (putlara) gidiyorlarmış gibi 
fırlayacaklar, gözleri dönmüş, kendilerini bir zillet 
kaplamış vaziyette. îste dikleri gün budur.» 

1- Birinci sahne, birkaç adımdan, yahut birbirini 
taki-beden birkaç manzaradan meydana gelmiştir. 
Birinci manzara, Allah'a çıkan melekler ve ruh 
manzarasıdır. Siyak burada bu manzarayı tecsinı 
ediyor. Çünkü Kur'an'ın metodu budur. Ne zaman 
hisse hitabetmek, muhayyileyi coşturmak isterse 
ekseriya tecsîm metodunu kullanır- Manzara, hayali 
fevkalâde dolduran acaip bir manzaradır. Yer ile gök 
arasında bulunan yüce feza manzarası. Bulâtif 
yaratıklar oraya çıkıyorlar. Bizim dünyamızda 
benzerlerini görmediğimiz, ancak içimizde belirsiz bir 
şekilde tahayyül ettiğimiz mahlûkların, o yüce de- 


326 



recelere çıkışları, insan şuurunu, ruhî duygulan 
uyandırıp heyecanlandıracak bir manzaradır. 

Bu çıkış «Elli bin sene süresinde olan bir günde» 
oluyor. Bugün, kıyamet günüdür. Bugün, oîaylariyle, 
görünüşleriyle haddi zatında uzun olduğu gibi 
kendinde hesaba çekilenlerin hislerüıde de uzun süren 
bir gündür. Burada siyakta günün uzun oluşu, 
meleklerin yüce Arş sahibine çıktığı zirve yüksekliğe de 
uygun düşmektedir. Burada manâ ve tasvir havasının 
birliği açıkça görülmektedir, düşünmiyen bir varlık 
yapıyor. İstiyor ki bütün insanları versin de tek kendisini 
kurtarsın! 

Fakat bunların hiçbiri fayda vermiyor: Hayır! O 
sargın, yakıp kavuran bir ateştir. Sırtını çevirip 

giden ve mal toplayıp kasaya yığan insanı 
çağırın). Burada siyak, ateşin korkunç bir manzarasını 
çizmektedir Suçlu bu ateşle karşılaşınca bütün vücudu 
titreşmeğe başlıyor. - Korkudan vücudunu bir ra'şa 
kaplamış, uçuyor. Önce söylediğimiz gerçekleşmesi 
mümkün olmıyan delilik kuruntularını besliyor. 

O, yanan, alevlenen ateştin) 


327 




«Yüzlerden, başlardan derileri soyar.» Bu ateş 
konuşan bir kâbustur. Yakıtlarının kendisine atılmasını 
bekliyor. Hiç vazgeçmiyor. «Yüz çevirip gideni 
çağırıyor». Kendine çağırıyor. Nasıl onlar daha önce 
hidayete çağırılıyorlar idiyse, hidayete çağırılırken yüz 
çevirip kaçıyor idilerse şimdi de ateş onları çağırıyor, 
yüz çevirip kaçmak istiyorlar ama kaçamıyorlar. Ne 
korkunç bir davet ki çağırılan, zelil, makhur icabet 
etmekten başka bir şey yapamıyor. Ne kadar kaçmak, 
kaytarmak istiyorsa da kaytaramiyor, buna muktedir 
olamıyor!. 

2 - ikinci sahne, mü'min ve kâfirlerin halini beyan 
eden bir fasıladan sonra gelmektedir. Bu, daha önce 
de benzerini gördüğümüz bir sahnedir. Ancak burada 
ifadede biraz yenilik vardır. İşte kabirlerinden çıkanlar 
koşuyorlar, taptıkları dikmelere gider gibi koşuyorlar. Bu 
alay, onların dünyadaki halleriyle uyum teşkil 
etmektedir. Onlar dünyada iken taptıkları heykellere 
koşarlardı. Şimdi kıyamet gününde de öyle koşuyorlar 
ama bununla onun arasında ne kadar fark var! 

Ve şu sözle sahnede kafirlerin bütün çehreleri 
meydana çıkıyor: 


328 




Gözleri dönmüş, kendilerini bir zillet kaplam 
olarak» Bütün yüzlerim açıkça görüyoruz. Her de 
kokuyorlar ama oyun oyuncağa, batıla dalmaya de- 
gü, zillet ve hakaret, toz duman bürümeğe koşuyorlar 
Dünyada sevmeleri, âhirette tebdil olunuyor, orada 
rahat zken burada yüzlerini zillet ve duman bürümüş 
Bu. onlara va'dedüen gündür. ısa 

Nebe Suresi ı&ı 

«Muhakkak ki o hüküm günü bir inikattır: O gön 
Sur'a üflenir, bölük bölük gelirsiniz. Gök açılmış, kapılar 
olmuş, dağlar yürütülmüş bir serabolmustur.» 

«Muhakkak cehennem gözetleyiei, azgınlaruı 
gidecek yer olmuştur. Orada devirlerce kalacaklar, 
orada ne bir serinlik, ne de içki tadmıyacaklar, sadece 
kaynar su ve irin (içecekler). (Bu, onlar için) uygun 
cezadır. Çünkü onlar bir hesap ummazlar ve bizim 
âyetlerimizi daima yalanlarlardı. Biz her şeyi bir kitapta 
saymışızdir. Tadın, bugün size azaptan başka bir şey 
arttıracak değiliz.» 

«Şüphesiz müttekiler iğin bir kurtuluş vardır: 
Bahçeler, üzümler, turunç sineli yaşıt kızlar, dolu dolu 


329 




kadehler. Orada ne boş söz, ne de yalan işitmezler. 
Rabbından bol bir mükft sayısız ihsan.» 

«Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan herşeyin 
Rabbi Rahman, O'nun huzurunda konuşamazlar. O 
gün ruh ve melekler dizi dizi durur (lar) hiç 
konuşamazlar. Ancak Rab-man'ın izin verdiği 
(konuşur,) ve doğruyu söyler. İşte hak güa odur. 
İsteyen Rabbine varan yolu tutar. Bise sizi yalan bir 
azap ile uyardık. O gün kişi, ellerinin işleyip 
gönderdiğine bakar ve kâfir: «Ah, keski toprak 
olsaydım!» der.» 

Bu sahneler, surenin başında iğin gelmiştir. Sure 
şöyle başlar: bulunan bir soruya cevap 

Neden soruyorlar, ihtilâf ettikleri o büyük 
haberden mi?» 

Sonra devam ediyor: 

Hayır bilecekler, yine hayır bilecekler». Bu ifadede 
bir tehdit kokusu vardır. Bunda şöyle bir manâ 
mevcuttur: Onlar bilecekler ama bilmenin hiçbir fayda 
vermediği bir zamanda bilecekler. O bilinen günü arz 
etmezden önce, delil istiyene delil olsun da o günün 


330 



vaki olacağını anlasın diye kâfi derecede bazı hayat 
sahneleri takdim ediyor: 

Arzı bir beşik ve dağlan birer kazık yapmadık mı? 
Sizi çift çift yaratmadık mı? Uykunuzu bir rahat 
yapmadık mı? Geceyi bir elbise, gündüzü bir geçim 
zampnı yapmadık mı? Üstünüzde yedi sağlam yapı 
yapmadık mı? Alev alev yanan bir çıra yaratmadık 
mı? Tane, bitki ve sarmaşdolaş bahçeler bitirelim diye 
birbirini sıkıştıran (bulut) lardan şarıl sanl su indirmedik 
mi?» Bu sahnelerin hepsi, Allah'ın kudretine, âhiret 
gününün vukubulacağma delildir. 

Sonra va'd yeri, buluşma yeri kıldığı hüküm günü 
sahnelerini takdime başlamıştır. Sura üfleme sahnesini 
arz etmiş, bırakmış, ki biz haşr sahasına bölük bölük 
gelelim. Sonra göğe ve yere ait sahneleri göstermiştir. 
Gök, Önce «Yedi sağlam yapı» iken, açılmış kapı kapı 
olmuştur. Dağlar birer kazık, iken, yürütülmüş, 
serabolmuştur. îgte manzara gözümüzün önünde: 
Cehennem kâfirleri gözetliyor. Devamlı bir murakabe 
ve bekleme içinde. Cehennem, zalimlerin gideceği ve 
atılacağı yerdir. Onlar ebedî kalmak için buraya 
atılıyorlar, görüp geçmek için değil. Burada bir 


331 





soğukluk, bir içecek yok onlara. Karınlan boğazlan 
haşlıyan sıcak sudan da bin beter olan, yananların 
vücutlarından akan İrinlerden başka bir gey yok. Bu, 
onların amellerine uygun cezadır. Çünkü onlar hesap 
gününü beklemiyorlardı, onu şiddetle yalanlıyorlardı. 
Onlar böyte yalanlarken amelleri de inceden inceye 
bir kitapta toplanmıştı. 

Bu sahne sonunda onlara tevcih edilen bir azar 
işitiyoruz ki bu, onların büsbütün ümitlerini kıran, bu 
halin bir gün değişeceğine dair besledikleri arzulan 
altüst eden İlâhî bitaptır: 

Tadın, bugün sîze azaptan başka bir şey artıracak 
değiliz.» 

Sonra bunun karşısındaki sahneyi takdim ediyor: 
Cennetteki müttekilerin sahnesini. Bundan önce de 
bunun benzerleri geçmişti. Bunlar kurtuluyorlar, 
bahçeleri, üzümleri, turunç sineli yaşıt hurî kızları, dolu 
dolu kadehleri olur bunların. Cennette boş söz ve 
yalan işitmezler. Bu da ince hesaptan sonra onlara 
verilen âdil mükâfattır. 

Daha sonra da bugünün bütün sahnelerinin 
tamamlayıcısı olarak bir sahne takdim ediliyor: Bu 


332 




sahnede meleklerin ve ruhun, sıra halinde dizilip 
ayakta durduğunu, o geniş arz sahasında hiç 
konuşmadıklarını görüyoruz. Ancak Rahman'm izin 
vardiği konuşuyor ve o da doğruyu söylüyor. Çünkü 
onlar ne hususunda izinli iseler ancak ondan 
konuşabilirler. Bu Allah'a yakın, günahlardan uzak 
olanların durumu, işte böyledir. İzinsiz, hesapsız 
konuşmazlar, susarlar. Bu hal, bütün havayı korku ve 
heybetle, haşyetle dolduruyor ve bunu bütün alana 
yayıyor. O halde herkesin, kendi ellerinin kazancına 
bakıp cezasını bilmesi ve kâfirin de: «Ah, keski toprak 
olsaydım» demesi garipsenecek bir şey değildir. 
Tabiidir. Kâfirin kullandığı bu ifade, insanın derin 
pişmanlığını açığa vurur. însan bugünde ister ki 
tamamen yok olsun; unutulsun da tek şu şiddetli 
durumla karşılaşmasın.^ 

Naziât Suresi Efil 

1- «O daldırıp soyanlara, yavaşça çekenlere, 
yüzüp züp gidenlere, derken yarışıp geçenlere, işi 
çevirenlere andolsun ki o gün, altüst eden sarsıntı 
sarsacak, peşinden onu takibedea sarsıntı gelecektir. 


333 



O gün yürekler kaygıdan oynar. Gözleri korkudan 
donmuş kalmış.» 

«Diyorlar İd: Biz mi çukurdan döndürüleceğiz? Biz 
çürümüş, ufalanmış kemik olduktan sonra ha?» 
Dediler; Öyle ise bu ziyanh bir dönüş! 

«Fakat o, bir tek na'radan ibarettir. Hemen onlar 
sahire dedirler. JS 21 

2 - «O büyük Tâmme geldiği zaman, o insanın 
neye koştuğunu anuyacağı, görenler için 
cehennemin, açılıp gösterildiği gün; azan ve dünya 
hayatını tercih edenin gideceği yer cehennemdir. 
Rabbmın makamından korkup nefsi hevadan 
menede-nin gideceği yer de cennettir. 

3 - «Sana o saatten soruyorlar: Ne zaman demir 
atacak diye. Xerde senden onu anlatmak? Onun 
sonucu Rabbınadır. Sen ancak ondan korkanı 
uyarıcısın. Onu gördükleri zaman sanki onlar (bu 
dünyada) bir akşam ve bir kuşluk zamanından fazla 
kalmamış gibi olurlar.» 

Burada herşey sarsıyor, soluyor: İka', kelimeler, 
suretler ve manalar. Burada herşey vuruyor, koşuyor, 
tıpkı boğulmada ya da ızdırapta imiş gibi etsafındaki 


334 



şeylerden hiçbirisini anlamıyor. Hiçbirşeyin farkında 
değil... 

Sahneleriyle, ikaiyle siyakın bütün damgası budur. 
Burada cüzler arasında ve genel sahnede tam bir 
uyum vardır. 

Nazi'at (soyanlar) Nâşitât (yavaşça çekenler), 
sâbihat (yüzenler), sabikat (koşanlar), müdebbirât 
(düzenliyenler). Bunlar nedir? İşi nedir bunların? Neden 
bunlar böyle vuruyorlar, sarsıyorlar?... Bunlar 
meleklerden bir grup, yahut herhangi yaratıklardan bir 
grup, ya da herhangi bir şeyden bir gruptur. Birtakım 
şeyler yapıyorlar, birtakım eserler meydana getiriyorlar. 
Fakat bu yapılanlar pek acele, sür'at ve hareket 
içinde olup bitiyor. Burada şöyle: 

O gün altüst eden sarsıcı sarsar, peşinden ikinci 
sarsıntı gelir.» «Bacife» birinci sayha,' «Râdife» de ikinci 
sayha olabilir. Ne olursa olsun bütün bunlar, şu insan 
yaratıklarının halini görebilmemiz için hazırlanmış 
olağanüstü şeylerdir: 

O gün bazı yürekler kaygıdan oynar, gözler 
korkudan donar, sabitleşir.» Nasıl kalbler çarpmasın, 
gözler korkudan donmasın ki biz uzakta 


335 



bulunduğumuz halde bu soluyan, çalkanan, îkaın ve 
bu olağanüstü korkunç olayların tesiriyle kalblerimız 
çarpmağa, şuurlarımız titremeğe başladı. Sarsıntı ve 
çalkantı ile kaplı bir şuur, ruhumuza hakim oldu. 

Vaziyetin, sarsıntı ile kaplı bulunduğu şu sırada 
siyak, bugünü yalanhyanlan tehdide başlıyor ve 
manzara karşısında gayet gülünç düşen şüpheci 
sözlerini burada tekrar ediyor Onlar: «Diyorlar ki: Biz 
çukurda tekrar diriltilip kaldırılacak mıyız? Bizler un ufak 
kemikler olduktan sonra ha?!» Gömüldükleri çukurda 
un ufak kemik haline geldikten sonra tekrar ora'dan 
kaldırılacaklarını kabul etmiyorlar, bu hayata dönüşle 
alay ediyorlar: 

O halde bu, ziyanh bir dönüştür dediler.» îzen 
kelimesi burada hayata geri dönmekle alay edildiğini 
açıkça ifade etmektedir. 

Onların kıyamet hakkındaki sözlerini kaydettikten 
sonra bir saniye önce bulunduğumuz hale avdet 
ediyor ve onların bu alaylı sorularına sert ve kesin bir 
cevap veriyor: 


336 




O ancak bir zecreden ibarettir.» Burada sayha, 
zecredir. Çünkü zecr, bu alaylı tabiatlere uygun düğ¬ 
mektedir: 

Hemen onlar düz beyaz alandadırlar.» İşte böyle 
birden bire, aniden ve zecreden sonra. Bütün hava, 
çabukluk havasıdır. Hal, tamamen atılma, sarsılma, 
patlama halidir. 

Sonra tema devam edip Fir'avn ve Musa kıssasını 
anlatıyor. İka' biraz yumuşuyor, sür'at biraz düşüyor, 
Kıssadan sonra gök ve Arz sahnelerini ve kuvvet ve 
kudrete delâlet eden manzaraları takdim ediyor: :Siz 
mi kuvvetli yaratılmışsınız, yoksa gök mü? Onu bina 
etti, semkini yükseltti, düzeltti, gecesini karanlık yaptı, 
kuşluğunu çakardı (aydınlattı). Bundan sonra da Arzı 
yuvarlattı, ondan suyunu ve otlağını çıkardı, dağlan 
kazık gibi çaktı; size ve hayvanlarınıza geçim olsun 
diye,» 

Bütün bu sahnelerden hep kuvvet ve kudret 
manasım anlıyoruz. Aynı zamanda kelimelerini 
tonlarından ve kalıplarından da bu manayı 
sezmekteyiz. Gökü bina etmekten semkini 
yükseltmeye ve düzeltmeye kadar, geceyi örtüp 


337 



gündüzü açı-ağ çıkarmağa. Arzı yuvarlatıp dağları 
kazık gibi çakmağa kadar hepsi İlâhî kudretin eseridir. 

Bunlar, müteakiben zikredilecek kıyametin vasfına 
uymaktadır. Burada kıyamet için «at-Tâmmetu'l-kubrâ» 
vasfı seçilmiştir. at-Tâmme, ses toniyle manasını çizen 
bir kelimedir. Kıyamet, herşeyin üstüne çıkıyor, yayılıyor, 
azıyor, yapılmış gökün, yuvarlatılmış Arzın, çakılmış 
dağların, karartılmış gecenin, karanlıktan çıkartılmış 
gündüzün, hasılı hepsinin üzerini Örtüyor kıyamet. 
Sayılan bu varlıklardan sonra at-Tâmme geliyor ki o, 
hepsinin üstüne çıksın, bunun sahnesi, diğer bütün 
sahneleri kaplayıp örtsün! 

Tâmme-i kübrâ gününde cehennem, görenler için 
çıkarılıp gösteriliyor. Burada herşey şiddetli, açıktır 
:Ama azan kimse» - burada azmak sahnenin temasına 
uyar Cehîmdir (onun için) gidecek yer. 

Rabbmm makamından korkan» burada da korku 
siyaka (temaya) uygun düşmektedir 

Cennettir (onun için) gidecek yer.» 

Bu anda vicdana büyük korku hakim olmakta, 
siyak, kıyametten şüphelenip Peygambere «ne zaman 
demir atması» diye soranlara dönmektedir. Cevap: 


338 



Sen nerede, onu anlatmak nerede?» Bu senin 
yapacağın iş değildir. Sen onun vaktim, limanını tayin 
edemezsin. (Mursâhâ kelimesi engin tâmmeyi 
hatırlatıyor. Tâmme, yani kıyamet sanki deniz ve saat 
de onun limanında demir atıyor.) Sen, ancak korkan 
kimseyi uyarıcısın. Onun sonu Rabbm indindedir. 
Herşeyde, her kelimede bir korkutma, büyütme havası 
var. Hattâ kelime sonlarındaki medli hâ da iri, uzun bir 
ika'a sahiptir. Kıyamet onlara aniden geliyor: 

Onlar onu gördükleri zaman sanki dünyada bir 
akşam veya bir kuşluk zamanından, fazla kalmamış 
gibi olurlar.» irilik, ânilikb birleşince iki korku yanyana 
gelmekte ve baştan sona bütün tablonun havasına 
uymaktadır. 

İnfitar Suresi^ 

«Gök yarıldığı zaman, yıldızlar dağıldığı zaman, 
denizler kaynatıldığı zaman, kabirler açıldığı zaman 
herkes gönderdiğini ve geri bıraktığın! bilir. 

«Ey İnsan, seni yaratan, düzenliyen, güzel yapan, 
istediği şekilde terkibeden kerîm Kabbına karşı seni ne 
"mağrur etti? Hayır, hayır siz dini yalanlıyorsunuz; oysa 


339 



üzerinizde kaydediciler, değerli kâtipler vardır, 
yaptıklarınızı bilirler. 

«Muhakkak ki iyiler muindedirler, tacirler 
cehimdedirler. Din günü oraya yaslanırlar. Onlar 
ondan kaybolmazlar. Din gönünün ne olduğunu sana 
ne bildirdi? Yine din gününün un olduğunu sana ne 
bildirdi? O gün kimse kimseye bir fayda sağkyamaz. 
Ve o gün, emir, yalnız Allah'ındır.» 

Yine o büyük gündeki korkunç tabiat sahnelerine 
dönülmektedir. Gök parça parça yarılmış, yıldızlar 
parçalanıp dağılmış, toz haline gelip savrulmuş, 
denizler coşturulup kaynatılmış, kabirler eşilip içi 
dağına getirilmiş. Gökte korku, yerde korku, tabiatta 
şiddetli bir hareket ve sarsıntı. His bu manzaraların 
saldığı dehşet ve korku ile dolup ruh pencereleri açı¬ 
lınca siyak bağlıyor öğüt ve ibret alması için vicdanı 
uyarmağa 

ÎEy insan, Kerîm Kabbma karşı seni ne mağrur 
etti?» «Ey insan!» Beşerin en hassas özelliğiyle beşere 
hitap. Bu özellik, insanlık özelliğidir. Bu öyle ince bir 
hitap ki kalbleri titretiyor ve insana Rabbınin inayetini. 
Yaratıcısının iyiliklerini hatırlatıyor. O Rab ki kendisini 


340 





yaratmış, güzel yaratmış, gayet ölçülü bir şekle sokmuş, 
düzenlemiş ve dilediği şekilde onu terkib etmeğe 
muktedir olmuştur. Onu başı boş bırakmamıştır. 
Hareketlerini, attığı her adımı, çıkardığı her sesi 
hesabeden kimseler koymuştur onun yanma. 

Üzerinizde zaptediciler, kerîm yazıcılar vardır, her 
yaptığınızı bilirler» ..;Bunlar iki bakımdan müessir olan 
şeylerin teşkil ettiği bir sahnedir: Tabiata müessir olan 
korkunç manzaralar ve insan ruhunun derinliklerine 
müessir olan şeyler. Bunlar tamam olup ruh korku ile 
dolunca siyak, tekrar ceza sahnelerini göstermeğe 
başlıyor, tyiler nimet içindedirler; facir-ler 
cehennemde. Sonra azap sahneleri ayrmftılariyle 
anlatılıyor. Zira böylesi hisse-hele mükezzipierle beraber 
olunca daha çok tesir eder. İşte Cehîm: 

Din günü ona yaslanırlar ve onlar ondan 
kaybolmazlar.» Sonra din gününü büyütmeğe, 
korkusunu belirtmeğe dönüyor. Din gününün heybetini 
büyütücü bir soru soruyor, daha sonra da onun büyük 
özelliklerinden birini söylemek suretiyle o günü tavsif 
ediyor: 


341 






:0 gün hiç kimse kimseye bir fayda sağhyamaz ve 
o gün emir, yalnız Allah'ındır.» Din gününün sahibi 
Allah'ındır emir. O'ndan: başka herkes âcizdir. 1^21 

İnşikak Suresini 

«Gök yanldığı ve Babbına boyun eğip haklı 
görüldüğü (yarılması için izin aldığı) zaman! Yer 
uzatıldığı ve içindekileri atıp boşaldığı ve Rabbına 
inldyadedip haklı görüldüğü zaman. Ey insan, sen 
Rabbine varmak için çalışır çabalarsın, nihayet Ona 
kavuşursan. Kitabı sağından verilen, kolay bir hesap ile 
muhasebe olunur ve ailesine sevinçle döner. Fakat ki¬ 
tabı arkasından verilen ise «ölüm, neredesin?!» diye 
bağırır, ve kızgın ateşe yaslanır. Zira o ailesinde sevinçli 
îdi Hiç düş-miyecek zannetmişti. Ama hayır, Kabbi onu 
gözetiyordu.» 

Sahne göğün, yarılmasını, yerin bir çukur ve 
tümsek kal-mıyacak şekilde düzlenişini tasvir ediyor. Bu 
sahne, daha önce arz edilmiş olduğu gibidir. Benzeri 
Önce geçmişti. Yalnız burada sahneye yenilik getiren 
bazı özellikler, nüanslar vardır. 

Burada gök yanlıyor, fakat yalnız maddî yarılma 
olayiy-le kalmıyor, aynı zamanda Rabbine boyun 


342 




eğiyor, dizginini O'na teslim ediyor, yarılması için 
Rabbinân iznini alıyor. Arz da böyle. Düzeliyor, dağları, 
çukurları gidiyor, içindeki cisimleri ve saireyi atıyor, 
boşalıyor. Fakat sevk ve idaresini Rabbine teslim 
ediyor, boşalması için O'nun iznine nail oluyor. Sanki 
uzun zamandaberi yüklemiş olduğu emanetini teslim 
ediyor ve sonjunda kendini ondan, omun 
mesuliyetinden kurtarıyor. 

Durum teslim olma, boyun eğme ve sahibine 
teslim edinceye kadar taşıması, tabiatı yoran emaneti 
Ödeme durumudur. Bu tema, kıyamet sahnesinde 
bulunan insanın haline uyar: 

Ey İnsan, sen Rabbine kavuşmak için çalışır 
çabalarsın, sonunda O'na kavuşursun,» insan da böyle 
meşakkatler yüklenir, zahmet çeker çalışır ki sonunda 
Rabbine kavuşsun. Gök ve yer nasıl Rabbine kavuşursa 
insan da öyle kavuşmak, O' nun huzurunda yükünü 
bırakıp rahat etmek, O'ndan karşılık görmek ister: 

Kitabı sağmdan verilen, kolay bir hesaba tabi 
tutulacaktır.» Bunu önceki sahnelerde de öğrenmiştik. 
Burada şunu ilâve ediyor: 


343 




Ehlme sevinçli olarak döner.» Nasıl insan bir iyi 
şeye, bir mükafata kavuştuğu zaman evine sevinçli 
dönerse bu da öyle. Ehli evde onun halini merak 
ederler. Zira kitabı arkasından verilen, dünyada ehli 
içinde sevinçli idi. O adam Allah'a dönmıyeceğini 
sanırdı. Halbuki burada cehenneme giriyor. Ötekinin 
ailesi de bunun halini gördüklerinden kendisini merak 
ediyorlar. Fakat o sevinçli geliyor. Kitabı sağından 
verilen kimsenin âhirette bir ehli bulunması ve onun, 
onlara sevinçli dönmesi; kitabı solundan verilenin, 
dünyada sevinçli döndüğü ailesi ile gayet uyumlu, 
mütenasip düşmektedir. Birinin ailesi dünyadadır, 
dünyada onlara sevinçli dönüyor ama âhirette sevinçli 
döneceği bir ailesi yoktur. Buna mukabil ötekinin de 
âhirette bir ailesi var. Kurtuluşunu öğrenince ailesine 
sevinçli dönüyor. Ne kadar güzel bir karşılaştırma! 

Rum Sürest 

1- «O saat koptağu gün suçlular umutsuz 
kalıverirler. Koştukları ortaklardan kendilerine 
şefaatçiler olmaz ve ortaklarını inkâr ederler. O saat 
koptağu gnn,işte o gün dağılırlar. Ama inanıp salih 
ameller yapanlar, onlar bir bahçede ağırlanırlar. Fakat 


344 



inkâr edip âyetlerimizi ve âhiret mülakatını ya- 
lanliyanlara gelince onlar, azap içinde hazır 
bulundurulurlar. 

2 - «O saat koptuğu zaman suçlular, bîr saatten 
fazla 

kalmadıklarına dair yemin ederler. İşte böyle 
aldatılıp döndürülürlerdi. İlim ve iman verilenler dedi: 
«Siz, Allah'ın kitabındaki ba's gününe kadar kaldınız. 
İşte ba's günü. Fakat sîz bilmiyordunuz. O gün artık ne 
zulmedenlere özürleri fayda verir ve ne de onlar 
dinlenirler.» 

1- Birinci sahne, suçlular sahnesi. Kıyamet saati 
aniden onları bastırıyor, konuşmanın faydasız 
olduğunu anh-yan umutsuzun susması gibi susuyorlar. 
Boş yere çabalamanın hig yararı yok. Dünyada o 
kadar ibadet ettikleri, yalvardık-ları putlardan da hiçbir 
şefaatçi, iltimasçı, bulamıyorlar. Aksine taptıkları putlar 
kendilerini inkâr ediyor, hattâ onların, kendileriyle bir 
münasebeti olduğunu dahi şiddetle reddediyorlar. 
Sonra insanlar iki zümreye ayrılıyor: İnananlar bir bah¬ 
çede ağırlanıyorlar. Ruhları, vücutları sevinç ve neş'e 
içinde. Küfredenler ise zorla azaba götürülüyorlar. 


345 





2 - İkinci sahne suçlular şahnesidir. Yüne aniden 
diriltiliyorlar, hisleri kendilerim aldatıyor. Bir saat yatıp 
uyandıklarını sanıyorlar. Fakat burada 

Kendilerine ilim ve iman verilenler» araya giriyorlar. 
Sanki hakikati açıklamak vazifesi bunlara verilmiştir - 
önceki bir sahnede geçtiği gibi- bunlar suçluların 
cehaletlerini açıyorlar, onları uyarıyorlar, onlara 
diyorlar ki: «cAndolsun ki siz, Allah ne kadar kalmanızı 
dilemişse o kadar kaldınız, sonra bugün uyandınız. îşte 
bu da sizin yalanladığınız ba's (tekrar dirilmejgünüdür!» 
Ve bütün sahneyi bitiren bir ta'lik geliyor: «O gün artık 
zulmedenlere ne mazeretleri fayda verir, ne de onlar 
dinlenirler.»!^ 

Ankebot Suresi !^ı 

«Cehennem onları kuşatmış iken azabın gelmesini 
senden acele istiyorlar. O gün azap, onları üstlerinden, 
ayaklarının altından örter ve der İd: Ettiğiniz ameli 
tadın! 

«İman edip salih amel işliyenleri, altlarından, 
nehirler akan cennette köşklere konduranız, orada- 
ebedî kalırlar. Çalışanların ücreti ne güzeldir!» 


346 




Burada sahne çok güzeldir. Bunun başka şekildeki 
bir benzeti geçmişti. Şu kavim, cehennemin kendilerini 
kuşattığı bir sırada Peygamberden, azabın acele 
gelmesini istiyorlar. Onların görmediği bu manzarayı 
biz bakıp görür gibi oluyoruz. Ve onların bu derin 
gafletinden hayrete düşüyoruz: Durmuş azabın acele 
gelmesini istiyorlar; oysa cehennem bu adamları 
kuşatmıştır. Bütün sahnenin uyumunu temin için 
âhirette o gelecek gündeki- bir azap tablosunu 
gösteriyor. Bu azap onları üstlerinden ve ayaklarının 
altından örtüyor. Bu, azabın her taraftan kuşatmasına 
tasvir etmektedir. Bu azap yetmiyormuş gibi üstelik de 
bir alay ve azar var: «Ettiğiniz ameli 

tadın!» 

iman edenleri de odalar, köşkler içine alıyor. 
Kafirleri iehennemin sarmasınla mukabil, mü'minleri 
cennetin kögkleri bağrına basıyor, ikisi de ihtiva, içe 
alma, sarma ama bu nerede öteki nerede? 
Cehennemdekilerin azap üstüne azar işitmelerine 
mukabil bunlar tekrim ve taltif işitiyorlar: 


347 



Mutaffifin Suresi ı^sı 

«Hayır! Facirlerin kitabı (yazısı) Siccîndedİr. Siccînra 
ne olduğunu sana ne bildirdi? Yazümiş bir kitaptır. O 
gün, ceza gününü yalanhyanlann vay haline! Onu 
saldırgan, günahkârdan başkası yalanlamaz. Ona 
âyetlerimiz okunduğu zaman: «Bu evvelkilerin 
masalları» der. Hayır! Hayır, öyle değil, belki kazanıp 
durdukları onların kalblerini paslandırıp körletmiştir. 
Hayır! Onlar, Kahlarmdan perdelenmişlerdir. Sonra 
onlar cehenneme gireceklerdir. Sonra da onlara: «îşte 
yalanlayıp durduğunuz şey budur!» denilecektir. 

«Hayır! İyilerin kitabı illiyyîndedir. Illiyyînln ne 
olduğu" nu saua ne bildirdi? Yazılmış bir kitaptır. 
Yaklaştırılanlar onu görürler, iyiler naîmdedirler. 
Koltuklar üzerinde bakarlar. Yüzlerinde cennet 
sevincini tanırsın. Onlara sonunda misk kokan mühürlü 
halis beyaz şarâptan sunulur. İşte nefis şeyleri bulmak 
için yarışanlar bunun için yarışsınlar. Onun katkısı 
Tesnîmdendir. (İçileceği zaman içine tesnimden de 
katılır. Tesnim karıştırılan ruh ile sadesinden nefis olur. 
Tesnim, bir cennet çeşmesinin adıdır.) (Tesnim) öyle bir 
çeşmedir İd ondan umukarrebler içerler. 


348 





«Suç isliyenler inananlara gülerlerdi Onların 
yanlarından geçtikleri zaman da birbirlerine göz 
kırparlardi. Evlerine döndükleri zaman da (müminlere 
yaptıkları bn hareketleri söyler) eğlenirlerdi. Onları 
gördükleri zaman: «Bunlar sapıklardım derlerdi. Halbuki 
kendileri onların üzerine bekçi gönderilmemişlerdi. 

«Bugün de iman edenler kâfirlerle alay ederler. 
Tahtlar üzerinde (inkâr edenlere,) bakarlar: 

«Kâfirler, yaptıklariyle sevaptandılar mı?» 
ilk defa burada fâcirlerin kitabının ayrı bir yerde, 
iyilerin kitabının ayrı bir yerde saklandığı ifade 
edilmektedir. Fa-cirlerjn kitabı «Siccîn» dedir. Biz 
Siccîn'in ne olduğunu ve nerede bulunduğunu 
bilmiyoruz. Ancak Kur'an'da takibedilen karşılaştırma 
(tekabül) metoduna dayanarak Siccîn'in, llliy-yîn 
mukabili olduğunu anlıyoruz. 

Sonra Rablerinden perdelenmiş olan, O'nu 
göremiyen fa-cirleri görüyoruz. Allah'ı insan göremeziz^ 
fakat burada perde manevidir, cisim halinde 
gösterilmiştir. Onlar başlarını kaldırıp Rablerine 
bakamıyorlar, önce gördüğümüz gibi umutsuz olarak 
başlarını öne eğmişler. Rableriyle kendileri arasına per- 


349 



de, çekilmiştir. Bu perde kazandıkları amelin tesiriyle 
kalble-rine sinen perdedir. Bu pas, kalbleri hidayetten 
perdelemekte, nuru kalblere göstermemektedir. O 
halde âhirette Rablerinden perdelenmiş olmaları, 
dünyadaki hareketlerine uygun bir ne-zadır. Bu, 
sahneye uyum temin etmektedir. 

iyileri de nimet içinde, tahtlar üzerinde etrafı 
seyrederken görüyoruz. Yüzlerinde nimetin sevinci var, 
bûîli. Yine ilk defa burada onlara: «Rahibin mahtûm: 
mühürlü saf şarap» sunulduğunu, buna «Tesnîmden 
yani mukarreblerin içeceği çeşmeden katıldığını» 
öğreniyoruz. İlk defa burada Tesnîm zikrediliyor ve 
bunun, mukarreblerin içtiği çeşme olduğunu anlıyoruz. 

Yine burada her iki sahnede, mukarreblerin 
yaşadığı büyük nimet sahnesiyle onların dünyada 
kâfirlerden gördükleri alay sahnelerinde bir uzatma 
vardır, iki sahne de bilhassa son sahne uzadıkça 
sonundaki şu sözle belirtilen anî olayın tesiri 
artmaktadır: 

Bugün de iman edenler, kâfirlere gülerler. Tahtlar 
üzerinde (onları) seyrederler.» Sonunda da mü'minlerle 
alay edenlere li bir söz teveccüh ediyor: 


350 




Kâfirler yaptıklariyle sevaplandıiar mı?» 

Hayır, sevaplanmadılar, mükâfat görmediler. 
Gördüğümüz gibi onlar burada cehennemde 
kıvranmaktadırlar! M 

Bakara Suresi E2i 

1- «Yakıtı insanlar ve taşlar olan, kâfirler için hazır¬ 
lanmış ateşten sakının. 

«İnanıp iyi ameller işliyenleri müjdele: Kendileri için 
altından nehirler akan cennetler var. Onlardan bir rızık 
nzaJilan" dıkça: «Bu, bizim için Önceden mıhlandığımız 
şey» derler. Ona birbirine benzer halde getirilirler (önce 
yedikledne benzer vaziyettedir. Yoksa önce 
yediklerinin aynı değildir.) Onlar için orada temiz 
zevceler de vardır. Ve onlar orada ebedi ka¬ 
lacaklardır.» 

2 - «Zalimler azabı gördükleri zaman, büiün 
kuvvetin Allah'a ait bulunduğunu ve Allah'ın azabınm 
şiddetli olduğunu bir buseydiler! Nitekim uyulanlar, 
uyanlardan teberrî etmişler, azabı görmüşler ve 
aralarında bağlar kesilmiştir. Uyanlar demişlerdir İd: 
KeşM bizim için bir dönüş daha olsaydı da onlar nasıl 
bizden el çektilerse biz de onlardan el çekseydik! İşte 


351 





böyle Allah onlara bütün amellerini, üzerlerine 
hasretler halinde gösterir ve onlar ateşten çıkıcı 
değillerdir!» 

3 - «Allah'ın kitaptan indirdiğini gizliyenler ve onu 
az bir paraya satanlar, işte onlar karınlarına ateşten 
başka bir şey yemezler, kıyamet günü Allah onlarla 
konuşmaz ve onları tezkiye etmez. Onlar için elîm bir 
azap vardır.». 

1- Birinci -âyette ateşin yeni bir tasviri mevcuttur. 
Önceden biliyorduk- ki o ateşin yakıtı insanlardandır. 
Baza insanlar, bazı tanrılar cehennemin odunudur. 
Şimdi âyet, o ateşin, taşlardan da yakıtı olduğunu ve 
insanların buna yakıt olmak bakımından taşlarla eşit 
olduğunu söylüyor! Bu taşların ille tapılan tanı? olması 
zaruri değildir. Her taşı cehennem yakıp yutuyor. Her 
şeyi mahvediyor, insanlar ve taşlar onda müsavidir. 
Burada cehennem ashabına hakaret vardır. Çünkü 
onlar da taşlarla bir tutulmuştur, taş gibi kabul 
edilmiştir. 

Burada naîmin de yeni bir veçhesi vardır. Bu 
naîmde mey-valar, görünüşte dünyadakilere benziyor. 


352 



Ama tadları başkadır. Bu nieyvadan mü'minlere 
verilince 

:Bu, daha Önce bize verilen nzıktır dediler» Belki 
de bu benzeyiş ve ayrılışın kıymeti, umulmayan yerden 
aniden verilen lezzetli sevindirici şeyin kıymetidir, insan 
aniden böyle kıymetli bir şeyle karşılaşınca çok sevinir. 
Cennet içinde nimetle-nen kimseler. Önceki nimetlere 
benzer, fakat tadları tamamen ayrı nimetleri yiyip 
sefasını sürünce bulundukları cennetin kadrini daha iyi 
anlarlar. Sonra birbirine benzer nimetler arasında 
farklar yaratmak da İlâhî kudretin eseridir. Görünüşler 
benzer iken çeşitlerin başka oluşu, Allah'ın harika 
sanatını gösterir. 

2 - ikinci sahne tabilerle metbu'larm halini tasvir 
etmektedir. Bu, daha Önce de gösterilmişti. Yalnız 
buradaki tafsilât değişiktir. Burada bunlarla'onlar 
arasında konuşma yok Yalnız uyulanlar, uyanlardan el 
çekiyor, ötekiler de bunlardan lefret ediyor ve 
öfkeden diş gıcırdatıyorlar. İçlerinde dolup taşan tek 
bir arzunun tahakkuku için dünyaya dönmeyi temenni 
ediyorlar. Dönmek istiyorlar ki bu defa onlardan uzak 
dursunlar: 


353 



Âh bizim için bir dönüş olsaydı da biz de onlardan 
uzak ’dur-saythk!» Tanrılarına karşı içleri kin ve nefretle 
dolu. Ama bunlar hep boş, hep hasret: 

Onlar ateşten çıkacak değillerdir.» 

3 - Üçüncü âyet, maddî ve manevi azabın ilk 
defa yen bir çeşidini gösterir. Allah'ın âyetlerini az 
paraya satanlar 

:Karuilanna ancak ateş yiyorlar.» Cidden onların 
ateş yediklerini, karınlarının ateşle dolup kalmasını 
gösteren sahne, harika bir sahnedir. Âhirette onlar, 
kendi başlarına bırakılmış, ihmal edilmişlerdir. Allah ne 
onlarla konuşuyor, ne de onları tezkiye ediyor. Ne 
aşağılaştıran acı bir azap! Bu, maddî azaptan ziyade 
ruhî azaptır. Hatıraları bulandırmaktan, ruhları ızdırana 
sokmaktan geri kalmayan ruhî bir azap. JZ3i 

Âl-Î İmran Suresi 

1- «O her nefis yaptığı her iyiyi ve yaptığı her kö¬ 
tüyü hazır bulur, onunla kendisi arasında uzak bîr 
mesafe olsaydı ister. 

2 - «Onlar ki Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az 
bir paraya salarlar, iste onların âhirette bir nasibi 
yoktur. Ve Allan kıyamet günü ne onlarla konuşacak, 


354 



ne onlara bakacak venede onları tezkiye edecektir. 
Onlar için elim bir azap vardır. 

3 - «İşte onların cezası: Allah'ın, meleklerin ve 
bütün msanlarm laneti onlar üzerinedir. Orada 
ebedidirler. Ne onlardan azap hafifletilir, ne de onlara 
mühlet verilir. 

4 - «O gün bazı yüzler beyazlanır ve bazı yüzler 
kararır. Yüzleri kararanlara gelince: «İnandıktan sonra 
İnkâr mı ettiniz? Öyle ise inkârınıza karşılık azabı tadın!»' 
Yüzleri beyaz-îananlar İse Allah'ın rahmetindedirler. 
Onlar orada ebedî kalacaklardır. 

5 - «Allah'ın, lûtfiyle kendilerine verdiklerinde 
cimrilik edenler, onu kendilerine hayırlı sanmasınlar, 
bilâkis bu onlar için şerlidir. Cimrilik ettikleri şey, kıyamet 
günü boyunlarına aifceştea halka olarak takılacaktır. 

6 - «Her nefis, ölümün tadını tadacaktır. Kıyamet 
günü ecirleriniz size bol bol verilir. Kim ateşten 
uzaklaştırılıp cen" nete sokulursa o kurtulmuş olur.» 

1- Birinci sahne, hayalî tecsîmden doğan ruhî 
gölgelerden, meydana gelmiştir, İşte nefis sahipleri 
şurada. Kıyamet günü'bakıyorlar veya görülüyorlar. 
Dünyada amel edenin yaptığı hayır ve ger birlikte 


355 




getirilmiştir. Hayır ve şer, getirilebilen maddî bir cisim 
gibi telâkki edilmektedir. Yaptığiyle öyle bir halde 
karşılaşıyor ki kaçmağa imkân yok. İnkâra mecal yok. 
Zira yaptıkları karşısında duruyor. Bu hal bize şöyle bir 
tablo çizmektedir. Nefis, aslında yaptığından şiddetle 
nefret etmekte, onunla kendisi arasında uzun mesafe 
bulunmasını isj temektedir. Şu birkaç kelime içinde 
sıkıntı, keder, korku ve sonu olmayan bir temenni 
çizilmektedir. Büyük bir umutsuzluk, büyük bir üzüntü 
kaplamış insanı. 

2 - ikinci sahne, söz verip sözünde durmıyanlarm 
ve onu az paraya satanların halini tasvir eder. İhmal, 
küçük düşürme, hakaret etme sahnesi. Bunun benzeri 
biraz önce geçmişti. Yalnız önce geçen, burada 
aynen tekrar edilmez, arada değişiklik vardır. O 
sahnede ihmal ve küçük düşürme şu şekilde idi: Allah 
onlarla konuşmaz, onları tezkiye etmez. Burada onlar 
buna da nail olamıyorlar. Kendilerine zerre kadar 
önem verilimi-, yor. Kendileri Allah, ile olan ahidlerini 
bozup onu az bir paraya satmışlar mıydı? O halde 
onlar ihtikara ve küçük düşürülmeğe, ihmale lâyiktirlerî 


356 




3 - Üçüncü sahne, bundan önce hiç geçmiyen bir 
azap çeşidini tasvir etmektedir. Burada azap, ateşle 
değil, Zekkum ağaciyle de değil, karınlarda kaynar su 
gibi kaynayan erimiş madenle, irinle, susamış develerin 
içmesi gibi içecekleri sıcak su ile bunların hiçbirisiyle 
değildir. Buradaki azap başka türlüdür. Bu azap, 
bedenlerden ve karınlardan çok ruhların ve kalblerin 
duyacağı bir azaptır. Bu, Allah'ın, meleklerin ve bütün 
insanların lanetidir. 

Bu lanetlerden yalnız biri insanın bütün hayatını 
karartmağa ve onu işkenceye boğmaya yeter. Hattâ 
insanlardan yalnız bir neslin laneti bir insana dökülse 
onun hayatım cehennem yapmağa kafidir. Ya Allah'ın 
laneti, meleklerin laneti ve. bütün insanların laneti bir 
araya gelirse ne olur? 

Bu dayanılmaz bir azaptır. Böyle bir azabı, tesiri 
ebedî, ertelenmez şeklinde tavsif etmek elbette 
münasiptir: 

:Azap onlardan hafifletilmez ve onlara.mühlet de 
verilmez.» 

4 - Dörd.üncü sahnede acaip bir manzara 
görüyoruz. Kararmış ve ağarmış yüzler görüyoruz. Tabii 


357 



bu anda kararmış yüzler kimlerin, ağarmış yüzler 
kimlerin olduğunu bilmemiz icabeder. Nitekim biliyoruz. 
Bu, görülür, maddî bir sahnedir. Fakat ruhî bir 
etkilenmeden gelmektedir, içteki etki yüzlere vurmuş, 
kimisi ağarmış, kimisi kararmıştır. Bu hal, bunların ve 
onların ruhlarında kaynayıp coşan duyguyu tasvire 
kâfidir ama bununla bırakılmıyorlar: 

Yüzleri karararanlara gelince: «inkârınıza karşılık 
azabı tamdın.» Yüzleri ağaranlar ise Allah'ın 
rahmetlidedirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır.» 

Bu sözler, azap ve nimeti arttırmaktadır. Azabın 
üstüne tahkir, nimetin üstüne tekrîm. 

5 - Beşinci sahne de çok güzel bir sahnedir. Şunlar 
bir millet ki Allah'ın, dünyada lûtfiyle kendilerine verdiği 
nzık, mal ve eşyada cimrilik göstermişler, kendilerini 
kurtulur sanmışlar. Sonra kıyamet gününe gelmişler, bir 
de bakmışlar ki ne baksınlar, cimrilik ettikleri şey 
karşılarında cisimlenmiş duruyor. Demir halkalar olmuş, 
boyunlarına vuruluyor. Korkudan insanın soluğunu 
tıkayan demir halkalar. Artık başka halkalara lüzum 
yok. Bunlar halkalarını kendi evlerinden, kendi 
mallarından, cimrilik edip tuttu klan şeylerden 


358 




getirmişler. Şüphesiz bu yeni bir ikap, korkunç bir 
sahnedir! 

6 - Altıncı sahne, azabın kuvvetini çizmektedir. 
Doğrudan doğruya ve açıktan azabı tasvir etmiyor, 
fakat kullandığı kelimelerin attığı belirli gölgeler, içte 
korkunç bir duygu meydana getiriyor: 

«Kim ateşten uzaklaştınliır ve cennete sokulursa o 
kurtulmuştur.» Demek ki her fert, ateşe düşme tehlikesi 
içindedir. Ondan, biraz öteye geçebilmek için şiddetli 
bir çalışma zorundadır. Zuhzih çalışması. Zuhzih, ağır ve 
zorlu bir harekettir. «Zuhziha» kelimesinin sesi, manasını 
çizmektedir. Kimin bu ağır, zorlu çalışmadan sonra 
kurtuluşu tamamlanırsa o kurtulmuştur, insanı kendine 
cezbeden tehlike mıntıkasından kurtulmak için insan, 
şiddetli bir çalışmaya muhtaç bulunduğu vahim 
tehlikeden kurtulur, cennete girer. Ateşin çekim kuv¬ 
vetinden kurtulunca cennetin çekimine girer, oraya 
dahil olur! Cennetten uzaklaşmanın, cennete girmenin 
ağır bir hareket olduğunu çizen bir-sahne. İnsan 
hissinde bunun tehlikeli ve zorlu bir çahgma olduğu, 
cehennemin herkesi gözetleyip durduğu, bundan 
ancak kuvvetli bir cehd üe, mücadele ve-mü-cahede 


359 



ile, insana yardım eden kendi gücünün üstünde bir 
kuvvetin yardımiyle kurtulmanın mümkün olabileceği 
düşüncesi yerleşiyor. ızsı 

Ahzâb Suresi E*ı 

«O gün yüzleri eehennemde çevrilir, derler İd: 
«Keski biz Allah'a itaat etseydik ve Resule itaat 
etseydik!» ve dediler: «Rabbımiz, biz ululanınız ve 
büyüklerimize itaat ettik de bizi yoldan sapıttılar. 
Rabbımiz onlara iki kat azap ver ve onlara çok büyük 
lanet et.» 

Daha önce yüzlerin ateşe kapatılmasını, suçluların 
cehenneme yuvarlanıp yüz üstü atege düğmelerini 
görmüştük. Burada da. başka bir manzara görüyoruz: 
Yüzlerin ateşte çevrilmesi manzarası. Çevirmeğe hacet 
yok, zaten ateş yüzü her taraftan sarmıştır. Ama bu 
daha korkunç bir haldir. Yüzün her tarafına ateşin 
ulaşmasına, nüfuz etmesine dikkat edildiğini gösterir bu 
ifade. Bu hale maruz kalan kâfirlerin hasret ve 
nedametle hor ve zelîl, yalvararak: «Keski Allah'a itaat 
etseydik, Keski Resule itaat etseydik» demelerini 
duymamız gayet tabiidir. Elbette böyle 
sulanacaklardır. Sonra kendilerini bu hale sokan 


360 




kimselere karşı acı bir kin ve nefret saçan bir yakarış 
yükseliyor bunlardan: 

Dediler: Rabbimiz, biz ulularımıza ve büyüklerimize 
itaat ettik, bizi yoldan sapıttılar. Kabbimiz onlara ilâ kat 
azap ver ve onlara çok büyük lanet et.»ızzı 

Nisa Sukesı ızaı 

1- «Her ümmetten bir sahid ve seni de bunlara 
şahîd getirdiğimiz zaman nasıl, O gün küfredenler ve 
Resule isyan edenler isterler ki yer üzerlerine örtülse, 
dümdüz belirsiz olsa. Ve Allah'tan bir söz gizliyemezler. 

2 - «Bizim âyetlerimizi inkâr edenleri yakında bir 
ateşe yashyacağız, derileri pişip olgunlaştıkça onlara 
azabı «îman edip saüh ameller işliyenleri altlarından 
nehirler^ akan cennetlere sokacağız. Orada ebedî 
kalacaklardır. Onları için orada temiz zevceler vardır. 
Ve onları en koyu bu gölgeye' sokacağız. 

3 - «Kim Allah'a ve Resule itaat ederse onlar, 
Allah'ın nimetine m&zhar kıldığı peygamberler, 
sıddîkler, şehîdler salihlerle beraberdir. Onlar ne iyi 
arkadaştırlar!» 

4 - «Münafıklar, ateşin en aşağı tabakasındadirlar. 
Onlar için bir yardımcı bulamazsın.» 


361 



1- Birinci sahnede kahredici yüzüstü kalma, 
Öldürücü bir utanç duygusu gayet derin çizgilerle 
çizilmektedir. Bütün sanıklar getirilmişler-, şahidler hazır, 
her resul kalkmış kavminin ne yaptığma şehadet 
ediyor. Büyük mahkeme kurulmuş Bu anda «inkâr edip 
Kesule isyan edenler yerin dibine geçmek isterler.» 
Yerin dibine geçmeyi istemek tabiri, utanç ve haca- 
Ictin on beliğ ifadesidir. Başka hiçbir tabir, bu hali 
bunun kadar güzel anlatamaz. İfadenin güzelliği ve 
onun saldığı nefsî ve şuurî gölgelerin derinliği, bu halde 
insanın içindeki utanma duygusunu düşündürmesi... 
Evet sadece iki kelimenin anlattı ğı derin manayı 
terceme edebilmek için başka ta'bir bulami yorum. Bu 
kadar gölgesiyle bu kısa tabir bana: 

O gün herkesin kendini (başkasından) alıkoyan bir 
işi var ılır.» Kavli kerimindeki tabloyu hatırlatıyor. Her ikisi 
de o korkunç günde duyulan katıksız ruhî korkuyu tasvir 
etmekte eşsizdir. Bu, o günün korkusunu tasvir eden 
gökün yarılması, Arzın sarsılması, yıldızların dağılması, 
güneşlerin paralanması gibi büyük tabiat âleminde 
cereyan eden olayların dahi üstüne çıkar o korkuyu 
tasvir etmekte. Buradaki korku, ruh âleminde yayılan 


362 



bir korkudur. Büyük tabiat korkusu ne kadar derin 
olursa olsun ruh âlemini içten saran korku ondan daha 
derindir, daha beliğdir. Zira biri dışarıdan içeriye tesir 
edecektir. Halbuki öbürü zaten içten doğmaktadır, 
ruhu sarmıştır. Bütün bunlar sadece üç veya dört 
kelimenin içindedir. Bu üç dört kelime, bir yığın tablolar 
gölgeler yaym aktadır. 

2 - İkinci sahne, maddî azabı anlatan uzun bir 
sahnedir. Kelimeleri çok değil, fakat uzunluğu 
tekrardan alır:» 

Derileri piştikçe azabı tadsmlar diye onlara ı>a5w 
ileriler verirk.» Bu Kur'an'da gösterilen manzaraların 
uzatılması için 

kullanılan bir usuldür. |a ;Ne zaman» kelimesi 
burada hayale korkunç sahnenin tekrar edildiğini 
düşündürür. Hayal sahnenin tekrarını ister. Korku ve 
dehşet arttıkça hayal daha çok tekrarım arzu eder. 
Dehşetli korku da hissi, muhayyel manzaraya şiddetle 
bağlar ve onu sahne önünde hareketsiz bir şekilde 
durdurur. Ta siyak onu oradan alıp altlarından nehirler 
akan cennetlerde, gölgelik altında bulunan 
mü'minlerin sahnesine getirinceye kadar. Derilerin pişip 


363 



kavrulmasına alevlerin coşup tasmasına mukabil 
burada altlarından nehirler akan cennetler, gölgeler 
var. Şiddetli azaptan, kavurma ve yakma 
sahnelerinden sonra hisse serinlik, selâmet, rahatlık 
sahnesi gösteriyor. 

3 - Üçüncü sahne de yepyeni bir nimet sahnesidir. 
Bu nimette halis ikram vardır. îkram burada 
peygamberlere, şehidlere, salihlere arkadaş olmaktır, 
însanın bunlarla beraber olması kâfidir «Onlar, 
arkadaşlık bakımından ne iyidir.» Bu da güzel ruh, 
yüksek duygu sahiplerine yaraşan bir nimettir. Yüksek 
duygu sahipleri, edebî manevî-nimeti tercih ederler. 
Maddî nimetlerin en üstününü dahi manevi nimete eş 
tutmazlar, işte bu sahnede böyle bir manevi nimet 
vardır. 

4 - Dördüncü sahne, ilk defa münafıkları gösteren 
bir sahnedir. Münafıkları «Ateşin en aşağı tabakasında» 
gösteriyor. Maddî veya manevî ateşin en aşağı 
tabakasında. Ta'bir, yüce tabakaların altında, ateşin 
en aşağı derecesinde gizli bulunan azabın verdiği acı, 
ağır duygu yanında ruhta ihtikar ve aşağılık 
duygusunu da uyandırmaktadır!!! izsı 


364 




Zelzele Süresi ıaoı 

«Yer sarsıldıkça sarsıldığı ve yer ağırlıklarını dışarıya 
çi" kardığı ve insan «buna ne oluyor.9» dediği zaman, 
işte o gün (yer) haberlerini söyler. Çünkü Kabbm ona 
vahyetraiştir. O gün amelleri kendilerine gösterilsin diye 
ayn ayrı çıkarlar: Kim zerrece hayır yapmışsa onu görür 
ve kim zerrece şer yapmışsa onu görür.» 

Bu sûre gerek düzeni, gerek sahneleri itibariyle 
Mekkî surelere benzemektedir. Bu, Tekvîr, Infitar inşikak 
ilh. Surelerindeki kıyamet sahneleri arasında mütalâa 
edilebilir. Burada korku, tabiat olaylarında maddi, 
insanın içinde hissidir. 

Arz sarsıldıkça sarsılıyor ve içindeki ağırlıkları dışarı 
çıkarıyor: İçinde gömülü cesedleri, madenleri, 
gizlenmiş hâzineleri dışarı atıyor. İnsan bu alışılmadık 
olay karşısında şaşalıyor, soruyor: Ona ne oluyor diye. 
Neden sarsılıyor, çalkanıyor ve içindeki defineleri dışarı 
atıyor? 

Burada Arz, insana kendisinin sarsılmasından, 
ağırlıklarını dışarı atmasından daha acaip bir sahne 
gösteriyor. İşte şu bildiğimiz camid arz «Rabbının 
vahyetmesîyle haberlerini söylüyor.» Bu arz değişmiş, 


365 



soru sorulan, cevap veren, herşeyi tedbir eden 
Halikine itaat eden canlı bir şahsiyet olmuştur: 

O gün amellerine gösterilsinler diye insanlar ayrı 
ayrı çıkar" lar.» Fert fert dirilir, kalkarlar. Kendilerini saran 
büyük korku, o büyük iş, birbirinden ayırmış onları. 
Çıkmışlar ki: «Amel" lerine gösterilsinler.» İsteyerek 
amellerini görsünler diye değil, zorla amellerini 
görsünler onu görmek külfetini yüklensinler diye: Sonra 
o ince tartı ameliyesi başlıyor. O ince mizan ki gerek 
hayrın, gerek şerrin zerresi dahi onun kefelerini eğiyor:» 

Kim zerrece hayır yapmışsa onu görüyor ve kim 
A zerrece şer yapmışsa onu görüyor.» 

Hadid Suresi ısa 

1- «O gün mü'minleri görürsün ki nurları önlerinden 
ve yanlarından koşuyor. «Bugün size müjdeniz, 
altlarından ne" birler akan cennetlerdir. Orada ebedi 
kalacaksınız.» Budur işte büyük kurtuluş. O gün münafık 
erkekler ve münafık kadınlar, inananlara şöyle derler: 
«Bize bakra da nurunuzdan iktibas edelim.» (onlara A 
denir: «Arkanıza dönün de bir nur arayın.»'Onların 
(münafıklarla mü'minlerin) aralarına kapılı bîr sur 
vurulur. O surun içinde rahmet vardır, dışında onun 


366 



tarafından azap. Onlara seslenirler: «Biz de sizinle 
beraber değû-miydik?» Derler id: «Evet! Ama siz kendi 
nefislerinizi aldattınız. Beklediniz, şüphe ettiniz. 
Kuruntular sizi aldattı, nihayet Allah'ın emri geldi ve 
gurur sizi Allah'a karşı mağrur etti. Ba" gün artık ne 
sîzden, ne de küfredenlerden fidye alınmaz. Yeriniz 
ateştir. Odur sizin dostunuz. Ne kötü gidilecek yerdir o!» 
2 - «Rabbinizden bir bağışlanmaya ve gökle yer 
genişliği gibi olan, Allah'a ve Resulüne inananlar için 
hazırlanmış bulunan bir cennete koşunuz.» 

1- Burada birinci sahne özetiyle, tafsilâtiyle 
tamamen yenidir. Bu sahne, muhteviyatı önce kuvvetli 
resimlerle çizildikten, sonra canlı konuşmaların ihya 
ettiği sahnelerdendir. Burada biz, harika bir manzara 
görüyoruz: işte nıii'min erkek ve kadınlar. Görüyoruz 
onları. Önlerinde ve yanlarında da güzel bir aydınlık 
var. Bu, kendilerinden çıkıp önlerine ve yanlarına 
vuran kedi urlarıdır. Bu sahne, cidden harika bir sah¬ 
nedir; Işıksız insan cisimleri ışık neşretmiş, aydınlatmış, 
nur yapmış. Bu nur onlardan çıkıp uzanıyor, ve o insan 
kendinden çıkan bu ışıkla önünü ve yanını görüyor. Arz 
sahası da biz seyirciler de o nuru görüyoruz, bunun 


367 




yanında onlara yöneltilen şu mübarek tekrim ve tebşiri 
de duyuyoruz: 

Bugün size müjdeniz, altlarından nehirler akan 
ebedî kal; ğıniz cennetlerdir. İşte büyük kurtuluş budur 
bu.» 

Fakat sahne, bu güzel, lâtif manzara ile bitmiyor. 
O münafıklardan bir topluluk da var. Onlar da 
dünyadaki âler gibi dalkavukluk ve gösteriş yapan 
kimselerdir. Belki burada isteklerinde hareketlerinde 
sadıktırlar: 

Münafik erkek ye kadınlar o gün inananlara der 
(ler) ki: ze bakm da nurunuzdan iktibas edelim.» 
Mü'min ve mü'mi 

lerin gözleri o tarafa çevrildikçe o lâtif, şeffaf nur 
ışıldar. A münafıklar nasıl o nurdan iktibas edebilirler? 
Onlar bü hayatlarını karanlık içinde geçirmiş 
insanlardır. Şimdi bun* istifade edebilirler mi? Meçhul 
bir ses, onlara şöyle diyor: 

Arkamzâ dönün de nur arayın.» Anlaşılan bu ses, 
onların d yada yaptıkları nifak, karanlıkta tuzak kurma 
gibi şeyleri : tırlatarak onlarla alay eden bir sestir.: 
Arkada bıraktığınız d yada yaptıklarınıza dönün. 


368 



Dönün, zira nur oradan ara Nurun kaynağı dünyada 
yapılan işlerdir. Onun da zamanı g mistir artık. Dönün, 
zira bugün nur aranacak gün değile Herhalde onlar, 
kendileriyle alay edildiğini anlamıyorlar bi: geriye 
dönüyorlar; Ya da anlıyorlar, pişmanlık ve üzüntü 
yuyorlar, her ne ise. İki zümre arasına ayırıcı bir sur 
çekiliy Bu sur, onları birbirinden ayırıyor. Surun bir 
tarafında nin içindekilerin nimeti, bir tarafında da 
azabedilenlerin Anlaşıldığına göre bu sur, görmeğe 
mani ise de sesin geçme ne mani değildir. Münafıklar, 
o taraftan mü'minlere yorlar: 

Biz de sizinle beraber değihniydik?» Peki niçin biz 
sizden ayrılıyoruz? Biz de dünyada sizinle beraber aynı 
toprakta yaşanmadık mı, burada da yine beraber 
aynı toprak üzerinde diriltilmedik mi? 

Dediler M: Evet öyle idi, fakat siz kendi nefislerinizi 
aldattınız», onları hidayetten çevirdiniz, «beklediniz», 
inanmaya azmetmediniz, son. hayrı seçmediniz. 
Çünkü kesin olarak sizi âbi-reti seçmeğe sevk edecek 
yakîne sahip değildiniz. İnanmıyordunuz «Şüphe ettiniz, 
batıl kuruntular sizi aldattı.» Bu tereddütle 
kurtulacağınızı sandınız, değneği iki uiundan 


369 



tuttuğunuz takdirde kat kat fayda toplıyacağınızı 
umdunuz. Bu kuruntular içinde bocalarken «nihayet 
Allah'ın emri geldi», iş bitti. «Ve gurur sizi, Allah'a karşı 
mağrur etti.» Gurur, büyük ihtimalle şeytandır. Yani sizi 
tuttuğunuz yoida giderseniz kurtulursunuz düşüncesine 
teşvik eden şeytandır. Bilmeden ona uydunuz ve bu. 
hale düştünüz. Sonra mü'minler, hatırlatmağa hüküm 
vermeğe devam ediyor. Sanki oranın hakimleri 
kendileri imiş gibi söz söylüyorlar: 

Bugün ne sizden, ne de kâfirlerden fidye alınmaz. 
Yeriniz ateştir. Odur sizin dostunuz.» Ama da dost ha! 
«Ne kötü gidilecek yer, ne kötü âkibet!» 

Surede nurun zikri tekerrür ediyor: 

Allah'a ve Resulüne inananlar, işte Bableri indinde 
sıddîkler, şahidler onlardır. Ecirleri ve nurları 
kendilerinindir.» ve Ey iman edenler, Allah'tan korkun 
ve O'nun Resulüne inanın İd size rahmetinden iki nasip 
versin ve sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur 
yaratsın.» 

Bakıyoruz, nurun özel bir hikmetini buluyoruz. Bütün 
sahnenin âhengine yayılan bir hikmet: Burada 
münafıklardan söz edilmektedir. Münafıklar, 


370 




iclerindekini gizlerler, içlerinde gizli olanı değil, içlerinde 
olmuyan gösterirler. Nifak, hile ve tuzaktan müteşekkil 
bir karanlık içinde yaşarlar. Kafaları bu nunla doludur. 
Nur ise gizli olanı açar, örtülü olanı gösterir. O halde bu 
büyük gizli sahnenin üstüne nur şualarının düşmesi, 
nıü'minlerin ve mü'minelerin Önlerinde bulunanı aydın¬ 
latması çok münasiptir! Önce öğrendiğimiz gibi 
münafıklar ateşin en aşağı dere kesindedirler. Yani 
içlerindeki karanlıkla mütenasib olarak karanlıkların 
kucağında, gizli örtülü karanlıklarla gayyasmdadırlar. 
Onların bulunduğu karanlıklara muı kabil nurun 
mü'minleri aydınlatması ne kadar güzel düşmektedir! 

2 - Surenin akışında ikinci sahne genişlik ölçme 
sahne-sidir. Cennetin genişliği ölçüye vuruluyor: 

Genişliği, gök ve yer genişliği gibidir.» Bu çok geniş 
bir m.e | sahadır. Bu mukayese, zihnin bu genişliği 
dolduran nimet saho nelerini kavrayabilmesine yardım 
eder. Burada sahnenin vazifesi, cennetteki muazzam 
nimeti insan şuuruna anlatmak 

Biz de sizinle beraber değilmiydîk?» Peki niçin biz 
sizden ayrılıyoruz? Biz de dünyada sizinle beraber aynı 


371 



toprakta yaşanmadık mı, burada da yine beraber 
aynı toprak üzerinde diriltilmedik mi? 

Dediler İd: Evet Öyle idi, fakat siz kendi nefislerinizi 
aldattınız», onları hidayetten çevirdiniz, «beklediniz», 
inanmaya azmetmediniz, son hayrı seçmediniz. Çünkü 
kesin olarak sizi âhireti seçmeğe sevk edecek yakîne 
sahip değildiniz. İnanmıyordunuz «Şüphe ettiniz, batıl 
kuruntular sîzi aldattı.» Bu tereddütle kurtulacağınızı 
sandınız, değneği iki uiundan tuttuğunuz takdirde kat 
kat fayda toplıyacağınızı umdunuz. Bu kuruntular 
içinde bocalarken «nihayet Allah'ın emri geldi», iş bitti. 
«Ve gurur sizi, Allah'a karşı mağrur etti.» Gurur, büyük 
ihtimalle şeytândır. Yani sizi tuttuğunuz yoida 
giderseniz kurtulursunuz düşüncesine teşvik eden 
şeytandır. Bilmeden ona uydunuz ve bu. hale 
düştünüz. Sonra mü'minler, hatırlatmağa hüküm 
vermeğe devam ediyor. Sanki oranın hakimleri 
kendileri imiş gibi söz söylüyorlar: 

Bugün ne sizden, ne de kâfirlerden fidye alınmaz. 
Yeriniz ateştir. Odur sizin dostunuz.» Ama da dost ha i 
«Ne kötü gidilecek yer, ne kötü âkibet!» 

Surede nurun zikri tekerrür ediyor: 


372 




Allah'a ve Resulüne inananlar, işte Rableri indinde 
siddîkler, şahidler onlardır. Ecirleri ve nurları 
kendilerinindir.» ve: 

Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve O'nun 
Resulüne İnanın İd size rahmetinden iki nasip versin ve 
sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın.» 

Bakıyoruz, nurun özel bir hikmetini buluyoruz. Bütün 
sahnenin âhengine yayılan bir hikmet: Burada 
münafıklardan söz edilmektedir. Münafıklar, 
içlerindekini gizlerler, içlerinde gizli olanı değil, içlerinde 
olmıyanı gösterirler. Nifak, hile ve tuzaktan müteşekkil 
bir karanlık içinde yaşarlar. Kafaları bu nunla doludur. 
Nur ise gizli olanı açar, örtülü olanı gösterir. O halde bu 
büyük gizli sahnenin üstüne nur şualarının düşmesi, 
nıü'minîerin ve mü'mi nelerin önlerinde bulunanı aydın¬ 
latması çok münasiptir! Önce öğrendiğimiz gibi 
münafıklar ateşin en aşağı derekesindedirler. Yani 
içlerindeki karanlıkla mütenasib olarak karanlıkların 
kucağında, gizli Örtülü karanlıklarla gayyasmdadırlar. 
Onların bulunduğu karanlıklara mukabil nurun 
mü'minleri aydınlatması ne kadar güzel düşmektedir! 


373 



2 - Surenin akışında ikinci sahne genişlik ölçme 
sahne-sidir. Cennetin genişliği ölçüye vuruluyor: 

Genişliği, gök ve yer genişliği gibidir.» Bu çok geniş 
bir mesahadır. Bu mukayese, zihnin bu genişliği 
dolduran nimet sahnelerini kavrayabilmesine yardım 
eder. Burada sahnenin vazifesi, cennetteki muazzam 
nimeti insan şuuruna anlatmaktır. Dünya znetamı, 
bunun değersiz ve kısa olduğunu söyledikten sonra 
cennetin genişliğini söylüyor: 

Bil inid dünya hayatı bir oyun, eğlence, bir 
süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve 
çocuk sahibi olma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı şu 
yağmura benzer İd bitirdiği ot çiftçilerin hoşuna gider, 
sonra kabanr, bir de bakarsın İd sararmıştır, sonra 
çerçöp olur. Âhirette ise şiddetli bir azap ve Allah'ın bir 
bağışlaması ve razı olması vardır. Dünya hayatı, 
aldatıcı bir geçinmeden başka bir şey değildir..» 
"Sonra cenneti zikrediyor ve onun genişliğini anlatıyor 
ve bu suretle zihne bu dar ve kısa geçimle o geniş ve 
bol nimeti mukayese etme fırsatını veriyor. I§31 


374 




Muhammeo Suresi ıssı 

«Müttekilere va'dedilen cennet şöyledir: Orada 
bozulmi-yan su ırmakları, tadı değişmez süt ırmakları, 
içenlere lezzet veren şarap ırmakları ve safi süzme bal 
ırmakları var. Onlar için orada her türlü meyva, 
ilahlarından mağfiret var. Hiç bunların durumu, ateşte 
ebedi kalan ve barsaklarını parça parça edecek 
kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olar mu?» 

Bu da nimet çeşitlerinden bir çeşit: Sudan 
ırmaklar, sütırmaklar, şaraptan ırmaklar, baldan 
ırmaklar... Burada herşey hesapsız, sınırsız. însanın 
dünyada en çok sevdiği fakat az miktarda bulabildiği 
şeylerden nehirler dolusu var burada. Hem de en 
güzel cinsinden, en lezzetlisinden. Bunların yanında 
meyvaların her çeşidi, yemek, içmek ve «Kablerinden 
mağfiret.» 

Bunlar bir tarafta. Diğer tarafta da ateşte ebedi 
kalmak, barsakları parça paçra eden, karınları 
haşlıyan kaynar su. Bu ve o. Her İkisi de nimet ve 
azabın en son uçları! 

Burada tabloyu güzelleştiren başka bir uyum 
çeşidine daha rastlıyoruz. Bütün sahne, meşrubat 


375 



sahnesidir. Cennetteki meşrubat, ateşteki meşrubat. 
Su, süt, şarap ve bal. Bunların karşısında da barsakları 
parça parça kesen kaynar su var. Ama ne olursa 
olsun, o da içilecek bir şeydir. Yani sahnelerin ve 
tabloların çizimindeki esas birdir, nevi ayrıdır. i§a 

Ra'd Suresi ı&ı 

1- «Eğer şaşacaksan, şaşılacak şey onların: «Biz 
toprak olduktan sonra mı? Biz mi yeniden 
yaratılacağız?» deme" leridir. Onlar Rablerini inkâr 
eden kimselerdir. Onlar o kimselerdir ki boyunlarında 
demir halkalar vardır, ve onlar ateş sahibleridir. Onlar 
orada ebedî kalacaklardır.» 

2 - «Adn cennetlerine girerler. Babaları, eşleri ve 
çocukları arasında iyi olanlar da (onlarla beraber o 
cennetlere girerler.) Melekler de her kapıdan 
yanlarına girerler: «Sabretmenize kargılık size selâm 
olsan; bu evin akıbeti ne güzeldir!» 

3 - «Mütteküere va'edilen cennet şöyledir: 
Altından ırmaklar akar. Ürünü ve gölgesi daimdir. Bu, 
ittika edenlerin akıbetidir. Kâfirlerin âkibeti de ateştir!» 

1- Birinci sahnenin fevkalâdeliği, kâfirlerden bir 
milleti «Biz toprak olduktan sonra mı, sahiden biz mî 


376 



yaratılacağız?» derken göstermesidir. Bu sözü 
söyliyenleri bir de «Boyunlarında demir halkalar» 
varken tesbit etmiştir. Bu halkalarla âhirette 
karşılaşacaklar, fakat buradaki güzellik, onü acele 
getirmekte ve onu şimdiki hale karıştırmaktadır. Öyle 
karıştırmış ki sanki halkalar, bu sözü söylerken 
boyunlarına geçmiştir. Bu sür'atli bir" canlandırmadır. 
Fevkalâde güzel düşmüştür. 

2 - Önce meleklerin mü'minleri selâm ile 
karşılamalarını, onları cennetle müjdelemelerini, ya da 
onların canlarını güzellikle almalarını görmüştük. Şimdi 
ise cennette her kapi dan mü'nünlerin yanlarına 
girdiklerini görüyoruz. Mü'minler, zevceieriyle, 
çocuklariyle beraber bulunurken melekler her kapıdan 
onların yanma selânf ve tekrim ile giriyorlar: 

Sabretmenize karşılık selâm oisnn size, bu evin 
akıbeti ne güzeldir!» «Onlar üzerine her kapıdan 
girerler» tabiri, gözde birçok yönlerden pekçok 
meleklerin girişini canlandırmaktadır. Histe de «hoş 
geldiniz, safa geldiniz» sözünün çokluğunu, selâm ve 
tekrimin devam ettiği fikrini uyandırmaktadır. 


377 





3- Üçüncü sahne akan ırmaklar, devamlı ürün, 
gitmi-yen gölge sahnesidir. Bu zevk, güzellik ve istirahat 
sahnesidir. İşte ittika edenlerin âkibeti budur. Bunun 
kargısında kâfirlerin âkibeti de ateştir! tszı 

Rahman Suresi ıssı 

«Gök yarılıp da yağ gibi (eriyen, yanan,) bir gül 
olduğu zaman, öyle ise Katibinizin hangi nimetini 
yalanlarsınız? O gön na bîr insana, ne de bir cinne 
suçundan sorulmaz, (buna ihtiyaç yoktur.) öyle ise 
Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız? Mücrimler 
sunalarından tanınırlar da perçemlerinden ve 
alınlarından yakalanırlar, öyle ise Babbinİzİn hangi 
nimetini yalanlarsınız? îste mücrimlerin yalanladığı 
cehennem budur. Onlar, onunla kaynar su arasında 
dolaşır dururlar, öyle ise Rabbisizfcı hangi nimetini 
yalanlarsınız? 

«ftabbinin makamından korkan için iki cennet 
vardır, öyle ise Rabbinizhı hangi nimetini yalanlarsınız? 
İkisi de türlü tiirîü bostanlara, ağaçlara sahiptir. Öyle ise 
Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız? İkisinde de 
akan iki kaynak vardır, öyle ise Rabbinizin hangi 
nimetini yalanlarsınız? İkisinde de her türlü meyvadan 


378 




çifter çifter vardır, öyle Ue RabbiBizin hangi nimetini 
yalanlarsınız? Orada örtüleri parlak atlastan yataklara 
yaslanırlar; iki cennetin devşirilmesi de yakındır (yani 
meyvaları yakındır, elle hemen tutulup devgirilir.) öyle 
iss Rabbmizin hangi nimetini yalanlarsınız? Onlar da 
bakışlarını kısmış (yalnız kocalarına hasretmiş), 
kocalarında önce kendilerine ne bir insanın, ne de 
cinnin dokunmadığı güzeller vardır, öyle ise Rabbinizin 
hangi nimetini yalanlarsınız? yakut ve mercan gibidir. 
Öyle ise llabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız? îyiliğin 
karşılığı yalnız iyilik değil, midir? öyle ise Rabbinizin 
hangi nimetini yalanlarsınız? Bu ikisinden başka iki 
cennet daha vardır, öyle ise Rabbinizin hangi nimetini 
yalanlarsınız? Yemyeşil renkte. Öyle ise Rabbinizin han¬ 
gi nimetini yalanlarsınız? İkisinde de fışkıran, iki kaynak 
vardır, öyle ise Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız? 
Onlarda meyva, hurma ve nar vardır. Öyle se 
Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız? Onların içinde 
hayırlı güzeller vardır. Öyle ise Rabbinizin hangi nimetini 
yalanlarsınız? Kaymelere kapanmış huriler vardır, öyle 
ise Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız? 
Kendilerinden önce o güzellere ne bir İnsan, ne de bir 


379 



cin dokonmamışür. öyle ise Kalbinizin hangi nimetini 
yalanlarsınız? Orada yesü yastıklara ve harikulade 
islemeli döşeklere yaslanırlar. Öyle ise Kabbinizin hangi 
nimetini ya-' tanlarsınız? 

«Celâl ve ikram sahibi Rabbinin temi ne yücedir!» 

Bu surenin teması, Murselât, Kamer surelerinde 
olduğu gibi uyum üzerinde cereyan etmektedir: 
Halikin, mahlûkatina verdiği nimetleri sayıyor. Her 
nimetten sonra da soruyor: 

Öyle ise Eabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız?» 
Burada hitap insanlara ve cinleredir. Halikın dünyada 
verdiği nimetleri saydıktan sonra'âhirette verdiği 
nimetlere geçiyor. Hayır ve şerrin nimet ve azap ile 
cezalandırılmasını da uhrevi nimetler arasında sayıyor. 
Gerçekten öyledir. Cezada adalet, Öyİe büyük İlâhî 
bir nimettir ki insan bunu tanı manasiylse yerine , 
getirmekten âcizdir. Bunu ancak Allah yapabilir, i 
Burada kıyamet sahneleri, gökün yanlmasiylc başlıyor. 
Hk defa burada gökü gül gibi kırmızı, yağ gibi akıcı 
görüyoruz. Burada kıyamet sahneleri arasında bize 
biraz garip gelen bir sahne vardır. Bilhassa yüzlerin arz 
ettiği manzaralar ve mücrimlerin simalarından 


380 



tanınması ve selâmsız kelâmsiz bunların 
perçemlerinden ve alınlarından tutulup atılmaları. «Ne 
insandan ne de cinden günahı sorulmuyor.» Zaten: 
yüzler konuşuyor, iki zümre de tanınıyor, sormaya ne 
hacet? 

Perçemlerden ve ayaklardan tutulup cehenneme 
fırlatılması olayı, akılları şaşırtıp kalbleri hoplattığı sırada 
gözlerimiz onların atıldığı cehennemin gerçek 
durumuna çevriliyor: «İşte mücrimlerin yalanladığı 
cehennem sudur.» Şu. Ve işte o suçlular: 

Cehennemle kaynar sn arasında dolaşıyorlar.» 
Hararetten kavrulmuş. Onlar, cehennemle bu kaynar 
su arasında gidip geliyorlar, kâh onda, kâh onda 
duruyorlar. İkisi de ne azap ne fecaat ol Babbînin 
makammdan korkan için iki cennet vardır.» İlk defa 
burada iki cennet zikrediliyor. Bunlar, bilinen büyük 
cennetin içindedirler. Fakat Özellikle bunların 
zikredilmesi, çeşitlerinden veya mertebelerinden 
dolayıdır. Vakıa suresinde cennetin birçok mertebeleri 
olduğunu Öğrenmiştik. Orada as-Sa-bikune'l- 
mukarrebun ve orada Ashabu'l-Yemîn vardı. Bunların 
her birinin de kendine mahsus bir cenneti bulumakta 


381 



idi. Buradan da anlıyoruz ki bu iki cennet, yüksek 
mertebe sahibi bir zümrenindir. Sonra bu ikisine benzer 
fakat derecesi biraz daha düşük olan iki cennet daha 
vardır. Bu iki cennetin de bu yüksek fırkadan sonra 
gelen bir fırkaya aidolduğunu öğreniyoruz. 

Şimdi ilk iki cenneti gösterelim; şunlar: 

Türlü bostan ağaçlarına sahiptirler. îkisinde de 
akan gözeler vardır. İkisinde de her türlü meyvadan 
çifter çifter vardır» 

Peki ya bu cennetlerin sahipleri ne halde? Bak 
görürsün: 

Astarları beyaz atlastan olan yataklara 
yaslanırlar.» Bu yataktaki istirahat, refah başkadır. İki 
cennetin devşirmesi de yakın. 

Toplamada hiçbir güçlük yok. Bu da ayrı bir 
refahtır. Fakat bu cennetlerde ne gibi meyva olduğu 
sayılmıyor: 

Onlarda bakışları yalnız eslerine münhasır, 
eşlerinden önce ne insan ne de cin eli dokunmamış 
güzeller var.» Gözleri namuslu, gözlerini başkalarına 
dikmiyen, insanlarm ve cinlerin dokunmadığı dilberler. 
Yalnız bu kadar da değil, yetişkin, parlak semiz «Yakut 


382 



ve mercan gibi.» Bütün bunlar Rabbinin makamından 
korkan,, âhireti gözetliyen ve onda Allah'tan korkanlar 
içindir.» 

İyiliğin karşılığı yalnız iyilik değil midir?» 

Bunların altmda da iki cennet var.» Bu iki cennetin 
evsafı yukarıdaki ikisinden biraz aşağı. Bunlar 

Cehennemle kaynar su arasında dolaşıyorlar.» 
Hararetten kavrulmuş. Onlar, cehennemle bu kaynar 
su arasında gidip geliyorlar, kâh onda, kâh onda 
duruyorlar, ikisi de ne azap ne fecaat! 

:Rabbinm makamından korkan iğin iki cennet 
vardır.» tik defa burada iki cennet zikrediliyor. Bunlar, 
bilinen büyük cennetin içindedirler. Fakat Özellikle 
bunların zikredilmesi, çeşitlerinden veya 
mertebelerinden dolayıdır. Vakıa suresinde cennetin 
birçok mertebeleri olduğunu Öğrenmiştik. Orada as- 
Sa-bikune'l-mukarrebun ve orada Ashabu'l-Yemîn 
vardı. Bunların her birinin de kendine mahsus bir 
cenneti bulumakta idi. Buradan da anlıyoruz ki bu iki 
cennet, yüksek mertebe sahibi bir zümrenindir. Sonra 
bu ikisine benzer fakat derecesi biraz daha düşük 


383 



olanı iki cennet daha vardır. Bu iki cennetin de bu 
yüksek fırkadan sonra gelen bir fırkaya öğreniyoruz. 

Şimdi ilk iki cenneti gösterelim; şunlar: 

Türlü bostan ağaçlarına sahiptirler.de akan göze¬ 
ler vardır, tkisinde de hep türlü meyvadan çifter çifter 
vardır» 

Peki ya bu cennetlerin sahipleri ne halde? Bak 
görürsün: 

Astarları beyaz atlastan olan yataklara 
yaslanırlar.» Bu yataktaki istirahat, refah başkadır, 
cennet devşirmesi de yakın.,» 

Toplamada hiçbir güçlük yok. Bu da ayrı bir 
refahtır. Fakat bu cennetlerde ne gibi meyva olduğu 
sayılmıyor: 

Onlarda bakışları yalnız eşlerine münhasır, 
eşlerinden önce ne insan ne de cin eli dokunmamış 
güzeller var.» Gözleri namuslu, gözlerini başkalarına 
dikmiyen, insanların ve cinlerin dokunmadığı dilberler. 
Yalnız bu kadar da değil, yetişkin, parlak semiz «Yakut 
ve mercan gibi.» Bütün bunlar Rabbinin makamından 
korkan,, âhireti gözetliyen ve onda Allah'tan korkanlar 
içindir. İyiliğin karşılığı yalnız iyilik değil midir?» 


384 



BunlaJin altında da iki cennet var.» Bu iki cennetin 
evsafı yukarıdaki ikisinden biraz aşağı. Bunlar. 

Yani yemyeşildirler.» içinde bulunan a'şaptan do¬ 
layı siyaha çalar bir yeşilliktedirler. 

Bunlarda kaynayan iki göze vardır.» 

Bu çeşmelerin suyu akmıyor, kaynıyor. Kaynamak, 
akmaktan aşağıdır. 

Onlarda meyva, hurma ve nar var.» 

Halbuki yukarıdaki cennetlerde her meyvadan 
çifter çifter vardı: 

Onlarda hayırlı güzeller var.» Kimdir bu hayırlı 
güzeller? Bunlar. 

Haymelere kapanmış hurilerdir.» 

Haymeler kelimesinden, bu güzellerin çöl 
güzellerine benzediklerini, öteki iki cennetin 
nimetlerinin medenilere mahsus iken bu iki cennetin 
nimetlerinim bedevilere mahsus nimetler olduğunu 
anlıyoruz. 

Kendilerinden Önce onlara ne 

insan, ne de cin eli dokunmamışlar.» Bu kızlar da 
Öteki cennetlerdeki kızlar gibi iffet ve namus erbabı. 
Yalnız bunların «Yakut ve merian gibi» olnuklan 


385 



söylenmiyor. Peki ya bu iki cennetin sahipleri? Bak, 
görürsün: 

Abkar yapısı gibi yeşil güzel sergilere dayanırlar.» 
Halbuki 

öteki cennetlerde dayanılan sergilerin astarları 
parlak atlastan idi, ve orada «tki cennetin devşirmesi 
yakın» di... Bunlar, nimetin (Cennetini) iki derecesidir. 
Birisi şehirdeki refah ve konforu temsil ederken diğeri 
köydeki refah ve konforu temsil etmektedir. Bu suret ve 
şekillerin, cennet nimetlerinin mücerred misalleri 
olduğunu, bunlar ile naîmin insan duyusuna yak¬ 
laştırdığını, insanm anlaması için bu temsiller içinde 
söylendiğini görüyor musun? (Bunlar aslında cennetin 
asıl kendi nimeti değil, onun sembolik ifadeleridir. 
Yoksa cennetin asıl nimetlerini bu akıl ve duyularla 
idrak etmemize imkân yoktur.) Ben bu kanaatteyim, 
fakat kesin söylemiyorum. Çünkü elimde delil yoktur. 

1891 

İnsan Suresi fisi 

1- «Doğrusu biz ona yol gösterdik: Ya şükreder 
veya inkâr eder. Biz kâfir için zincirler, demir halkalar ve 
çılgın alev hazırladık. Şüphesiz iyiler, kâfur karışık bir 


386 



kadehten içerler. Allah'ın kullarının içtiği çeşme(den). 
Onu istedikleri yere akıtırlar (veya kana kana içerler,). 
Adaklarını yerine getirirler ve şerri salgın olan bir 
günden korkarlar. Allah'ın rızası için yoksula, yetime ve 
esire yemek yedirirler: «Biz size sırf Allah rızası için 
yediriyoruz, sizden asla bir karşılık ve teşekkür 
beklemiyoruz. Çünkü biz Rabbimizden korkarız bir 
suratsız kara günde.» Allah da onları o günün şerrinden 
korur ve kendilerini bir parlaklık ve sevince erdirir. 
Sabırlarına karşılık mükâfatlan da cennet ve ipektir. 
Orada koltuklara yaslanırlar. Orada ne bir güneş 
görürler, ne de soğuk. Üzerlerine cennet gölgeleri 
sarkmış ve meyvalari üzerlerine eğdirilmiştir. Yanlarında 
gümüş kablar ve billur kadehler dolaştırılır. Gümüşten 
billurlar, onları türlü türlü biçime koymuşlardır. Orada 
zencebîl karıştırılmış bir kadehten içirilirler. (Bu), orada 
bir çeşmedir ki adına Selsebîl denir. Çevrelerinde de 
ölümsüz gençler dolaşır. Onları görsen, saçılmış birer 
inci sanırsın. Gördüğün zaman, nereye baksan nimet 
ve büyük bir mülk görürsün, üzerlerinde ince yeşil ipekli, 
parlak atlastan elbiseler vardır. Gümüş bilezikler 
takınmışlardır. Rableri onları tertemiz bir içecekle 


387 



sulamiştır. «îşte bu, sizin karşıhğınızdı ve sizin çalışmanıza 
teşekkür edildi.» 

2 - «Bunlar acele olanı seviyorlar ve önlerindeki 
ağır günü bırakıyorlardı.» 

Bu sahneler, önce insan hakkında bir mukaddime 
ile başlar. O insan ki Allah onu yaratmış, «onu isitici, 
görücü yapmış», ona yolu göstermiş, seçme hürriyetini 
eline vermiştir «Ya şükredicidir veya inkarcıdır.» Ve 
mukaddime, bu iki yolun, şükür ve küfür yollarının 
sonucuna geliyor. Kur'ân'uı kullandığı inetot, üslûb 
sayesinde biz, iki yolun sonucunu da şimdi görür 
gibiyiz! 

Kâfirlere «zincirler, demir halkalar ve çılgın alev» 
hazırlanmıştır. Bunlar azabm vasıtalarıdır. Bu hususta 
daha fazla bir şey söylemiyor. Hemen nimet 
tablolarına geçiyor, onları uzun uzun izah ediyor. Bu 
nimet sahnelerinin çoğu önce geçmişti. Yalnız 
arzındaki değişiklik, cüziyatındaki tafsilât, metlerin 
isimlerini ayrı ayrı açıklamak, sanat bakımından bu 
sahneye bir yenilik vermektedir. 

İyilerin içtiği içki, önce şöyle tavsif edilmiştir «Onda 
ne saçmalama, ne de günaha sokma yoktun» Ya da 


388 



«İçenler ondan bakmazlar ve başlan dönmez». 
Sunulan o içkinin bu vasıflarını biliyorduk, ama 
mahiyetini ve nev'ini bilmiyorduk. Bir defa onun 
«Tesnîm»den olduğunu öğrenmiştik. ŞimrH de başka bir 
içki tanıyoruz. Bu kadehin katkısı da bir kere 
«kâfurdan», bir kere de «Zencebîldendir». Demek ki bu 
içki kaynaklan mü-teaddiddir. içenler üzerindeki tesir 
bakımından genel özellikleri birse de kaynakları ayrı 
ayrıdır. 

Söz esnasında bu kadehten içen Allah'ın 
kullarından bahsedilince durup onların vasıflarını 
sayıyor. Bunlar Allah sevgisi için yoksula, yetime ve 
esire yemek yedirirler, bunlar Allah rızası için hayır 
işlerler, insanlardan bir karşılık bir teşekkür beklemezler. 
Bunlar Allah'tan korkarlar, suratsız kara bir günden 
korkarlar -ki şimdi biz o gündeyiz, onu seyrediyoruz- 
Allah da onları o günün şerrinden korumuştur. Ve «On¬ 
ları cennete ve sevince erdirmiştir.» 'Şimdi onların 
cennetteki o tatlı oturmalarını, sohpetlerini seyredelim: 
«Orada koltuklara dayanırlar». Yalnız bundan önce hiç 
gösterilmiyen ya da gösterilmiş olsa da bu ifade ile 
gösterilmiyen bir haîi seyredelim: 


389 



Orada ne bir güneş, ne de bir soğuk görmezler.» 
Daha ö önce orada Zilli Zalîl olduğunu, bir defa da 
«Ürününün ve gölgesinin daim! olduğunu» Öğrenmiştik. 
Şimdi de şu yegane sahneyi seyredelim: «Orada ne Ur 
güneş, ne de bir soğuk görmezler» Ve sahne şöyle 
kemale eriyor: «Gölgeleri üzerlerine yaklaşmış, 
devşirmeleri (meyvakun) da aşağı eğdirildikçe 
eğdîrilmiştir.» 

Sonra bunların çevrelerinde küplerle dolaşılmasını 
seyredelim. Yalnız bu gördüğümüz küpler, gümüş 
billurdan kadehlerdir. Demek ki bu, adî gümüş değil, 
şeffaf gümüştür. Öyle ise içindekini gösterir. 
Muhtevasının görünmesine engel olmaz. Bu hem 
sanat, hem de nimetteki zevk ve refah bakımından 
harikulade güzeldir. Bak bak, civanlara bak. ölümsüz 
bunlar. Bunlara zamanın ve yaşın tesiri yok. O kadar 
güzeller ki «Baktığın zaman onları Ürer saçılmış İnci 
sanırsın». Sonra siyak, gözlerimizi sahnenin bütün 
cüzlerinde gezdiriyor. Nereye baksak büyük bir nimet 
ve büyük bir mülk görüyoruz. Bu nimetin sahipleri de 
sündüs ve istebrâk'ten elbiseler, gümüşten bilezikler ve 
süsler içinde, tertemiz bir içki içiyorlar. Hele o içkiyi 


390 





kendilerine Rablerinin içirmesi, onun kıymetini daha 
da* artırıyor. 

Biz dalmış bu manzaraları seyrederken birden şu 
umumî hüküm kulaklarımızı okşuyor: 

Bu, sizin karşılığınız idi ve sizin çalışmanıza teşekkür 
edilmiş olda.» 

İkinci âyette bizi ilgilendiren taraf o günün ağır di¬ 
ye vasfedilmesidir. Bu, günü cisimlendiren bir vasıftır. 
Azabın galîz (kaba) olarak vaafedilmesi gibi. Bunun 
karşısında onların şu aceleyi sevmeleri vardır. Sanki 
onlar bunu hafif görüyorlar ve önlerindeki ağır günü 
bırakıyorlar. Bu hafifle ilgileniyorlar da o ağır günle 
ilgilenmiyorlar. Halbuki asıl onunla ilgilenmeleri gerekir. 
Çünkü o ağırdır, onların bacaklarını birbirine dolaştırır, 
kenclitarini yorar. O halde o ağır günle ilgilenip onu 
hafifletmeleri icabeder. 12 u 

Nur Suresi 1221 

«Namuslu, bir şeyden habersiz nıü'mine hanımlara 
iftira atanlar, dünyada da âhirette de 
lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azab vardır. O 
gün dilleri, elleri ve ayaklan aleyhlerine şehadet edip 
yaptıklarım söyler. O günde Allah onlara hak ettikleri 


391 



cezalarını verir. Ve bilirler İd ap açık gerçek olan 
ancak Allah'tır.» 

Bundan önce o acaip sahneyi görmüştük, hani 
orada mücrimler duruyor, kulakları, gözleri, derileri 
şahitlik edip yaptıklarını söylüyorlardı. Onlarla derileri 
arasında geçen o acaip münakaşayı ve derilerin 
onları nasıl kesin bir şekilde reddettiklerini görmüştük 
ya! İşte şimdi de sahipleri aleyhinde şa-: hitlik eden 
başka uzuvlar görüyoruz. Diller, eller ayaklar şahitlik 
ediyor. Burada dillerin ayrı bir önemi var. Çünkü onlar; 
dünyada dillerinde geveliyerek namuslu, bir geyden 
habersiz; kadınlara iftira etmişlerdi. Şimdi bu iftirayı 
yapan diller burada doğruyu söyleyip aleyhlerine 
gehadet ediyor. Ve o gün Allah onlara hak ettikleri 
cezalan, gerçek kargılıklarını veriyor. O zaman 
anlıyorlar ki hak Allah'tır. Burada hak kelimesi tekerrür 
ediyor, pekiştiriliyor. Zira biz, dünyada yapılan bir iftira 
ve yalan sahnesi önündeyiz. Bunun karşısında 
âhiretteki doğruluk ve gerçeklik sahnesi bulunuyor. 
Öyle bir doğruluk ve gerçeklik sahnesi ki yalanla 
hareket eden diller bile iradesiz olarak bu gerçeği 
söylüyor, eller ve ayaklar da dilin söylediğini tasdik ve 


392 



teyidediyor. O iftiracıların cüzleri olan bu uzuvlar, 
iftiracıları ap açık gerçekle yanp biçiyor. 12 a 

Hacc Suresi m 

1- «Ey insanlar, Rabbinizden korkun, zira o saatin 
sarsması çok büyük bir şeydir. Bir gün ki onu 
görürsünüz: Her emzikli emzirdiğinden geçer, her gebe 
yükünü düşürür ve insanları hep sarhoş görürsünüz; 
halbuki sarhoş değillerdir ama Allah'ın azabı şiddetlidir. 

2 - «îşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki 
hasım: 

İnkâr edenler için ateşten elbiseler biçilmiştir. 
Başlarının üstünden de kaynar su dökülür. Onanla 
kannlanndaki ve derileri eritilir. Onlar için demirden 
kamçılar da vardır. Oradan» gamdan her çıkmak 
istediklerinde oraya geri çevrilirler ve: Yangın azabını 
tadın! (denir).» 

3- «Allah inananları ve salih ameller işliyenleri, 
altlarından nehirler akan cennetlere sokar. Orada, 
alton bilezikler ve İnci (Orada elbiseleri de ipektir. Ve 
sözün hoşuna iletilmişlerdir ve övülen Allah'ın yoluna 
sevk edilmişlerdir.» 


393 







1- Birinci sahne, emzirdiğinden habersiz, bakan 
fakat göremiyen, hareket eden fakat anlamıyan her 
türlü emziklilerle; korkudan çocuğunu düşüren her türlü 
gebelerle aslında sarhoş olmıyan, fakat afallamış 
bakışlariyle, birbirine dolaşan adımlariyle sarhoşa 
dönen insanlarla doludur. Dalga dalga birbiri üzerine 
yığılan kalabalıkla dolu bîr sahne. Az daha bu ka¬ 
labalığı göz görüyor, fakat müthiş korkudan afallayıp 
sonuna varamıyor. Öyle canlı bir korku ki hacim ve 
büyüklükle değil, insan ruhundaki etkileriyle ölçülüyor: 
Emzirdiklerinden geçen emziklilerle, yavrularını bırakan 
gebelerle, sarhoş olmadıkları halde «Allah'ın azabının 
şiddetinden» dolayı sarhoşa dönen insanlarla 
ölçülüyor. Sahne özet olarak bir korkulma ile başlıyor: 

O günün sarsması» elbette büyük bir şeydir.» Ve 
mufassal bir korku ile sona eriyor. Bakıyoruz ki bu 
mufassal son, o icmalin bir izahıdır. 

2 - ikinci sahne şiddetli, acıklı, tekerrür eden 
hareketlerle dolu bir sahnedir. Sahne, uyumun yarattığı 
tahy ile uza tümıştır. Hayal, bu hareketlerin daima 
yenilenmesini, tekerrürünü ister: 


394 



İşte ateşten elbiseler kesiliyor, biçiliyor. Ve işte 
kaynar su, başların üstünden dökülüyor, onunla 
karınlar ve deriler eritiliyor. Ve işte demir topuzlar ve 
işte azap şiddetlendikçe şiddetleniyor, dayanılmaz bir 
hal alıyor. Alevden, kaynar sudan, şiddetli 
vurmalardan bitkin düşen «kafirlen) bu «gamdan 
kurtulmak için çıkmağa teşebbüs ediyorlar ve işte 
onlar şiddetle gerisin geriye itiliyorlar: «Tadın yangın 
azabını!» diye. Hayal, bu tabloyu ta başından tekrar 
edip çıkmaya teşebbüs ve şiddetli geri çevrilme 
halkasına kadar geliyor, oradan dönüp olayı yeni 
baştan seyretmek istiyor. 

Hayal bu sahne ile uğraşırken, siyakın, önüne 
getirdiği başka bir tarafa bakıyor. Kıssanın aslı şu: 
Rableri hakkında tartışan iki hasım grup var orada: 
înkâr edenlerin feci sonuçları bir saniye önce görüldü. 
İman edenlere gelince onlar da orada altlarından 
nehirler akan cennetlerdedirler. Elbiseleri de ateşten 
kesilmemiş, ipekten biçilmiştir. Bunun üstünde de. 
Aaltundan, inciden süsleri var. Allah onları sözün 
güzeline ve Hamîd (Allah) m yoluna iletmiştir. İşte Allah 


395 



hakkında tartışan iki hasım grupun sonu. Bu bir fırka, o 
bir fırka! 

Şimdi başka bir sahneye dönüyoruz. Secde 
suresinde bundan bahsetmiş ve demiştik ki: «Bu 
sahneyi sunan âyetler Medenîdir. Bunların, Hacc 
süresindeki kıyamet sahnesini bildiren âyetlerin indiği 
tarihe yakın bir zamanda indiği kanaatindeyiz. Çünkü 
bunların sunduğu sahne, Hacc süresindeki sahnelere 
çok benzemektedir.» O sahne şudur: 

Fısk edenlere gelince onların yeri ateştir. Ne 
zaman ki oradan çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler 
ve onlara: «yalanlayıp durduğunuz ateşin azabını 
tadm!» denilir.» 

Bu, basa bakımlardan burada biraz önce arz 
ettiğimiz sahneye çok benzer. Binaenaleyh onun 
hakkmda ne söylediysek o sözlerimiz, bunun için de 
variddir. Tekrar etmemize lüzum yoktur. 12 a 

Mücadele Suresi && 

«Allah onları hep beraber dirilttiği zaman size nasıl 
yemin ediyorlarsa, O'na da öyle yemin ederler ve 
kendilerini bir şey üzerinde sanırlar, iyi bilin ki onlar, evet 
onlar yalancılardır.» 


396 



Daha önce bu gülünç, ümitsiz sahneyi 
seyretmiştik. Diriltilince: «Vallahi Rabbimiz, biz müşrik 
değildik» diyerek hâlâ kendilerini dünyada sanan, 
yahut yalanan âhirette de sökeceğini zanneden 
zavallı müşriklerin sahnesi. Orada bu gafillerin hallerine 
gülebildiğimiz kadar gülmüştük. Şimdi burada da on¬ 
ların kardeşleri var. Bunlar dünyada yalan söylemişler, 
yalan yere yemin etmişler mü'minlere, ve böylece 
ömürlerini tüketmişlerdi. Sonunda Allah onları hep 
diriltiyor «Size yemin ettikleri gibt O'na da öyle yemin 
ediyorlar ve kendilerini bir şey üzerinde sanıyorlar!» 
Gelin, onlarla nasıl alay edip güldükse bunlarla da 
Öyle alay edip eğlenelim. Zira bu, alay edenlere lezzet 
veren bir gaflettir! J2zı 

Tahrim Suresi Efil 

«Ey iman edenler, kendinizi ve çoluk çocuğunuzu 
sa ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taslardır. 
Üzerinde kaba, şiddetli, Allah'ın emrettiğine asi 
olmıyan, emredildikleri şeyi yapan melekler vardu-. Ey 
inkâr edenler, bugün özür dilemeyin, muhakkak 
yaptıklarınızın cezasını göreceksiniz Ey iman edenler, 
Allah'a Nasuh tevbesiyle tevbe edin, umulur ki 


397 



Rabbiniz serin kötülüklerinizi örter ve sizi Allah'ın, 
peygamberi ve onunla beraber iman edenleri yüz 
üstü bıraknuyacağı günde altlarından nehirler akan 
cennetlere sokar. O gün onların nuru, önlerinden ve 
yanlarından koşar. Derler İd: «Rabbi-miz, nurumuzu 
tamamla, bizi bağışla, çünkü sen her şeye kadirsin.» 

Bundan önce cehennemin taşları yediği gibi 
insanları da yediğini, aşağılık, değersizlik bakımından 
insanların taşlarla bir olduğunu görmüştük. Şimdi aynı 
sahneyi tekrar görüyo-rus. Fakat üzerinde duramıyoruz, 
çünkü burada bizi ürküten, korkutan bir şey var. Onu 
görünce hemen başımızı başka yöne çeviriyoruz: 
Baksana cehennemin bekçilerine. Bunlar «kaba 
şiddetli» aynı zamanda emirleri sür'atle yerine getiren, 
«Allah'ın kendilerine emrettiğine karşı koymayan ve 
emredildikleri şeyleri derhal yapan» kimselerdir. Sözün 
başında biz dünyadayız. Allah'ın, müminleri 
kaçındırdığı, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşi 
düşünüyoruz. Bir de bakıyoruz ki göz açıp yumuncaya 
kadar bir zaman içinde âhirete gelivermişiz. Orada 
kâfirlere tevcih edilen şu hitabı dinliyoruz: 


398 






Ey kâfirler, bugün özür dilemeyin, muhakkak 
yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.» 

Ve aynı sür'atîe tekrar dünyaya dönüyoruz, ta ki 
mü'min-lere Nasuh tevbesiyle tevbe etmeleri, bu 
suretle Allah'ın günahlarını örteceği ve «Peygamberi 
ve onanla beraber iman edenleri yüz üstü 
bıraknuyacağı günde» onları cennete sokaca-ğı 
hususundaki hitabı duyalım. 

Tekrar âhirete gidiyoruz ki Peygamberi ve onunla 
beraber iman etmiş olanları, nurları önlerinde ve 
yanlan arasında koşan «kimseleri görelini. Biz bu nurn 
daha önce de görmüştük. Şimdi de mü'minler, her 
zamanki âdetleri veçhile Bableri-ne tazarru ve niyazda 
bulunuyorlar: «Diyorlar ki: Rabbimiz, bizim nurumuza 
fannîtmlA bizi bağışla, çünkü sen her şeye kadirsin.» 
Zaten Rableri onları bağışlamıştır. Fakat Rablerine karşı 
duydukları haşyetten dolayı O'na dua ediyorlar, 
yalvarıyorlar. Zira her nimet, her ihsan hep O'nun 
gufranına bağlıdır. O'nun gufranına mazhar olmadan 
hiçbir nimete erilemez. 1221 


399 



Teğabün Suresi M 

« O gün, toplanma günü için sizi toplar. İşte o 
teğâbün günüdür. Kim Allah'a inanır ve İyi amel işlerse 
Allah onun günahlarını örter ve onu, altından ırmaklar 
akan, ebedî kalacakları cennetlere sokar. İşte bu, 
büyük kurtuluştur. İnkâr edip âyetlerimizi yalanlıyanlar 
ise onlar ateş sahipleridirler, orada ebedi 
kalacaklardır. Ne kötü sondur o.» 

Burada yeni olan, teğâbündür. Teğâbün', alışveriş, 
yapanların, birbirlerini aldatmaları anlamına gelir. Peki 
«ne alışverişin, ne de dostluğun olmadığı» o günde 
teğâbün nedir? Bu kelime, dikkati çekmek için 
kullanılmıştır. Âhirette satılığa çıkarılan şey cennet ve 
ateştir. E, bu da insanların birbirlerini aldatmalarına ve 
onu almak için cehd sarfetmelerine en çok değer 
şeydir. Bu cennet, dünyada yapılan salih amelle alınır, 
işte müsabakaya, mücadeleye değer gerçek 
teğâbün maddesi budur. Bu, âhirette olacak ve 
mü'minler orada en kıymetli me-ta'ı alırlarken kâfirler 
en bayağı geyi alıp aldatacaklardır! ümı 


400 




Maîde Suresi um 

1- «O küfredenler, bütün Arzdaki ve daha bir o 
kadarı onların olsa ve kıyamet gününün azabından 
kurtulmak için bunları tamamen fidye verseler; 
onlardan kabul edilmez. Onlar için elim bir azap vardır. 
Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkacak 
değillerdir. Onlar için sürekli bir azap vardır.» 

2- «O gün Allah, peygamberleri toplar da onlara: 
«Size ne cevap verildi?» der. «Bizde ilim yok, gizlileri 
bilen sensin derler.» 

3- «Hani Allah demişti: «Ey Meryem oğlu Isa, sen mi 
insanlara: Beni ve annemi Allah'tan başka ild tanrı 
edinin dedin?» Dedi ki: «Seni teşbih ve tenzih ederim. 
Benim için gerçek olmıyan tir şeyi söylemem bana 
düşmez.. Eğer onu demişsem muhakkak sen 
bilmişindir. Sen benîm içimde-olanı bitirsin, ben ise 
senin zatında olanı bilmem. Şüphesiz sen, gizlileri 
bilensin. Ben onlara sadece senin bana emrettiğini 
söyledim; benim ve sizin Sabbîniz olan Allah'a kulluk 
edin dedim. Ben onların arasında bulundukça onlara 
şahid idim. Fakat sen beni vefat ettirince onları 
gözetliyen sen oldun. Ve sen herşeye şahidsin. Eğer 


401 




onlara, azabedersen, onlar senin kullarındır; şayet 
onları bağışlarsan, şüphesiz sen güçlü ve hakimsin.» 

«Allah dedi: Bu, doğrulara doğruluklarının fayda 
vereceği gündür, altlarından ırmaklar akan cennetler 
onlarındır. Orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan 
razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte 
büyük kurtuluş budur.» 

1- Birinci sahne, kıyamet sahneleri arasında 
tekerrür eder. Kıyamet azabından kurtulmak için yer 
dolusu altım veya yerde bulunanları ve daha bir o 
kadarını fidye vermeğe çalışma ve nevi ve değeri ne 
olursa olsun fidyenin hiçbir suretle kabul edilmemesi 
sahnesi. Keza ateşten çıkmağa gayret ve bu gayrette 
başarısızlık da tekerrür eder. Buradaki çıkma teşebbtisü 
sakindir, zorlu olmıyan bir teşebbüstür. Halbuki Önce 
sunduğumuz Hacc ve Secde ve benzeri surelerde bu 
sahne pek çetin bir mücadele ile geçerdi. Cüzlerde 
biraz değişiklik varsa da hep aynı vadidendir. 

Yer yüzü dolusu ve daha bir o kadarı fidyenin 
reddedilmesi... Bu kadar fidye insanın toplayabilme 
gücünün çok üstünde bir fidyedir. Bu kadar çok şeyin 
reddedilmesi, ne kadar olursa olsun fidyenin 


402 




kabulünün muhal olduğunu göstermektedir. Orada 
asla fidye kabul edilmez. Bunu demek istiyor ama 
Kur'an'daki tasvir Üslûbu o manayı böyle hayali bir 
teosîm içinde ifade ediyor. Bu suretle muhal olma 
manası zaman ve mekânda yer almış oluyor, ruhu 
dolduruyor. Yerde bulunanların ve bir o kadarının 
kapladığı mekân alanını görüyor ve düşünüyoruz. 
Zaman mesafesini de gözümüzün önünde canlan¬ 
dırıyoruz. Bu ifade hem duyulan, hem ruhu uğraştırıyor, 
sonunda zihnî mânâsını gayet güzel açıklıyor: Fidye 
mümkün değildir, muhaldir. Bu mâna, soyut bir şekilde 
değil, somut, müşahhas bir şekilde, bir tablo halinde 
anlatılmış oluyor. 

2- İkinci sahne bize peygamberlerin, Rableri 
önünde toplanmalarını açıklıyor. Rab onlara soruyor: 
insanlar size ne cevap verdiler? Halbuki insanların 
onlara ne cevap verdiklerini kendisi gayet iyi biliyor, 
fakat bu soru, tescil için, ya da beklenen mahkemede 
yapılması gerekli bütün icrââtı yerine getirmek için 
sorulmuştur! 

Peygamberlerin, insanların kendilerine ne cevap 
verdiklerini, onların iman ve küfürlerinin haberlerini 


403 




anlatmalarını, güç davet görevlerinde karşılaştıkları 
zorlukları arz etmeleri beklenirken, anlaşıldığına göre 
durumun korkunçluğu onlara herşeyi unutturuyor. Bir 
şey söylemiyorlar: «Bizim ilmimiz yok, gizlileri bilen sensin 
sen dediler.» Ve bunun arkasından, en çok emin 
olması gereken peygamberleri, resulleri dahi şaşırtan o 
günün dehşetini tahmin ve tasavvur edebiliriz. İşte 
birkaç kelime, bu kadar gölge salmaktadır. Satırlar 
arasında 

bulunan mâna, bizzat satırların ve kelimelerin 
ifade ettiğinden çok daha fazladır. 

3- Üçüncü sahneye gelince Allah ile îsa arasında 
geçen özel bir sahnedir. Allah bu heybetli durumda 
îsa'ya sesleniyor: «Ey Meryem oğlu îsa», böyle 
hitabediyor, çünkü bur-daki nisbetin kıymeti vardır. Zira 
orada beşer olan İsa'yı tan-rılastıran bir cemaat vardır-. 
İsa onları, hem kendisinin, hem de onların Rabbi olan 
Allah'a davet etmişken onlar onu tanrı yapmışlardır. 
(Gerçekten elimizde bulunan indilerde Allah'a davet 
gayet açıktır. Eğer şüphe. İsa'nın, Allah'tan bahseder¬ 
ken «Göklerdeki babam» demesinden geliyorsa, 
havariler de aynı sözü söylemişlerdi, «Göklerdeki 


404 



babanız» demişlerdi. Bunun mecazî bir tabir olduğu 
açıktır). 

İşte îsa, Rabbinin önünde sorguya çekiliyor: 
insanları kendine, ya da annesine ibadet etmeğe 
çağırıp çağırmadığı soruluyor kendisine. Cevap, bu 
ağır töhmetten uzaklaşma şeklindedir. Suçsuz 
olduğunu isbat için Hz. îsa, uzun uzadıya cevap 
veriyor, ve netiiede onların işlerini Allah'a bırakıyor. 
Allah dilediği hakkında dilediğini yapsın diye. Tam bu 
sırada redde-dilmiyeu hüküm sadir oluyor ve hükümde 
bu yalan dâva münasebetiyle doğruluğa işaret 
ediliyor. Mü'minlerden de «Allah onlardan razı 
olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır» şeklinde 
bahsediliyor. Yani rıza karşılıklı ve umumîdir. Bu büyük 
günde onlar, Rablerine yakındırlar. Elbette bu, büyük 
kurtuluştur, m 

Tevbe Subesî um 

«Onlar ki altonu ve gümüşü yığarlar ve onları Allah 
yolunda sarfetmezler, onları elim bir azap ile müjdele: 
O gün cehennem ateşinde onlar yakılarak pullanır da 
onlarla alınları, yanlan ve sırtlan dağlanır: «îşte 
nefisleriniz için yığdıklarınız. 


405 



Yığdıklarınızı tadın!» 

Son sahne olan bu korkunç sahne, gayet uzun ve 
ağır ağır arz ediliyor ki ruhun da derinliklerine nüfuz 
etsin. Ruh burada ayrıntıları görüyor seyretmek 
isteğinden kendini alamıyor. 

Önce azabı şöyle özetlemiştir: 

Onlan elîm bir azap ile müjdele.» Sahne iyice 
tanzim edilsin ve ruhlar seyre hazırlansın diye söz Hr an 
için kesiliyor. Sonra tafsilât başlıyor. 

îcmalden sonra tafsilâta girişince yine işin ilk 
merhalesinden başlıyor ve yavaş yavaş yürüyor.. Altun 
ve gümüş, tesniye değil çoğul yapılmıştır. Birçok 
parçalarına delâlet etsin diye çoğul sîğasiyle 
getirilmiştir: 

O gün onların üzerinde ateş yakılarak pullanın). O 
ikisinin değil, onlara. Bu ifadede çoklukla uzatma 
vardır. İşte onların üzerlerine ateş kondu. Bekliydim, 
ateşte iyice pullansınlar! Pullandılar. Şimdi korkunç 
işlem başlasın. İşte alınlar dağlanıyor. Tamam. Yânların 
dağlanması da bitti. Sırtlar çevrilsin, işte sırtlar 
dağlanıyor... Yavaş. Daha arz bitmedi, azarlama kaldı. 
Bu sıra dağlandıktan sonra bir de ayıplanıyor, azarlanı- 


406 



yorlar ki bunların peşinden gelen Öteki cemaat de 
dağlanmanın acısını duysun, kendine de sıra geldiğini 
anlasın: 

İşte nefisleriniz için yığdıklarınız. Yığdıklarınızı tadım!» 
His, muhtelif izlenimlerle doldu, birçok olayları, 
çehreleri merak ve heyecanla seyretti. Artık bunları 

düşünsün ve ibretler, neticeler çıkarsın! üosi 


407 



DİPNOTLAR 

1.BÖLÜM 

11 Bu eseri iki yıl önce «Kur'anda Türkçeye çevirdik, (mütercim.) 

121 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 11-18. 

131 Hikmet ve ilim tanrısı 

131 ölüleri gömmeyi idare eden ve onlara âhirette kılavuz olan tanrı. 

131 Oziris ve İzis'in oğlu! 

131 Hakikat ve adalet tanrısı. 

m Bu hikâyeyi British Museum'de bir varakta yazılı gördüm. Bunu Ressam 
Logy Grifth bulmuştur. 

131 Eu eve «Cehîm» denir. 

121 Ermann, L,a RĞligion des Eg;. adlı kitabının 251 inci sayfasında şöyle 
diyor: Yaro kelimesi, Mısır dilinde Nühatu'l-Hayzu-rân (Mızrak şakırtısı) 
anlamına gelir. Diğer bilginler bu tarlaya «Yalo» tarlası adının verildiğine 
kanidirler. 

1121 Prof. Abdu'l-Kadir Hamza'nın, Alâ Hamişi't-Tarîhi'l-Mısriy-yyi'l-Kadîm 
adlı eserinden. 

1111 Âhiret inancı tedricen değil, insanlık tarihinin başlamasiyle başlar. 
Bunu Hz. Âdem telkin etmiştir. Sonra insanlar hak dinden sapmış, çeşitli 
putlara tapınışlardır, işte hak dinden sonra çıkan ilkel dinlerde bu inanç, 
müellifin işaret ettiği safhaları geçirmiştir. (Mütercim-). 

1121 'Kâinatın yaratıcısı ve koruyucusu olan hayır tanrısı. Bunun Karşıtı şer 
tanrısı Ehriman'dir. 

1131 Dr, Muhammed Gallâb"ın al-Felsefetu'ş-Şarkiyye adlı kitabından. 

1131 Hidz hakkında verdiğim bilgice Prof. Drînî Ha$ebe'nin eserî Odesa'ya 
istinad ettim. 


408 


1151 Mısır dinindeki âhiret düşüncesinin, kendisinden iki bin yıl sonra 
gtelen dinden daha mükemmel bir uhrevt düşünceye sahip bulunması, 
bu düşüncenin hak dinlerden batıl dinlere g-eçmig bulunduğunu, ve 
bunun insanlığın İlk dininde mevcudiyetini gösterir kanaatindeyim. 
Mütercim. 

1161 Dr. Ahmed Emin vo. Dr. .Zekî Necib, Kıssatul-Edeb fî'l-Âlem S. 55 
1111 Dr. Hüseyin Fevri, Kttabu Slndâbad. Bunların sekiz değil, yadi oldu£u 
anlatılıyor. 

1121 Merhum Abdulkadir Hamza'mn Mori'den çevirisi. 

1131 Dr. Ahmed Emtin ve Dr. Zekî NecSb, Kıssatu'l-Edeb fi'1-Âlem 
kitabından ve Üstad Drînî Hagebe'nin Esâtînı'l-Hubbi wa'l -Cemal inde'l- 
lgrîk adlı eserinden. 

1221 İkinci kitapları jTalmud'dur. 

1211 Ahdi Kadimden ve Incil'den alınan parçalar, Kitabı Mukaddesin 
Türkçe tercemesiyle karşılaştırılmak suretiyle dilimize çevrilmiştir. 
Mütercim 

1221 Bu metin,, Ahdi Cedidde varidolduğu gibi Hz. tsp'nın asılısından üç 
gün sonra kalkışım ifade etmek istiyor. 

1221 Bu metinden, bunun kıyamet günü olduğu anlaşılıyor. 

1241 Matta İncilinin on üçüncü (babında da göyle denir: «însan oğlu 
meleklerini gönderecektir. Ve onlar, sürçmeğe sebebo-lan bütün şeyleri 
ve fesad işliyenleri onun melekûtundan top-hyacaklar ve onları fırın 
ateşine atacaklar. Oraca ağlayış ve diş gıcırtısı olacaktır.» Matta İncili, 
Bab 13, 3.15, İstanbul, 1949. (Mütercim). 

1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 19-48. 


409 


1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 49-65. 

1221 Nüzul sırasına göre ikinci suredir. AJâk suresi bundan önce nazil 
olmuştur. Onda kıyamete bir işaret vardır. Bu sure Mekkî'dir. Yalnız on 
âyet Medine'de nazil olmuştur. 

1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 66-67. 

1221 Üçüncü sûre. Üç âyet hariç Mekkîdir. 

1201 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 68-70. 

1311 Dördüncü sure, Mekkîdir, 

1221 Boynuza benzer bir borudur. Borazan gibi. Cebrail (İsrafil olmalı.) (A.) 
Bunu ilk üfleyişinde bütün canlılar ölürler, ikinci Üfleyişinde dirilirler. 

1231 Nakr: lügatte, didiklemek, kakmak, davul çalmak ve boru çalmak 
manalarına gelir. (Mütercim). 

1241 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 71-77. 

1221 Altıncı sure, Melikidir. Bundan önce Fatiha suresi inmiştir. Onda 
kıyamet meşhedleri yoktur. Sadece bir bir işaret vardır. 

1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 78-79. 

1221 Yedinci süre, Mekkî'dir. 

1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 80-83. 

1221 Sekizinci sûre, Mekkîdir. 

1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 84-85. 


410 


^ Onuncu sure, Mekkîdir. Ve'lleyl suresi bundan önce inmiştir. Onda 
ateşe kısacık bir işaret vardır. 

^ Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 86-88. 

1431 Bu sure, ondördüncü suredir, Mekkîdir. Bundan önce üç sure dahp 
inmiştir. Fakat onlarda kıyamet sahneleri yoktur. 

^ Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 89-90. 

1451 Yirmidördüncü sure, Mekkîdir. Daha önce yedi sure inmiştir. On-larda 
kıyamet sahneleri yoktur. Yalnız Tekâsür Suretiyle, Necm Suresinde 
kıyametin sadece adı zikredilir. 

^ Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 91-92. 

1421 Yirnıiyedinci sure, Mekkîdtr. Bundan önce Kadr ve Şems sureleri 
inmiştir. Onlarda kıyamet zjkredilmemigtir. 

1431 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 93-94. 

1421 Otuzuncu suredir, Mekkîdir. Bundan önce Tîn ve Kureyş sureleri 
inmiştir. Onlarda âhiret gününün ziKri geçmez. 

1521 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 95-97. 

^ Otuzbirinci sure, Mekkîdir. 

1321 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 98-101. 


411 


2.BÖLÜM 


m Otuzikmci sure, Mekkîdir. 

121 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 102-103. 

131 Bazı müfessîrler kasr'ı saray, cimale'yi de deve olarak tefsir ederler. 
Kur'an tablolarındaki edebî ahenk, bunları kalın ağaca ve kaim ipe 
hamletmeği zaruri kılmaktadır. Tutuşturulmuş ate§le kaim ağaçlar 
arasında bir ahenk vardır ki o da yakıttır. Küçük kıvılcımın, ategin yaktığı 
kalın ağaç hacminde olması ile kalın ip arasında şekil bakımından ve 
toplanan odunların iple sarüması bakımından bir ahenk vardır. Kur'an 
tasvirinde daima «resim birliği» mevcuttur. Cüzlerde uyum, külde uyum 
ve bunların hayalde, uyandırdığı çağrışımlarda uyum. 
m Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 104-111. 

131 34 üncü sûre, Mekkîdir. 

161 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 112-117. 

m 36 inci sure. Bundan önce Beled suresi nazil olmuştur. Orada kıyamet 
meşhedleri yoktur. 

131 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 118-121. 

121 inci süre, Mekkîdir. Üg âyet hariç. 

1121 Kur'anda Edebî tasvir 

^ Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 122-126. 

1121 inci sure, Mekkîdir. 


412 


1131 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 127-131. 

1331 39 unucu sure. Mekkidir. Yeni Ayet hariç 

1131 Bazı müfessirler al-Cemel'i deve diye tefsir ederler. Fakat Kur'an 1 dalîi 
edebî tasviri ve ondaki şaline cüzlerinin nasıl bir vahdet teg-kii ettiğini 
araştıran kimie, deve ile iğne arasında bir münaferet görecektir. Ama bu 
kelimenin taşıdığa kalın ip (halat) manası alınırsa bu iple iğne deliği 
arasında gayet ince bir ahenk görülür. al-Cemel, kaim ip manasına da 
gelir. Ve böyle bir tefsir, Kur'an metoduna, onun ince âhengine daha 
uygun düşer. 

1161 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 132-143. 

1121 41 inci sure. Mekkîdir. Bunda* önce Cinn suresi nazil Orada âhirete iki 
igaret vardır. Biri: 

«Ama kasıtlar cehenneme odun oldular» âyeti, İkincisi de: 

«Allah'a ve Resulüne âsî olanlar için cehennem ateşi vardır. Orala ebedî 
kalacaklardır. O va'dedildikleri şeyi gördükleri zaman, kimin yardımcı 
bakımından daha, zayıf ve kimin sayısı daha az olduğunu bilecekler» 
âyetidir. 

1131 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 144-148. 

1121 42 inci sure, üç âyet hariç Mekkdir. 

1231 Bu hususta Kur'an'da Edebî Tasvir adlı eserimizin Tahvil.,Tec-sim 
bölümüne müracaat edilsin. 

1211 Bu hususta Kür'anda Edebî Tasvir adlı kitabın Edebî Ahenk bölümüne 
bakılmalıdır. 


413 



1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 149-156. 

1231 43 üncü sure, Mekkîdir. 

1241 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 157-160. 

1251 44 üncü sûre, Mekkidir. Yalnız ayrı ayrı yerlerde bulunan iki âyet hariç. 
1261 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 161-163. 

1221 45 inci sure. İki âyet müstesna, Meldtîdir. 

1231 Bazı tefsirlerde «gözleri göğermiş olarak» manası veriliyor. Çünkü 
Araplarda gök gözlülük, iyi telâkki edilmez. Arapların düşmanları olan 
Rumlar gök gözlü olduklarından, gök gözlülük Araplarda kötü sayılmıştır. 
Gök göz, kötü tesir eden gözlere misal olmuş, uğursuz kabul edilmiştir. 
Ama madem ki Kur'an burada gdklügü göze tahsis etmemiştir, o halde 
biz bunu yüzü gök manasına da alabaliriz. Biz,, lafzın delâlet ettiği ,ec 
yakın manayı almak taraftarıyız. Çünkü Kur'an, kelimeyi alır, onunla bir 
tablo çizer. Kur'an'da İfade tarzı, tasvirdir. 

1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 164-169. 

1321 46 inci sure. îki âyet hariç, Mekkîdir. 

1311 Be?ki de burada birinci ve ikinci fırka, gerçekte cennetteki dereceleri 
farklı olan bir tek fırkadır. Oralarda özetle, burada etrafıyle zütredilmiştir. 
1321 Bu ahid, Kur'an-ı Kerlm'de::Ilabbın, Âdem oğullarının bellerinden 
zürriyetlerini almıştı ve on-lân kendi nefislerine A ehadet ettirmişti: «Ben 
sizin rabbiniz değil iniyim?» Dediler: «Evet, Rabbımızsın.» âyetiyle 
zikrodilen ahJddir. 


414 


031 Kur'an'da Edebî Tasvir adlı kitabın, Edebî Tasvir Bölümüne müracaat 
edilsin. 

1341 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 170-183. 

1331 47 İnci sure, beş âyet hariç 

1331 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 184-187. 

1321 48 inci sure Mekkidir 

1381 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 188-194. 

1321 49 uncu sure, beş âyet müstesna, Mekkidir. 

1321 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 195-200. 

^ 50 inci sure. Muhtelif yerlerinde bulunan on âyet hariç, Mekkîdir. 

1421 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 201-203. 

3.BÖLÜM 


111 51 inci sure. Dört âyet hariç Mekkîdir. 

121 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınlan:204-208. 

131 52 inci sure. Muhtelif yerlerinde bulunan üç âyet hariç, Mekkîdîr. 

^ Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 209-212. 


415 


101 54 üncü sure. Bir âyet hariç, Mekkîdir. Bundan önce Yusuf suresi nazil 
olmugtur. Onda kıyamet sahneleri yoktur. Yalnız Dâr-ı âhiret stir'atle 
zikredilir, hiçbir tafsilat verilmez. 

161 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 213-214. 

m 55 inci sure, muhtelif yerlerinde bulunan dokuz âyet hariç Mekkîdir. 

121 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 215-219. 

121 56 inci suni, Mekkîdir. 

1121 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 220-229. 

1111 57 inci sure. Uç âyet hariç, Mekkîdir. 

1111 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 230-231. 

1131 58 inci sure, bir âyet hariç, Mekkîdir. 

^ Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 232-237. 

1131 59 uncu sure, iki âyet hariç Mekkîdir. 

1161 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 238-243. 

1111 60 inci sure. Üç âyet hariç, Mekkîdir. 

1131 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 244-250. 

1121 61 nci sure, Mekkîdir. 

1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 251-257. 

1211 62 nci sure. Dört âyet Hariç, Mekkîdir. 


416 


1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 258-260. 

1231 63 üncü sure, Mekkîdir. 

1241 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 261-265. 

1251 64 üncü sure, Mekkîdir. 

1231 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 266-268. 

1221 65 inci sure, bir âyet hariç, Mekktdir. 

1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 269-272. 

1221 66 ncı sure. Muhtelif yerlerinde bulunan üç âyet müstesna, Mekkîdir. 
1321 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 273-274. 

1311 67 nci sure, Mekkîdir. 

1321 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 275-276. 

1331 68 inci sure, Mekkîdîr. 

1341 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 277-278. 

1331 69 uncu sure. Ondokuz âyet hariç, Mekkîdir. 

1321 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 279-283. 

1321 70 inci sure Üç ayet hariç mekkidir 

1331 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 284-288. 


417 


1321 72 nci sure. İki âyet hariç Mekkîdir. Bundan önce Nuh suresi nazil 
olmuştur. Onda kıyamete işaret varsa da başlı başına kıyamet sahnesi 
yoktur. 

1421 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 

Yayınları: 289-295- 

1411 78 üncü sure, Mekkîdir. 

1421 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 296-299. 

1421 74 üncü sure, Mekkîdir. 

1441 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 300-304. 

1451 75 inci sure, âyet hariç, Mekkîdir. 

1421 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 305-306. 

143 76 nci süte. Mekktdir. 

1421 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 307-313. 

1421 77 nci sure. Mekkîdir. 

1321 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 314-317. 
m 78 inci sure, Mekkîdir. 

1221 Cehennem ehlinin A asaletinden ve yanan bedenlerinden akau şeyi 
lerden -başka yiyecek yok. 

1231 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 318-327. 

1241 79' uncu sure, Mekkîdir. 


418 


1551 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 328-332. 

1501 80 inci sure, Mekkîdir. 

1521 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 333-336. 

1581 81 inci aure, Mekkîdir. 

1821 Sahire, düz, beyaz arazidir. 

1621 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 337-341. 
m 82 ind sure, Mekkîdir. 

^ Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 342-344. 

1631 83 üncü sure, Mekkîdir. 

^ Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 345-347. 

1251 84 üncü sure, bir âyet hariç Mekkîdir. 

120 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 348-349. 

1211 85 İnci sure, Mekkîdir. Bir âyet hariç. 

1281 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 350-351. 

1221 86 inci sure, Mekkîdir. Bu, Mekke'de nazil olan sut-elerin sonun¬ 
cusudur. 

1221 Hadisi şeriflerden saraheten anhyoruz ki mü'mlnler cennette Rab- 
lerini göreceklerdir. (Mütercim) 

^ Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 352-355. 


419 


1221 87 inci aure, Medenîdir. Yalnız 281 inci âyet Medenî değildir, cetu'l- 
Veda'da iken Mina'da nazil olmuştur. 

1231 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 356-359. 
m 88 sûre, Medenîdir. 

1251 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 360-364. 

1213 90 inci sure, Medenîdir. 

1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 365-366. 

1221 92 İnci sure. Medenîdir. Bundan önce MÜmtehine suresi nazil ol¬ 
muştur. Onda kıyamete sadece -bir işaret vardır. 

1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 367-370. 

1221 93 üncü aure, Medenîdir. 

1211 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 371-372. 

1221 94 üncü sure, Medenîdir. 

1231 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 373-378. 

1231 95 inci sure, Medenidir. Yalnız bir âyet Hicret esnasnida yolda 1 nazil 
olmuştur. 

1231 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 379-380. 

1221 96 inci sure, Medenidir. 

1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 381-382. 


420 


1281 97 nci sureMedenidir 

1821 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 383-388. 

1221 98 inci sûre, Medenidir. 

1211 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 389-392. 

1221 102 inci sure, Medenîdir, Bundan Önce Talak, Beyylne ve Ha§r su-i 
releri nazil olmuştur. Onlarda cennet ve nann ismi geçer fakat 1 kiyamet 
sahnesi yoktur. 

1281 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 393-394. 

1281 103 üncü sure, Medenîdir. Yalnız Mekke ile Modine arasında nazil 
olan dört âyet hariç. 

1251 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 395-398. 

1281 105 Ind sure, Medenidir. Bundan tince Münafikun suresi nazil ol- 
mugtur. Onda kıyamet sahneleri yoktur. 

123 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 399. 

1281 107 inci sure, Medenîdir. Bundan önce Hucurat suresi naail olmuştur, 
fakat onda kıyamet sahneleri yoktur. 

1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 400-401. 

11201 108 inci sure, Medenîdir. 

11211 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 402. 


421 


0521 112 İnci sure, Medenîdir. Yalnız bir âyet, Veda Hacci esnasında 
Arafatta nazil olmuştur. Bundan önce Saff suresi İnmlgtlr. Onda kıyamete 
birkaç işaret vardır. Cuma suresi de bundan öncedir. Onda kıyamet 
zikredilmez. Feth suresi de bundan Öncedir. Onda da igaretler var, fakat 
saihne yoktur. 

11031 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 403-406. 

UMJ 113 Üncü sure, Medenîdir. Yalnız iki âyet Mekkîdir. 

11331 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal 
Yayınları: 407-408. 


422